Aktuğralı: “Her şeyden çaldınız, deprem öldürmedi, bizi siz öldürdünüz, katilsiniz!”
Adıyaman’daki duruşma verilen 10 dakikalık aranın ardından devam ediyor. Otelde yaşamını yitiren Aras Aktuğralı’nın babası Murat Aktuğralı deprem anını ve sonrası mahkemeye anlattı...
Bugün Kıbrıs/Emine Yüksel
Depremin yaşandığı sırada otelde bulunan ve enkazdan sağ kurtulan acılı baba Murat Aktuğralı şunları aktardı:
“Nasıl başlayacağımı ben de bilmiyorum. Herhalde yeryüzünde gelmek istediğin en son şehirdeyim. Dün 11 sanığı sırayla dinledik. Bir tiyatro gösterişi izlediğimiz hissene kapıldım. Bu şehre gelirken sanıkların gözüne baka baka onların katil olduklarını bir cinayet mahali yarattıklarına yüzlerine haykırmak için geldim. Umarım bundan sonra burada olurlar.
Mağusa TMK aile birliği üyesi ve Aras’ın babası olarak buraya geldik. Voleybol takımları, öğretmenler ve biz veliler Kıbrıs’tan yola çıktık. Önce Belediye Başkanının huzuruna çağrıldık. Çocuklarımız son toplu resimlerini orada çektiler. Akabinde akşam yemeği yendi. Ertesi gün planlandığı gibi…
Çocuklarımız belki de bir daha hiç gelmeyecekleri bir şehirdeydiler. Ama çok mutluydular, şampiyon olmak için gelmişlerdi. Geldiğimiz sene ikinci olmuştu abileri ablaları. Onlar şampiyon olmaya gelmişti. 5 Şubat sabahı kar yağmıştı bazı çocuklar ilk kez kar görmüştü. Çok mutlu olmuşlardı, son mutlulukları oldu.
Canbulat Ortaokulu da bizimle kalacaktı ancak yer olmamasından dolayı başka otele yerleştiler. Onları ziyarete ettik ve bize burada daha iyi bakarlar buraya mı gelsek şakaları yaptık.
Akşam Kervansaray Restorana gittik. Orada yemek yedik. Oğlumu en son orada gördüm. Baba deyişini en son orada duydum.
10 gibi otele döndük, bize açılan mutfakta 12’ye kadar oturduk. Sonra odalarımıza çıktık. Deprem olmadan 2-3 kez uyandım. Deprem sırasında hafif uykuda olduğum için hemen uyandım, telefonumu aldım ve çocukların olduğu tarafa doğru gitmeye çalıştım. Bina su gibi sallanıyordu. Olduğum yere çöktüm, odanın üzerime yıkıldığını hatırlıyorum. Bir süre oturup bekledim, sarsıntı devam ediyordu. Telefonumun ışığını açarak derin bir nefes aldım. Her taraf toz dumandı. İlk aklıma gelen hayatımın son dakikalarını orada geçireceğim oldu.
Ayaklarımı hareket ettirebileceğimi anladığımda sürüne sürüne kendimi kurtardım. Etrafıma baktım ayaklarımın üzerinde buz dolabı olduğunu gördüm. Birkaç adım attım ve gökyüzünü gördüm. 3. katta olmama rağmen en üstteydik. Birkaç adım daha atarak Pervin Aksoy İpekçioğlu’nu gördüm. Tek yıkılan bina biz miyiz diye sordum. Çünkü etrafımızdaki binalar ayaktaydı. Aydınlık olan tek bina yanımızdaki kütüphane binasıydı. Bir süre sonra Recep Kılıç arkadaşım enkazdan kurtularak bana seslendi. Her tarafı toz içindeydi, tanıyamadım. Recep sen misin diye sordum. Rehber olduklarını sonradan öğrendiğimiz iki kişi daha geldi. Enkazdan bulduğumuz kıyafetleri üzerimize giydik. Pervin’in parmakları yaralıydı. Onu yıkım olur korkusuyla, Recep ile birlikte yukarı çektik. Ayağı şişti, bavuldan bulduğumuz bandajlarla pansuman yaptık.
Hiç durmadan çocukların adını çağırıyorduk. Sokaklarda birkaç polis ve ambulans sesi dışında ses yoktu. Çocukların isimleri yankılanıyordu sokakta. Biri bize yardıma ihtiyacımız olup olmadığını sordu. Çocukları görüp görmediğini sorduk. Onlar bize kimse olmadığını söyledi.
Zemine inecek bir yer bulduk. Aşağıya indiğimizde yıkımın ne kadar büyük olduğunu fark ettik. Sağlam parça yoktu. Her yer tuzla buz olmuştu. Çocukların isimlerini haykırmaya devam ettik ama bizim ekipten kimse yoktu. Esra hanımın hayatta olduğunu biliyorduk, birkaç kişi daha vardı ama enkazı kaldıracak gücümüz yoktu.
Bir kişinin sıkıştığını hatırlıyorum. Elini tutmamızı istedi. Bizden ağrı kesici istedi, ayakları sıkışmıştı. Birilerinin ona ağrı kesici verdiğini hatırlıyorum. Çok soğuktu ve yağmur yağıyordu. Kızılay merkezine sığındık.
Gördüklerimiz bizi şok etmişti, kanımız donmuştu. Çocuklarımız yoktu, tek istediğimiz çocuklarımızı bulmaktı. Telefonlar çalışmıyordu. Eşime deprem oldu bina yıkıldı biz çıktık ama çocukları bulamıyoruz diye mesaj attım ama ulaşmadı.
Bana telefonla ilk ulaşan Enver Karaya oldu. Daha sonra Cumhurbaşkanlığından Anıl Kaya beni aradı.
Konsolosluk yetkilileri bana ulaştılar, isimlerimizi aldılar.
Gün aydınlandığında enkazın ne kadar kötü durumda olduğunu daha net gördüm. O enkazı gördükten sonra benim hayatım durdu. Bir çocuğun oradan kurtulasının imkansız olduğunu düşündüm. Kıbrıs’tan gelen yardımlar bize ulaşmaya başladı.
Bir sarsıntı daha oldu, biz Kızılay kutusunun camları kırılır diye dışarı çıktık. Orada AFAD ekibinden 5-6 kişinin tekbirlerle geldiğini duyduk.
Ertesi gün çocuklarımızın cenazelerini bulmaya başladık. Önce Doruk çıktı. Çocuklarımız uyku pozisyonundaydılar. Hareket edememişlerdi bile.
Enkazda mavi ve kırmızı kablolar vardı. Oğlumun bavulu da o renklerdeydi ama ben bulmak istemediğim için enkaza yaklaşmıyordum. Cenazelerimiz çıkmaya devam ediyordu. Önce oda arkadaşları bulundu, artık oğlum Aras’ın cenazesinin yakın olduğunu biliyordum. Öğlen saatlerinde oğlumu da buldular. Teşhis için çadıra gittiğimde oğlum uyur pozisyondaydı. Kımıldayamadı bile çocuklar. En rahat uyuduğu pozisyondaydı. Kanama yoktu. Bir şekilde bir yerden sıkıştıklarını düşünüyorum. Beyaz yüzünü gördüm, gözleri maviydi oğlumun, gözlerini görünce Aras’tır dedim.
Biz her gün 6 Şubat’a uyanıyoruz, her açtığımızda gözümüzde yaş var. Ben canımı bu şehre gömdüm, umudumu bu şehre gömdüm. Benim umudumdu Aras. Parıl parıldı çocuklarımız, bir memleketin umudu olabilirlerdi.
Dün duyduklarıma inanamadım. Benim ve arkadaşlarımın hepsinin hayatını bitirdiler. Enkaza gelenler hiçbir şeyin doğru yapılmadığını fark edebiliyordu. Her şeyi doğru yaptığını iddia ediyor.
Biz çocuklarımızın ayağına toz kondurmazken tonlarca enkazın altından çıkardık çocuklarımızı.
Şehirde bilinen uygun yapıların ayakta olduğunu herkes görüyor. Siz de geldiğinizde göreceksiniz, umarım gelemeyeceksiniz.
Dünkü sanıklar ve eklenecek diğer sanıklardan şikayetçiyim. Her şeyden çaldınız, deprem öldürmedi, bizi siz öldürdünüz, katilsiniz!”