Taciz, ifşa ve dayanışma sorumluluğumuz

 

Neredeyse on yıl önce, gençliğimin en kırılgan ama en güçlü olduğumu sandığım zamanlarında, sonradan duyanların şaşırdıkları bir şiddete maruz kaldım. O sıralar İstanbul’da yaşıyor, hem yüksek lisans yapıyor hem de bir sivil toplum örgütünde çalışıyordum. Bu olayın ardından güvende hissettiğim evim bir anda üzerime çöktü. Günlerce eve giremedim; arkadaşlarımın evlerinde kaldım.

O dönem hukuk mezunuydum, avukatlık stajımı bitirmiştim, yıllardır da feminist mücadelenin içindeydim. Şiddet gören kadınlara destek veriyor, onların sesi olmak için yazıyor, konuşuyordum. Ama başıma bu geldiğinde ilk içgüdüm susmak oldu. Arkadaşlarıma “Kimse bilmemeli” dedim. Çünkü o an tek isteğim hayatıma olduğu yerden devam etmekti.

Sonradan öğrendim ki bu bir suskunluk değil, travmanın diliymiş. İnkar, öfke, pazarlık, depresyon, kabulleniş… Hepsini teker teker yaşadım. Aylar geçti ama içimdeki ses hiç susmadı. Bir yandan hayatıma devam etmeye çalışıyor, bir yandan yaşadıklarımla arama duvar örmeye çalışıyordum. Ama o duvar hep yıkıldı. Sonra bir gün, failin yaptığı bir hamle tetikledi her şeyi. İçimde biriken tüm kelimeler bir anda döküldü ve yaşadıklarımı feminist ağlarda anlattım. İşte benim ifşam böyle başladı.

Paylaşır paylaşmaz üzerime bir baskı seli aktı. Failin yakınları önce “Aramızda çözelim” dedi, sonra sesleri sertleşti. En ağır olanı “İntihar edebilir, iş bulamaz” diye yapılan üstü örtük tehditler ve duygusal manipülasyon girişimleriydi. Bunları bana söyleyenler “Sen ne yaşadın, neler hissediyorsun?” diye sormadı, bunun yerine “Neden şimdi, neden hemen polise gitmedin?” diye sorguladılar.

İfşamın yapıldığı akşam hiç tanımadığım bir kadın arkadaş aradı ve “Yanındayız” dedi. Sonradan Kadıköy’deki Yeryüzü Kadınları’ndan feminist bir aktivist olduğunu öğrendim (Bu oluşum maalesef şimdilerde aktif değil). O kadınlarla tanıştığımda, ilk defa koşulsuzca inanılmanın ne kadar iyileştirici bir şey olduğunu fark ettim. Bir kız kardeşlik bağı kuruldu aramızda; ben o postu hiç silmedim, onlar da dayanışmayı hiç bırakmadı. Daha sonra benim hikayem güçlendirici bir yere evrildi, dayanışma her gün giderek büyüdü. Birçok kişi olaydan haberdar olmasıyla beraber o kişiden ya hesap sordular ya da tavır aldılar. Ayrıca parçası olduğu örgüt ona karşı bir soruşturma yürüttü ve gerekli cezalandırma mekanizması işletildi.

Şimdiden dönüp baktığımda kendi kişisel tarihimde gurur duyduğum bir dönüm noktası oldu bu.

Taciz ve yargı süreçleri

Şunu düşünün: Tacize uğradığını söyleyen kaç kadın duydunuz? Kaçı hemen polise koştu? Peki neden mahkemelerde taciz kararları bu kadar az? Gerçekten bu ülkede kadınlar taciz edilmiyor mu?

Bu ülkede taciz çoğu zaman ya duyulmuyor ya dikkate alınmıyor ya da delil yok diye rafa kaldırılıyor. Soruşturmalar açılsa bile aylarca sürüyor, bu süreçte doğru düzgün bilgi verilmiyor, kadın hep yalnız bırakılıyor. Zaten fiziksel anlamda delillendirilebilen şiddet olaylarında bile soruşturma ve yargı süreçlerinin yetersizliği ortadayken herhangi bir tanığı olmayan, tıbbi anlamda delillendirilemeyen vakalarda kadınlar neyle karşılaşacaklarını çok iyi bildikleri için, böyle bir sürece genellikle girmiyorlar.

Bizim gibi toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamak için politikalar üretmeyen, şiddete maruz kalanları desteklemek adına gerekli mekanizmaları oluşturmamış toplumlarda, sadece yargıya havale ederek bu vakaların çözümlenmesini beklemek en hafif tabirle cehalet, bir başka yönüyle de failleri aklama girişimiyle açıklanabilir. Bu nedenledir ki benzer durumlarda erkekler ve çevrelerinin ‘polise gitsinler o zaman’ dediğini sıklıkla duyabiliriz. Kadın kadına paylaştığımız taciz vakalarında ise kadınların birbirlerine polis tavsiyesini verdiklerini daha az duyarız. Peki devlet politikalarının şiddeti yok saydığı bizim gibi toplumlarda, yargı yolu her halükarda tek başına bir çözüm olabilir mi? Polis, savcılık, yargı üçgeninde yeniden travmatize olacağı neredeyse kesin olan kadınların ellerinde başka bir yol yok mudur?

Elbette var. Kadınlar, devlet tarafından sunulmayan çareleri görüyor, kendilerine yeni yollar arıyorlar. Bu yollardan belki de en anlamlısı ve doğru şekilde karşılandığında en güçlendirici olanı ise başlarına geleni tüm açıklığıyla anlatmak, yani susmamak, konuşabilmek. Bizim gibi küçük toplumlarda bunu yapmak inanılmaz bir cesaret ister. Herkesin bir şekilde birbirini tanıdığı ve bağlantılı olduğu, failin konumu ve statüsüne göre araya farklı güç ilişkilerinin girdiği, kadınların başlarına gelen tacizi konuşmak konusunda cesaretlerinin sürekli kırıldığı böyle toplumlarda susmamak gerçekten de büyük bir adımdır. Bu adımın kendisini hayata geçirebilmiş kadınlar, sadece kendileri için değil, buna maruz kalan diğerleri için de yeni bir yol olasılığını harekete geçirmiş olurlar.

İfşanın dönüştürücü gücü ve dayanışma sorumluluğumuz

İfşa sürecini başlatan kadınlar öncelikle kendilerine inanan kişilerin varlığı ile güven ve adalet duygularının yeniden inşasını başlatmış oluyor. Kadınların beyanlarının sürekli sorgulandığı ya da görmezden gelindiği toplumlarda, kadının beyanını esas almak ve bunu açıkça göstermek iyileşmenin ilk adımıdır. Bir ifşa süreci başladığında, bu anlatı geniş bir kitleye ulaşır. Söz yayıldıkça cesaret de yayılır: Aynı fail tarafından tacize uğramış başka kişiler kendilerini ortaya koymak için güç bulabilir ya da benzer hikâyeleri olan kadınlar seslerini duyurma cesareti kazanır. Bu nedenledir ki örneğin birkaç ay önce Türkiye’de başlayan ifşa dalgası birkaç vaka ile başlamış, ancak kısa sürede genişleyerek birçok kadının yıllarca içinde taşıdığı ağır deneyimleri paylaşmasına olanak sağlamıştır.

İfşa süreçlerinin ayrıca önleyici bir etkisi vardır. Bu süreçler sayesinde kadınlar çevrelerinde kimlerin tacizci olabileceğini öğrenerek araya mesafe koyabilirler. Benzer şekilde, bu kişilere alan açan mekânlar, kurumlar ve kişiler de hem tacizin ne biçimlerde ortaya çıktığını daha iyi anlar hem de failleri tanıyarak sorumluluk almaya zorlanır. Tüm bunlar, yeni farkındalıklar ve yeni imkanlar doğurur; tacize karşı gerekli önlemleri hatırlatır ve maruz kalanlarla dayanışmanın önemini görünür kılar.

Meseleye böyle bakamayanlar ise bu süreçleri engellemek için ellerinden geleni yapar. Her ifşa sürecinde mutlaka şu kelimeler dolaşıma girer: “itibar, dava, yalan, intihar…” Gerçeğin ağırlığıyla yüzleşmek istemeyenler, erkekleri aklama telaşıyla bunun bir itibar suikastı olduğunu iddia eder; dava açmakla tehdit eder, bu işe yaramazsa duygusal manipülasyona yönelip failin psikolojik olarak çökmekte olduğundan, hatta intihar edebileceğinden söz ederler.

Bunlar ellerinden giden kontrolü yeniden ele almak için söylenen sözlerdir. Ortada bir hakikat vardır ve bu hakikat bazı güç ilişkilerini sorgulamayı gerektirmektedir. Bu bilinçten uzak olanlar, cesaretini toparlayıp bütün bunlara karşı yaşadıklarını aktaran kadınları dizginlemek için her zaman başvurdukları malum yöntemleri kullanırlar: tehdit ve duygusal manipülasyon. Yoksa tacize maruz kaldığını söyleyen bir kadına, failin sağlığının sorumluluğunu yüklemek başka şekilde açıklanamaz.

Susmamak bir cesarettir; o cesaret ağızdan ağıza, kalpten kalbe yayılır. Bu cesaretle yeniden güç bulur, bu cesaretle sessizliğin sarmalında bir gedik açabiliriz. Kalplerinde sustuklarıyla yaşamayı sürdüren pek çok kadın için böyle bir anın hiç gelmeyeceğini biliyorum. Bu, son derece anlaşılır bir durum ve vebali toplum olarak hepimizin omuzlarında. Ancak bu sınırın dışına çıkabilen kadınlara karşı çok önemli bir sorumluluğumuz var: dayanışma sorumluluğu. Ve bu sorumluluk hepimize ait.

Not: Bu yazıyı son dönemde basına yansımamış ama belirli gruplarda tartışılan bir ifşa vakası üzerine yazmak istedim.  Kendi ifşa meselemde olduğu gibi, bu meselede de kadınların inanılmaz dayanışma gücünü yeniden görmüş oldum. Ülkemin canım kadınları, biliyorum ki birlikte çok güçlüyüz ve asla yalnız değiliz.

DAUSEN

Girne Belediyesi

Girne Belediyesi

Gönyeli Alayköy Belediyesi