20 bin öğrenci kayıp: İnsan ticareti üniversitelerden besleniyor
Mülteci Hakları Derneği’nden çarpıcı uyarı: Üniversiteler ve ajansların işbirliği insan ticaretini besliyor. Mülteci Hakları Derneği’nin İnsan Ticaretiyle Mücadele Projesi Koordinatörü Damla Kodan, “Kadın öğrenciler fuhuşa, zorla çalıştırmaya maruz kalıyor; yumurta bağışı ve taşıyıcı annelik sektöre dönüştü” dedi.
20 bin öğrenci kayıp: İnsan ticareti üniversitelerden besleniyor
Mülteci Hakları Derneği’nden çarpıcı uyarı: Üniversiteler ve ajansların işbirliği insan ticaretini besliyor. Mülteci Hakları Derneği’nin İnsan Ticaretiyle Mücadele Projesi Koordinatörü Damla Kodan, “Kadın öğrenciler fuhuşa, zorla çalıştırmaya maruz kalıyor; yumurta bağışı ve taşıyıcı annelik sektöre dönüştü” dedi.
Kıbrıs’ın kuzeyinde üniversitelerde kayıtlı 107 bin öğrenciden yalnızca 83 bini aktif durumda. Geriye kalan yaklaşık 20 bin öğrencinin ortadan kaybolduğu belirtiliyor. Mülteci Hakları Derneği’nin İnsan Ticaretiyle Mücadele Projesi Koordinatörü Damla Kodan, bu tabloya dikkat çekerek, kaybolan öğrencilerin önemli bir kısmının insan ticareti mağduru haline geldiğini söyledi.
Kodan, Bugün Kıbrıs’a verdiği röportajda, üniversiteler ve ajanslar arasındaki işbirliğinin insan ticaretini besleyen en önemli faktörlerden biri olduğunu vurguladı. “Üniversiteler ajanslara öğrenci başına komisyon ödüyor, ajanslar da gençleri iyi bir eğitim hayaliyle buraya getiriyor. Ancak bu öğrencilerin bir bölümü fuhuşa ya da zorla çalıştırmaya maruz kalıyor” dedi.
Kodan, insan ticaretinin artık sadece gece kulüplerinde değil, ev içi hizmetlerden tarım işçiliğine, taşıyıcı annelikten yumurta bağışına kadar birçok alana yayıldığını, Kıbrıs’ın kuzeyinde insan ticaretinin en büyük suç pazarı haline geldiğini ifade etti. 2020’de Ceza Yasası’na eklenen düzenlemeye rağmen son beş yılda yalnızca bir mahkûmiyet kararı çıktığını hatırlatarak, “Yasalar uygulanmıyor, mağdurlar korunmuyor” sözleriyle devletin yetersizliğine işaret etti.
Kodan, özellikle yabancı öğrencilerin hedef haline geldiğini belirterek, siyahi kadın öğrencilerin sokakta ve hatta kampüslerde dahi taciz edildiğini aktardı. Öğrencilerin sürekli olarak ıslıklara, boru çalmaya ve para karşılığı birliktelik tekliflerine maruz kaldığını ifade eden Kodan, “Kadın öğrenciler artık burada güvende olmadıklarını söylüyorlar, özgürce giyinemiyorlar, sokakta yürürken bile tedirginlik yaşıyorlar” dedi. Ayrıca yumurta bağışı ve taşıyıcı annelik üzerinden kadın bedeninin istismar edilmesinin de ciddi bir sektör haline geldiğini vurguladı.
İnsan ticaretine karşı mevcut yasal düzenlemelerin kâğıt üzerinde kaldığını belirten Kodan, 2020’de Ceza Yasası kapsamına alınan insan ticareti suçundan bugüne kadar yalnızca bir mahkûmiyet kararı çıktığını hatırlattı. Bu durumun, devletin denetim ve yaptırım eksikliğinin açık göstergesi olduğunu söyleyen Kodan, “Mağdurlar için güvenli bir sığınma evi yok, hukuki ve psikolojik destek çoğunlukla sivil toplum örgütlerinin sırtına bırakılıyor. Devlet yükümlülüklerini yerine getirmiyor” ifadelerini kullandı.
Mülteci Hakları Derneği’nin yürüttüğü projelerle uluslararası görünürlük sağlamaya çalıştıklarını anlatan Kodan, insan ticaretine karşı iki toplumlu mücadelenin şart olduğunu vurguladı. Güneydeki örgütlerle birlikte yürüttükleri çalışmalar sayesinde uluslararası basının da dikkatini çektiklerini belirten Kodan, “Ada’nın bir yarısında ne oluyorsa diğer yarısı da bundan etkileniyor. İnsan ticareti örgütlü bir suçtur, buna karşı örgütlü mücadele gerekir” dedi.
Kodan’ın tespitleri, yalnızca rakamlardan ibaret değil; sahada karşılaşılan somut mağduriyetleri de gözler önüne seriyor. İşte Damla Kodan ile gerçekleştirdiğimiz röportajın tamamı:
SORU: İnsan ticareti Kıbrıs’ın kuzeyinde nasıl bir tablo ortaya koyuyor? Bugün karşılaşılan en ciddi riskler neler?
YANIT: İnsan ticareti ne yazık ki artık yaygın olarak birçok farklı sektörde görülebiliyor.
Okullarda yabancı öğrencilerin sömürülmesi ve kandırılması.
Gece kulüplerinde fuhuşa zorlanan kadınlar, son zamanlarda çıkan “intihar” iddiaları ve kadınların hiçbir hareket özgürlüğünün olmaması.
Mevsimlik işçilerin, Cypfruvex olayında olduğu gibi emek sömürüsüne maruz kalmaları ve zorla çalıştırılmaları.
Ev içi hizmet veren, yaşlı bakımı vb. yerlerde çalışanların yine evin içinde tutulmaları, dış dünya ile iletişimlerinin ve hareket özgürlüklerinin sınırlılığı, sigortaların olmaması ve ev içinde şiddet görme olasılıkları.
Taşıyıcı annelik ve yumurta bağışı üzerinden insan ticareti mağduriyeti. Kadın bedeninin istismarı üzerinden yaygınlaşmaya başlayan ve yine ciddi bir kar sektörüne dönen bir durum.
Bu noktada toplum olarak etik değerlerimizi gözden geçirmemiz, ve kar uğruna bu kadar farklı alanda bu kadar fazla insanın sömürülmesine ve insan ticareti mağduriyeti yaşamasını göz yumuşumuza bir sorgulama getirmemiz gerekiyor.
SORU: Özellikle üniversite ve kolejler aracılığıyla gelen yabancı öğrencilerin hedef alınması konusunda ne tür bulgularınız var?
YANIT: Birçok öğrencinin kendi ülkelerinde tanıdıkları biri aracılığı ile, buradaki ajanslarla da iletişime geçerek insan ticareti mağduru olduğuna şahit oluyoruz. Genellikle kendi ülkesinden tanıdığı birisi öğrenciye iyi bir eğitim hayali satıyor. Bu tanıdık kişi uçak bileti, vize, okul ön kayıt işlemleri gibi işlemleri gerçekleştiriyor. Daha sonrasında adaya geldiğinde, borçlu olduğunu ve bu borcu ödemek için çalışması gerektiğini söyleyerek, genç kadın öğrenciler fuhuşa zorlanıyorlar. Telefon ve pasaportlarına el konuluyor ve dış dünya ile iletişimi kesiliyor. Karşı koyduğunda psikolojik ve fiziksel tehdit ve şiddetlere maruz kalabiliyor.
Diğer yandan adaya güvenli bir şekilde varan ve okuluna başlayan öğrenciler de var. Fakat bir süre sonra eğer öğrenci maddi zorluk yaşıyorsa, iş ararken insan ticareti mağduru olabiliyor. Burada şahit olduğumuz mesajlaşmalar var. Bazı ajanslar, çevrimiçi platformlar üzerinden, özellikle öğrencileri bu gruplara ekleyerek, buradan iş fırsatları paylaşıyor. Bu işler yanıltıcı çıkabiliyor veya kişi işe bilerek bile girse, örneğin garsonluk veya inşaat sektörü, daha sonrasında kendini uzun saatler, hiç veya çok az maaş alarak ve pasaportu ondan alınmış ve zorla çalıştırılırken bulabiliyor. Bu noktada da artık öğrencinin okul ile ilişkisi kopuyor.
SORU: Ülkede işçi bulma ajanslarının yasak olmasına rağmen hâlâ faaliyette oldukları ve insan ticaretine zemin oluşturdukları görülüyor. Bu ajansların nasıl çalıştığını ve mağdurları nasıl ağına düşürdüğünü gözlemliyorsunuz?
YANIT: Okullar özelinde, kuzey’deki üniversiteler, uluslararası öğrenci sayısını artırmak için yoğun olarak ajanslarla çalışmaktadır. Ajanslar ağırlıklı olarak Afrika ve Asya ülkelerine erişerek, buralardan öğrenci getirtmektedirler. Üniversiteler ajanslara öğrenci başına belirli bir komisyon öder ve ajanslar buradan gelir elde eder. Buradaki üniversitelerin ağırlıklı gelir kaynağı yurtdışından gelen öğrencilere dayalıdır. Bu noktada, ajanslarla işbirliği yapan üniversiteler de insan ticaretine ortak oluyorlar. Ajansların öğrencileri çeşitli yollarla kandırarak buraya getirmesi, ve getirdikten sonra insan ticaretine maruz bırakması artık bilinmeyen bir durum olmasa da bu işbirlikleri sürüyor.
Ayni şekilde iş verenler de, özellikle üçüncü dünya ülkelerinden ucuz işçi getirtebilmek adına ajanslarla iş birliği yapıyor ve emek sömürüsüne ortak oluyorlar. Yine burada adanın tanınmayışının dezavantajlarını görebiliyoruz. Tanınmadığımız için okullara ve iş sektörlerine düşük talep oluyor ve bu çarkı döndürme görevinde şeffaf ve güvenilir olmayan ajanslara bel bağlanılıyor. Bu noktada, yine de bu kadar açık bir şekilde insan ticareti suçu yaratan ajansların denetlenmemesine ve soruşturulmamasına şahit oluyoruz.
SORU: Üniversiteler ve eğitim merkezleri bu konuda nasıl bir sorumluluk üstlenmeli?
YANIT: En önce farkındalık yaratmaya yönelik bir çaba olmalıdır. Özellikle üniversitelerde, dönem dönem panellerin düzenlendiğini görüyoruz. Bu panellerde insan ticareti konusuna da alan açılmalıdır. Destek gerekiyorsa, bu alanda çalışan STÖ’lere ulaşmaktan çekinmemeliler. Kişinin kendisini koruyabilmesi için önce ne ile karşı karşıya olduğunu bilmesi gerekir. Bu noktada insan ticaretini anlamak, belirtilerini net tanımlamak çok önemlidir.
Devamında da güvenli alanlar yaratmak gereklidir. Bazı üniversitelerin cinsel şiddete karşı destek birimleri var. Psikolojik ve yasal destek sağlayan bu birimlerin, varlığı çok kritiktir. Öğrencilere güvenebilecekleri ve yardım alabilecekleri bir birim sunmak özellikle üniversitelerde önemli bir rol oynamaktadır. Bu birimlerdeki görevli kişiler, STÖ ve polis ile iletişim içerisinde de çalışabilirse, daha bütünlüklü bir koruma yöntemi olabilir. Tabi ki uygulanan politikalarda ciddi eksiklikler var ve tüm yük okullara veya STÖ’lere kalmamalıdır. Fakat, burada yasal bir şekilde öğrenci olan ve okuluna devam etmek isteyen tüm gençleri mağduriyetten korumak, hepimizin görevi olmalıdır.
SORU: Öğrencilerin mağdur olmaması için üniversitelerde hangi denetim ve önlemler hayata geçirilmeli?
YANIT: Öğrenci takibi çok önemli. Son yaptığımız eğitimciler ile olan atölyelerimizde birçok üniversite eğitmeninden “sene başından sene sonuna kadar sınıfın yarısı eksiliyor, ortadan kayboluyor” tarzı söylemler aldık. Bu öğrencilerin devamsızlığı takip edilmeli, devamsızlığın sebepleri üniversiteler tarafından tespit edilmelidir.
Bazı durumlarda, öğrenciler gelip okula başlıyor, fakat daha sonrasında 2.dönem okul ödemeleri ve yurt/ev kiraları derken, maddi sıkıntılar yaşıyorlar. Bu süreçte, çevrimiçi gruplardan özellikle öğrencilere ulaşıldığı ve ajanslar tarafından -güvenilirliği belirsiz- iş fırsatları paylaşıldığına şahit olduk. Maddi sıkıntı çeken öğrenci, okul masraflarını ve geçimini karşılamak için ajansların paylaştığı işlere girebiliyor ve ciddi bir insan ticareti mağduru olma riski taşıyor. Bir süre sonra okul ile ilişkisi tamamen kesilebiliyor. Bu noktada üniversiteler, öğrenciler için güvenli kariyer merkezleri oluşturmalıdır. Güvenli bir şekilde, sektörü ve öğrencileri bir araya getirerek staj ve iş fırsatları sunmalıdır. Bu takiplerin yapılması ve okula bağlı kariyer merkezlerinin oluşturulmasının, bütüncül bir fayda getirebileceğini de vurgulamak isterim. Bu şekilde öğrenci profilinin devamlılığı, eğitim kalitesinin artışının yanı sıra, öğrenciler insani bir şekilde eğitim ve yaşamlarını sürdürebilecektir.
Ve daha önce de bahsettiğim gibi, kişinin kendini koruyabilmesi için önce ne ile karşı karşıya olduğunu bilmesi gerekir. Farkındalık seminer, kampanya ve atölyeleri bu konuda büyük önem arz etmektedir. Ve tabi ki, öğrencilerin güvenli bir alanı olması, bu tarz durumları okulda şikâyet edebilecekleri birimlerin olması çok önemlidir.
SORU: Kıbrıs’ın kuzeyinde göç ve yabancı öğrencilerle ilgili yeterli politika ve mevzuat bulunuyor mu?
YANIT: Ne yazık ki çok yetersiz ve uluslararası hukuktan çok uzağız. Buraya gelen öğrencilerin bir kesimi çatışma ülkelerinden ve/veya ciddi yoksullukların olduğu ülkelerden geliyorlar. Ciddi hayati risk taşıyabilen ülkelerine geri dönmemek için, burada savunmasız bir hale gelebiliyorlar. Sömürü ve insan ticareti bu savunmasızlık halinden besleniyor. Önce gerçek olamayacak kadar güzel duyulan iş/eğitim fırsatları yaratıp, daha sonrasında insanları tuzağa düşürüyorlar. Tacirlerin Kıbrıs’ın kuzeyinde, kişiyi sınır dışı ettirme gibi psikolojik tehditleri avantajına kullandığını görüyoruz. Tabi ki bu psikolojik tehditlere, genellikle fiziksel eylemler yani pasaportuna el koyma, fiziksel şiddet uygulama vb. de ekleniyor. Bu noktada sığınma hakkı tanıyan etkin göç politikaları hayati bir önem taşıyor. Sığınma hakkı deyince, toplumun gözü korkuyor. Halk ağzıyla “herkesi toplaycayık bunun içine” diye düşünülüyor. Fakat, şu anda etkin göç politikalarımızın olmamasının sonuçlarını görüyoruz. Ne nüfus takibimiz var ne de insanlara insanca bir yaşam sunabiliyoruz. Bu yaşatılan mağduriyetler, “bize bir şey olmaz” diye düşünülse de tüm toplum refahını etkiliyor.
SORU: Denetimsizlik ya da şeffaf olmayan uygulamalar insan ticareti riskini nasıl artırıyor?
YANIT: Denetim mekanizmalarının zayıf olduğu ve suistimal edildiği yerlerde, yolsuzluğa ve insan tacirlerine alan açılır. Bunun en yakın örneği, Cypfruvex olayında yaşanılanlardır. 2024 senesi ilkbahar sezonunda narenciye sektöründe çalıştırılmak için getirilen Bangladeş ve Pakistan asıllı işçiler, sezon geçmesine ve artık narenciye işi kalmamasına rağmen yaz aylarında da getirilmeye devam edilmiştir. O dönem İnsan Hakları Platformu öncülüğünde, Mülteci Hakları Derneği ve birçok farklı inisiyatif ve örgütün katkılarıyla, 600’den fazla işçinin getirildiği, bu işçilerden adaya gelmeleri için para talep edildiği tespit edilmiştir. İşçilerin getirilebilmesi için gerekli yasal düzenlemeler ve belgelerle oynanmıştır. Kar amacı uğruna, şeffaflık ve denetim olgularının çöktüğü ve denetim mekanizmalarının olmadığı yerde, yetkilerin kötüye kullanılabildiği gözlemlenmiştir.
SORU: Devlet kurumlarının bu alanda eksik kaldığı en kritik noktalar sizce neler?
YANIT: En başta var olan sınırlı yasaların uygulanmaması. 2020 yılında yapılan düzenlemede insan ticareti suç olarak Ceza Yasası kapsamına alındı. Ancak bu 5 sene içerisinde, yalnızca bir vaka mahkûmiyet kararı ile sonuçlandı. Bu da tacirin, yabancı olduğu bir durumdu. Yani aslında burada ırkçılığın ve “bizden olanı koruma” düşüncesinin de insan ticareti mahkumiyetlerini sonuçsuz bıraktığını söyleyebiliriz. Yani aslında yine şeffaflığın ve denetim mekanizmalarının sarsıntıda olduğu bir durum söz konusu.
Mağdur tanımlama prosedürlerinin eksikliği, bu konuda eğitim almış ve müdahale edebilecek birimlerin eksikliği, barınma, sağlık, psikolojik destek gibi eksiklikler, genellik Sivil Toplum ’un üzerine fazlasıyla yük bırakıyor ve etkin, ve sürdürülebilir bir mağdur koruma ve mağduriyeti önleme çalışması yapılamıyor.
SORU: İnsan ticareti mağdurlarının korunması için mevcut sistem yeterli mi?
YANIT: Hayır kesinlikle yeterli değildir.
SORU: Barınma, hukuki destek ve psikolojik yardım gibi alanlarda hangi boşluklar var?
YANIT: Bu desteklerin birçoğu devlet desteği olmaksızın STÖ’lerin üzerine kalmaktadır. İnsan ticareti mağdurları için barınma, ciddi güvenlik önlemleri gerektiren ve devlet çatısı altında uygulanması gereken bir destek mekanizmasıdır. Tacirler genellikle, mağdurların peşine düşebilir, onları yeniden çalışmaya zorlayabilir veya psikolojik/fiziksel şiddet uygulayabilirler. Bu noktada, devlet çatısı altında, sıkı güvenlik tedbirleri ile insan ticareti mağdurlarına yönelik bir sığınma evinin olması ciddi önem arz etmektedir. Yine 2020 yılında yapılan düzenlemede, mahkeme kararı sonuçlanana kadar, mağdurun cezalandırılmasını ve/veya sınır dışı edilmesini önleyen bir madde de bulunmaktadır ve ne yazık ki uygulanmamaktadır. Bu maddenin uygulanması ve sığınma evinin açılması, birçok mağduru yeniden travmatize etmenin önüne geçmek için bir adım olacaktır.
Ücretsiz hukuki ve psikolojik destek çok sınırlı ve özellikle hukuki destek yükü ağırlıklı olarak İnsan Hakları Platformu’na kalıyor. Daha kapsamlı ve sürdürülebilir bir hukuki ve psikolojik destek devlet tarafından mağdurlara sağlanmalıdır. Birçok insan ticareti mağdurunun yaşananlar sonrasında ciddi PTSD (Travma Sonrası Stres Bozukluğu) semptomları gösterdiği saptanmaktadır. Bu ülkede, insanlara ciddi travmalar yaşatılıyor ve sonrasında bu travmalarla yalnız bırakılıyorlar. Ülkesine dönen insan ticareti mağdurları ile irtibat tamamen kesiliyor. Bu insanlar daha sonra hayata tekrar bir şekilde tutunabiliyorlar mı, bilen yok…
SORU: Mağdurların güvenle başvurabileceği mekanizmalar yeterince erişilebilir mi?
YANIT: Ne yazık ki bu tarz mekanizmalar yoktur. STÖ tarafından, acil durumlarda İnsan Hakları Platformu’nun çağrı hattı vardır.
SORU: Sizce bu sorunla mücadelede öncelikli adımlar neler olmalı?
YANIT: İnsan ticareti suçu ile mücadele bütüncül bir yaklaşım gerektirir. Hem mağdurların korunması hem de tacirlerin etkin bir şekilde cezalandırılması şarttır. İnsan ticaretinin ağırlıklı olarak organize bir suç olduğunu bilgisine dayanarak, bireysel veya tek başına örgütsel mücadele ne yazık ki yetersiz kalmaktadır. İlgili tüm kurum, örgüt ve çatıların bir araya gelerek bu örgütlü suça karşı örgütlenmeleri elzemdir. En başta,
Poliste ve yargıda uzman birimler oluşturulması ve insan ticaretine karşı eğitimli olmaları.
Mağduriyeti önleme amaçlı bilgilendirme seminerleri ve kampanyaları düzenlenmesi. Okullarda, hastanelerde, vb. kamu alanlarında insan ticaretine karşı farkındalık yaratma.
Mağdurların korunması için, ücretsiz hukuki ve psikolojik destek veren eğitimli görevlilerin olması. Devletin ihbar hattının oluşturulması/aktifleştirilmesi ve sığınma evinin açılması.
İş sektörlerinde denetimin artırılması. Çalışma saatleri, sigorta, vize, hareket özgürlüğü, asgari ücret vb. denetimlerin şeffaflıkla yürütülmesi. Emek sömürüsü ve insan ticaretine karşı iş verenlere yaptırımların oluşması.
SORU: Üniversiteler, sivil toplum örgütleri ve devlet arasında nasıl bir iş birliği modeli kurulabilir?
YANIT: Farkındalık: Hem üniversite çalışanlarının hem öğrencilerin hem de devlet çalışanlarının farkındalıklarını artıracak eğitimler ve seminerler düzenlenebilir. STÖ’ler bu kapasite güçlendirme eğitimlerini sağlayabilir.
Devlet desteği ile mağdur destek hizmeti geliştirilebilir. Daha önce de bahsettiğim gibi, okullarda güvenli alanlar yaratmak, öğrencilerin insan ticaretini ihbar edebileceği birimlerin olması çok önemlidir. Devlet bu konuda üniversitelere destek sağlayabilir ve bu birimlerin güçlendirilmesine öncülük edebilir.
Üniversiteler insan ticaretine yönelik araştırma ve veri toplamaları artırabilir. Bu konuda ulaştığı bilgileri hem STÖ’ler hem de ilgili devlet kurumları ile paylaşabilir.
SORU: Mülteci Hakları Derneği olarak insan ticaretiyle mücadelede yürüttüğünüz en önemli çalışmaları anlatır mısınız?
YANIT: İnsan ticareti ile mücadelede, uluslararası görünürlüğün ve dayanışmanın önemine değinmek isterim. Adanın kuzeyinin sadece insan ticareti değil, birçok farklı alanda bu denli bir suç artışının en temel sebeplerinden birisi de tanınmıyor oluşudur. Uluslararası ve AB yasalarının hükümü altında olmayışımız, yeterli denetim ve yaptırımların olmayışı, kriminal örgütlere alan açıyor. Bu noktada, projemizin iki toplumlu bir proje olmasının bize getirdiği faydaları gözlemlemiş olduk. Mart 2025 de Prenses gece kulübünde “intihar” ettiği iddia edilen ve hayatını kaybeden Anastasia Melega için kuzeyden ve güneyden sivil toplum örgütleri olarak iki toplumlu bir basın açıklaması yayınladık. Bu basın açıklaması güneydeki Rum gazetelerinde yayınlandıktan sonra, Mülteci Hakları Derneği olarak, İngiltere basınından, Çinden, Moldova’dan ve daha birçok farklı ülkeden bize ulaşarak röportaj yapmak isteyenler oldu. Birçoğuyla görüşmeye ve bilgi aktarmaya çalıştık. Birçok gazeteci kendi ülkesindeki vatandaşları Kıbrıs’ın kuzeyindeki seks ticareti ve gece kulüplerinde fuhuşa zorlanan kadınlar hakkında bilgilendirmek ve uyarmak amacıyla bize ulaşıyordu. Şu anda aktif olarak iletişim halinde olduğumuz, güneyden ve kuzeyden 20’den fazla örgütün dahil olduğu insan ticaretine karşı iki toplumlu bir ağımız var. İnsan ticaretine karşı iki toplumlu mücadele şart, çünkü adanın bir yarısında ne oluyorsa, diğer yarısı da ondan net bir şekilde etkileniyor. Ayrıca iki toplum arası iletişimsizlik ve iş birliğinin eksikliği de insan tacirleri ve kaçakçılarına alan açıyor. Bu noktada iki toplumlu teknik komitelerin önemli bir rolü var. Fakat projemiz boyunca, özellikle kuzeydeki teknik komite temsilcilerinin, iki toplumlu hiçbir davetimize katılmadıklarının altını çizmek isterim.
Uluslararası görünürlük ve iki toplumlu dayanışmanın yanı sıra, adanın kuzeyinde yaptığımız üniversite öğrencileri ve eğitimciler ile olan eğitimlerimizin büyük önem arz ettiğini belirtebilirim. Eğitimler sırasınca, birçok üniversite öğrencisiyle konuşma fırsatı yakaladım. Öğrenciler eğitim kalitesinden memnun olmadıklarını, kendilerini güvende hissetmediklerini ve ırkçılık ciddi boyutlarda olduğunun altını çizdiler. Özellikle siyahi kadın öğrencilerin, yolda ve hatta kampüs içinde yürürken bile, onlara boru çalan, ıslık atan, para karşılığı birliktelik teklif edenler olduğunu vurguluyor. Toplum genelinde, siyahi kadın öğrencilerin burada “pazarlanan” kadınlar olduğuna dair algılar gelişti. Kadın öğrenciler kendilerini sokakta güvende hissetmiyor. Arkadaşlarıyla dışarıya çıkarken özgürce diledikleri gibi giyinemediklerini, devamlı taciz endişesi taşıdıklarını ve sokaklarda rahatça yürüyemediklerinin altını çiziyorlar. Ayrıca yine genç kadın öğrencilerden aldığımız bilgilere göre, IVF merkezlerinin yumurta bağışı için sokaklarda broşür dağıttığı ve ağırlıklı olarak öğrencileri hedef aldığı duyumlarına ulaştık. Yumurta bağışı ve taşıyıcı annelik üzerinden insan ticareti mağduriyetine yönelik bulgular var. Öğrenciler, artık buradan gitmek istediklerini ve kendi ülkelerindeki arkadaşlarına da buraya okumaya gelmemelerini söylediklerini belirttiler. Buraya iyi bir eğitim alma umuduyla gelen, kendine bir gelecek inşa etmeye çalışan gencecik insanların, burada bir hedef kitle haline gelmelerini, özellikle kadın bedeninin istismarının bir kara çevrilmesini, büyük bir insanlık ayıbı olarak görüyorum.
2022 yılı boyunca yerel makamların üniversite sayısının kontrolsüz şekilde artışı, öğrencileri sahte vaatlerle kandıran acenteler ve öğrenci vizesi düzenlemelerinin kötüye kullanılması konularında bilgilendirildiğini söyleyen İHP, öğrencilerin KKTC’ye geldiğinde üniversitelerine devam edip etmediklerini veya insan kaçakçılığı gibi diğer tehlikeli veya yasadışı durumlarla karşılaşıp karşılaşmadıklarını takip edecek bir izleme mekanizmasının olmadığını raporladı. KKTC İçişleri Bakanlığı 2022 verilerine göre üniversitelerdeki kayıtlı öğrenci sayısı 107 bin ancak sadece 83 bini aktif. 20 bin öğrenci derslere devam etmiyor. Kayıt yenilemeyip adada kaçak durumunda olanların sayısı ise belirsiz.
Birleşmiş Milletler üyesi 193 ülke içinde gelişen organize suç faaliyetlerini karşılaştıran Uluslararası Organize Suç İnisiyatifi’nin Küresel Organize Suç Endeksi 2023 raporunda da Kıbrıs ile ilgili çarpıcı bilgiler var. Ada, Avrupa genelindeki organize suç endeksinde 29’uncu sırada yer alıyor. Afrika, Asya ve Avrupa arasındaki konumu nedeniyle Kıbrıs’ın düzensiz göç için popüler bir destinasyon olduğu vurgulanırken, insan ticaretinin adadaki en büyük suç pazarı olduğu ve bunu uyuşturucu kaçakçılığının takip ettiği belirtiliyor. Öğrenci vizesiyle KKTC’ye gelen Afrika vatandaşlarının tampon bölgeyi geçerek Kıbrıs Cumhuriyeti’nden sığınma talep etmeleri için yönlendirildikleri iddia ediliyor. Ayrıca bazı kişilerin kaçakçıların yardımıyla sahte evlilik yoluyla siyasi sığınma başvurusunda bulunmaya çalıştığı aktarılıyor.