Farklı görüşler Kıbrıs’taki çıkmazda birleşti: Ani gelişmeler yaşanabilir

35. Işık Kitabevi Fuarı kapsamında Kıbrıs Sorunundaki çıkmazlar tartışıldı. Farklı görüşten panelistler ani gelişmelerin olabileceği konusunda birleşti.

Bugün Kıbrıs/Ayşemden Akın
Fotoğraflar: Emine Yüksel

Önemli isimlerin konuşmacı olduğu dün akşam Lefkoşa’da düzenlenen panelde, bölgede çok hızlı gelişmeler yaşanabileceği vurgulandı. Çok kutuplu dünya düzeninde Kıbrıs Sorunundaki tarafların değiştiği belirtilirken dayatma reçetelerle sorunun çözülemeyeceği ortaya konuldu. Kıbrıs’taki iki eşit toplumun iş birliğine ve federal kültürün eksikliğine dikkat çekildi. Panelde ayrıca Kıbrıs’ın kuzeyinin şu an çok kötü yönetildiği vurgulandı.

CTP Genel Sekreteri ve milletvekili Asım Akansoy, Halkın Partisi Genel Başkanı Kudret Özersay, Cumhurbaşkanı özel temsilcisi Ergün Olgun ve akademisyen Prof. Dr. Ahmet Sözen’in konuşmacı olduğu paneli akademisyen Yrd. Doç. Dr. Umut Bozkurt yönetti.

Kıbrıs meselesi ve müzakereler konusunda yapılan açıklamalarda küresel güç dengelerinin değiştiği ve Türkiye’nin bu değişimden faydalandığı belirtildi. Kıbrıs meselesinin çıkmazının müzakere masasında değil, daha derin bir yerlerde olduğu ifade edilirken Kıbrıs’ın uluslararası bir uyuşmazlık olduğu ve bu durumun dış aktörlerin etkisiyle daha da karmaşık hale geldiği kaydedildi Müzakerelerin başarısızlığının Rum tarafının Helen adası vizyonuyla ilgili olduğuna da dikkat çekilirken, müzakerelerin ve çözümün zorlu olduğu ancak barış ve işbirliği için çalışılması gerektiği vurgulandı.

Konuşmacıların aktardıkları şöyle:

AHMET SÖZEN KÜRESEL GELİŞMELERİ BİR ARAYA GETİRDİ
“Müzakere masasındaki çıkmazı konuşabilmek için resmi müzakere olması gerekiyor ve 2017’den beri müzakereler resmi şekilde yok. Biz aslında bugünkü duruma niye geldik, nasıl geldik onu irdelemek gerekiyor. Bunu yaparken de sadece Kıbrıs bazında değil, önce uluslararası ve bölgesel gelişmeleri bir araya getirmemiz gerekiyor.

Son 15 yıla baktığınızda küresel bazda, ‘güç transferi’ var. Amerika’nın düşüşü Çin’in yükselişi, Rusya’nın göreceli yükselişi, yeni bir dünya düzeni, yeni güç dengelerine dayalı küresel bazda bir geçiş döneminden bahsediyoruz. Tüm dünya çapındaki popülist siyasetin yükselişini, demokrasinin küresel bazda giderek aşındığını görüyoruz.

DEĞİŞEN GÜÇ DENGELERİ TÜRKİYE İÇİN FIRSAT
Güç dengelerinin değişmesinin bizim bölgemize etkileri; Doğu Akdeniz’de bir tarafta Kıbrıs Rum tarafının yanında Yunanistan’ın ve İsrail’in dahil olduğu üçlü işbirliği anlaşması veya Kıbrıs, Yunanistan, Mısır üçlüsünün işbirliği derken kısa bir süre öncesine kadar Türkiye’nin bu bölgede izole edildiğini görüyoruz. Bu Türkiye’nin izlediği politikalardan dolayı da hızlanmış bir durum. AB ile Türkiye’nin yaşadığı ilişkiyi 2005’ten beri aldığınız zaman o zaman Türkiye AB üyelik müzakerelerine başlamıştı ama bugün Türkiye’nin kendi iç dinamiklerinde demokrasiden uzaklaşması giderek otoriter bir yapıya ilerlemesiyle Avrupa çıtası zayıfladı. Değişen küresel bazdaki güç dengeleri bölgesel birçok aktöre kendi gücünü, kendi egemenliğini, görünürlüğünü, etki alanını daha çok genişletmek için fırsat verdi. O yüzden Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de daha agresif davranması rastlantısal değildir. Değişen güç dengelerinin açtığı bir fırsattır.

SON ÜÇ YILDIR KIBRIS BÜYÜK MASADA MEZE OLDU
Bütün bunlar olurken lokal bazda ne görüyoruz? Uzun süredir devam eden toplumlar arası müzakereler hala sonuçlanmış… Ve en son 2004’te çok önemli bir dönemeç yaşanmış. İlk kez bitmiş, kapsamlı bir çözüm planı masaya konuldu. Bunun hayata geçmemesinin yarattığı hayal kırıklığı ve Crans Montana’da Anastasiadis’in masadan kalkmasıyla Türk Dış politikasının yaşadığı yılgınlık, bıkkınlık… O yüzden Türk tarafı, Crans Montana’dan sonra ‘federasyon görüşmek mümkün değil, alternatifleri tartışalım’ demişti, 2020’den sonra onu da bırakıp egemen ‘iki eşti taraf’ dedi. Bugün yani 2023’te iki tarafın siyasi liderliklerinde de güç paylaşımına dayalı bir anlaşma için ne motivasyon ve ne duyarlılık var.

İKİ TOPLUM DA ÖZNE OLMA GÜCÜNÜ YİTİRDİ
Küresel gelişmelerden dolayı da son üç yıldır maalesef Kıbrıs daha büyük bir jeopolitik masada meze oldu. Kıbrıs Türkü ve Kıbrıs Rum toplumu da özne olma gücünü giderek yitirdi. Bugün eğer Kıbrıs’ta bir çözüm için umudunuz var mı diye sorarsınız iç dinamiklerden dolayı hiçbir umudum yok derim. Ancak küresel bazdaki güç dengelerinin değişmesinin bölgesel bazdaki etkileri, Ukrayna-Rusya savaşından sonra bazı dinamikler Kıbrıs meselesini tetikleyebilir diye düşünüyorum. Ama maalesef iki tarafın bugünkü liderliğinden ortak biz vizyona doğru bir adım beklemiyorum.

SAVAŞTAN SONRA FIRSAT DOĞDU
Ukrayna savaşından sonra yeni bir fırsat penceresi doğdu aslında. Bunu çok üzülerek söylüyorum. Barış inşasını çalışan biri olarak savaşların fırsat yarattığını söylemek bana eziyet veriyor ama böyle de bir durum var. Rusya’ya karşı, Rusya’nın yarattığı enerji krizine alternatif getirme babında tekrar Doğu Akdeniz’de tarafları bir araya getirip meseleleri çözme gibi de bazı inisiyatifler var. Örneğin geçen yıl Ekim ayında İsrail ve Lübnan… Amerika’nın arabuluculuğu ile deniz yetki alanlarını sınırladılar savaşta oldukları halde. Yani istenildiği zaman yaratıcı formüllerle işler yürütülebiliyor. Geçmiş karnelerimize baktığımda çok iyimser değilim ama böyle bir fırsat var fakat kullanabilecek miyiz bilmiyorum.”

KUDRET ÖZERSAY ‘ÇIKMAZI’ DERİNLERDE ARADI
“Çıkmazın müzakere masasında olduğunu düşünmüyorum. Eğer gerçekten bir çıkmaz varsa müzakere masasının dışında çok daha derin bir yerlerdedir. Müzakereler sadece bir araçtır…

Kök sebeplere bakacak olursak; mesela çıkmaz, BM raporlarında yer alan ‘Kıbrıs Rum toplumu Kıbrıs Türk toplumuyla yönetimi ve zenginliği paylaşmaya hazır değildir’ cümlesinde olabilir mesela… Kıbrıs’ta federal kültürün gelişmemesi veya tarafların birbirine güven duymadığı da olabilir veya Kıbrıs’ta 1960’ta federal ortaklık yaşandı ama başarısız olduğu için bir çıkmazdan söz edilebilir bunlar birtakım faktörlerdir ama bugün bir çıkmaz yaşanıyorsa sadece bunlara bakarak resmi doğru okuyamayız. İçinde bulunduğumuz durumu doğru okumak için başka faktörlere de bakmamız gerekir. Kıbrıs Sorunu sadece iki toplum arasında bir sorun değil. Uluslararası bir uyuşmazlıktan bahsediyoruz.

AKTÖRLER STATÜKODAN RAHATSIZ DEĞİL
BM Güvenlik Konseyinin önünde bulunan bölgesel aktörlerin bir uyuşmazlık tarafı olduğu, garantörlerin de bir aktöre dönüştüğü bir yapı söz konusu. Amerika’nın, Rusya’nın, Fransa’nın da, garantör ülkelerinin de çıkarlarının, beklentilerinin ve kendi aralarındaki güç mücadelesinin ve dengesinin dikkate alınması gerekiyor eğer ortada bir çıkmaz varsa…

Kıbrıs’ta Doğu Akdeniz çevresinde olan şey bir çıkmazdan öte daha ziyade tercih edilen bir statüko. Şu an çıkmaz ile karşı karşıya değiliz. Son 50 yılı alacak olursak global aktörlerin ve garantörlerin de kristalize olmuş bu statükoya baktıklarında çok da rahatsız olmadıklarını görmemiz gerekiyor. Bunu çıkmaz olarak tanımlarsanız çözmeye çalışırsınız ama uluslararası aktörler bakımından Kıbrıs’taki ve Doğu Akdeniz’deki durumun çıkmaz olmadığı mevcut statükonun göreceli istikrar sağladığını düşünüldüğü için gerekli ağırlığı, çabayı ortaya koyduklarını düşünmüyorum.

STATÜKO CEKETİ DAR GELMEYE BAŞLADI
Müzakerelerin parçası olduğum dönemler de dahil olmak üzere gördüğüm müzakereler ‘zıtlıkların çözümü’ değil, ‘zıtlıkların yönetilmesi’ ile olmuştur. Daha kötü bir çatışmaya dönüşmemesi ve statükonun devamını sağlayan, müzakereler başlasın, sonuç alınmazsa da sorun değil durumu ortaya çıkmıştır. Bu fiili durumun mevcut güç dengesine giydirilmiş bir ceket olduğunu düşünüyorum. Herkesin şikayet ettiği ama değişmesi yönünde de çaba sarf etmediği bir durum söz konusu.

Son iddiam ise şudur; bugün yavaş yavaş değişmekte olan bir geçiş sürecinin içindeyiz. Son 50 yılın statükosu yakın bir zamanda değişmek zorundadır. Sebebi de şudur; aktörler çeşitlenmiş ve değişmiştir. Yeni aktörler vardır, yeni faktörler vardır, aynı zamanda mevcut aktörlerin değişen çıkar algıları, politikaları vardır. Bu statükonun bunu daha fazla taşımayacağı, ceketin dar geldiğini düşünenlerdenim. Şu anda da yavaş yavaş bazı şeylerin şekillendiğini iddia ediyorum.

Yani biz ‘durumu’ Annan Planı ile birlikte yaratmaya çalıştık temel mantık şuydu; yeni bir durum yaratılacak deniyordu şimdi bu yeni durum yavaş yavaş yaratılmaktadır. Bu süre içerisinde ortaya konulan yaklaşımlara bakıldığında bugün için bir geçiş süreci içerisinde olduğumuzu, tarafların o yeni durum yaratılacağında masaya oturduklarında yapacakları pazarlığın marjını yükseltmeye çalıştıklarını düşünüyorum.

Belirleyici olan faktör Rusya ile Türkiye arasındaki ilişkilerin nasıl şekilleneceğidir. Bunun yeni statükonun belirlenmesinde belirleyici faktör olacağını düşünüyorum.

MARİ’DEKİ PATLAMA AMERİKA’NIN RUSYA ETKİSİNİ KIRMAK İÇİNDİ
Rusya on yıllardır Kıbrıs’ta, Türkiye’de ve Doğu Akdeniz’de. Bu coğrafyada Rus etkisi kırılmaya çalışılıyor. Kısa bir süre önce Amerika’nın Rus etkisini kırmak için 2011 Mari Patlaması ile güneyde başlayan bir süreç vardır. Yani BM kararlarına aykırı şekilde İran’dan çıkan silahların Suriye’ye giderken Rus bandıralı bir gemiye el konulması ve sonra iki yıl boyunca Rum tarafında deniz üssünde tutulması ve bir gecede havaya uçması, Rum tarafına siyaseten bir mesaj verilmesi; çünkü o dönem Hristofyas’ın bir süre bekledikten sonra silahları Suriye’ye iade edeceği iddiası Amerika’nın devreye girmesini beraberinde getirdi.

‘YENİ DURUM’ GELİYOR
Aynı zamanda Amerika güneye silah ambargosunu yakın bir zamanda kaldırma kararı aldı. Karşılığında da ‘bundan sonra Rus savaş gemileri güney limanlarına uğramayacak, kara para ve askeri konularda işbirliği yapacaksın’ dedi. Bugün için bu bölgede yeni güç ilişkilerinin, yeni aktörlerin ve faktörlerin tercih ve politikalarına uyumlu şekilde yeni bir statüko şekilleniyor, yani ‘yeni bir durum’ ortaya çıkacak.

AMERİKA KIBRIS’TA RUS ETKİSİNİ KIRMAK İÇİN TARAFLARI İŞBİRLİĞİNE ZORLAYABİLİR
Amerika’nın buradaki Rus etkisini dışarda tutmak için müttefiklerini, tarafları yakınlaştırmaya dönük adımlar atacağını düşünüyorum. Türkiye ve Yunanistan’ın da Kıbrıs’taki aktörlerin de çeşitli konularda işbirliği yaparak karşılıklı bağımlılık ilişkisi geliştirmelerini ve dayanışma içinde olup Rusya’yı dışarıda tutmaya çalışacağı inancındayım.”

ASIM AKANSOY ‘DOĞRU ZEMİNE’ DİKKAT ÇEKTİ
“Kıbrıs konusunda nereye gitmek istediğimiz çok önemli. Bunu baştan netleştirmezsek, gidilecek yolun tartışılmasının bir anlamı yoktur.

Uzun süre ayrılık veya birleşme ekseni üzerinden yapılan tartışmalar, görüşler ve iddialar ortaya koyduk. Ancak gitmek istediğimiz yer konusunda suçlama oyunlarına girmek yerine hem amaç odaklı hem de reel politiğin eksenini belirleyen ve gözeten bir çerçeve geliştirmeliydik.

Resmi toplantı bağlamında en son kalınan yer 2019 Berlin üçlü görüşmesi olmuştur. 2021 Cenevre görüşmesinin gayrı resmi olması nedeniyle, şimdilik onu bir yana bırakıyorum.

2019 Berlin, 2017 Crans Montana’daki kör düğümün aşılması için art arda planlanan iki toplantıdan ilkidir, ikincisi gerçekleşmemiştir. Üçlünün ardından Garantörlerin de katılacağı bir toplantı daha planlanmıştı ancak 2020 Ekim seçimlerinde müdahale ile göreve Ersin Beyin atanması ile siyasi dengeler değiştirildi ve ilerleme durduruldu.

Bu çerçevenin müzakerelere başlamak için, kabul edilebilir geçerli tek zemin olduğunun altını çizerek devam etmek isterim.

CRANS MONTANA’NIN ÇÖKMESİNDE BİLMEDİĞİMİZ BİR FAKTÖR OLABİLİR
Peki, ‘Anastasiadis, Crans Montana’da Türk tarafının elini tutmadı’ diye sorulabilir. Bu haklı ve meşru bir soru. Çünkü Crans Montana’da Türkiye ve Kıbrıs Türk tarafının yaptığı açılımlara Anastasiadis karşılık vermiş olsaydı, çözüm çok büyük ölçüde gerçekleşebilirdi. Evet, bu cesaret gösterilemedi diyebiliriz.

Bunun dışında sürece, varılan mutabakatlar bağlamında tutanaklara baktığımızda, Anastasiadis’in, hiç de oyalama gibi bir tavır içerisinde olmadığını görürüz. Dolayısıyla bilemediğimiz bir başka faktör olabilecek olsa da günün sonunda 2017’de Anastadis’in tavrı yüzünden, Kıbrıs’ta büyük bir çözüm fırsatı kaçırıldı.

KIBRISLI TÜRKLER NE İSTİYOR?
Öncelikle Kıbrıslı Türk toplumunun toplumsal varlığını, kimliğini ve kültürünü, ekonomik, siyasi ve sosyal statü ile güvence altına alacak; başka bir devletin veya yönetim yapısının ya da etnik grubun tahakkümü altında kalmadan, adanın coğrafik, sosyolojik tarihsel gerçekliği üzerinden nasıl bir model bizim adanın eşit ortağı olarak toplumsal gelişmemize zemin hazırlar bunu düşünmeliyiz.

İnsan odaklı, toplum odaklıyı toplumsal hakların uluslararası hukuk karşısında tanındığı bir model içerisinde yer almak, eşitliğin salt bir eşit temsiliyet değil aynı zamanda devlet mekanizmasının işlevselliğinin ve insanların güvencesinin garantisi olacağı bir model kurgudur söz konusu olması gereken.

Bizce bunun adı Federasyondur, ortaklık yapısıdır. Siyasi eşitlik temelinde bir ortaklık yapısının oluşturulması gerekir.

Unutulan bir konu AB boyutudur. Kıbrıs’ta sadece çözüm müzakere edilmiyor. AB üyeliği ile beraber bu konu konuşuluyor. Dolayısıyla Avrupa Birliği üyeliğinin neredeyse otomatik olarak Kıbrıslı Türk Devletine tanınacak olması büyük bir şanstır… Bu yapının parçası olmak pek çok devletin rüyası. Kıbrıs’ın AB toprağı olması ve Kıbrıslı Türklerin Avrupa içerisinde kendi kimliği ile varlığını koruyabilecek olması büyük bir imkandır.

DENKTAŞ BM KARARINA HÜNGÜR HÜNGÜR AĞLADI
Kıbrıslı Türk sağ siyasi elitlerinin kadim sorunu, 1964 BM Güvenlik Konseyinin 184 sayılı kararıdır. Denktaş’ın anılarında da var. Karar açıklanınca hüngür hüngür ağladım diyor. Bugün hala en büyük dert budur. Neden çünkü, bu karar farklı çıkmış olsaydı, adadaki bölünme 1964 yılından itibaren ayrılıkçı yapıların oluşmasının önünü açacak, ada 1964’te iki ayrı hukuki yapı olarak kabul görecekti.

Kıbrıslı Türk karar vericilerin, Kıbrıs Cumhuriyetine mesafe koyma, mücadele etmeden geri çekilme, Kıbrıslı Rum aşırı milliyetçilerin dışlayıcı eğilimlerine yenik düşmeleri, tarihsel anlamda yönetsel ve daha da önemlisi stratejik bir başarısızlıktır. Bu noktadan itibaren ayrılma yaklaşımının kurgulanması ise yanlış sonuçlara gebe bir sürecin başlangıcı oldu.

Fiili ayrılığa giden süreç bu tarihten sonra başladı ve karşılıklı olarak adım adım örüldü. Bugünkü uluslararası hukuk bağlamındaki statüsüzlüğün ana nedeni, 1964 kararında suçlanan BMGK değildir. Bu kararın ayrılığa dönüşmesini arzulayan, gerçekleşmemesi üzerine Cumhuriyetten kopanlardır.

ERSİN BEY GİZLİ TUTANAKLARI AÇIKLASIN
Ersin Bey ve kalemşörleri her gün federasyonun bizi azınlığa düşüreceğini yazıyor. Ben de diyorum ki, Ersin Bey 2006-2017 arası gizli tutanaklarda yer alan varılan mutabakatları açıklasın. Toplum ne olduğunu bir görsün…

TÜRK TARAFI DOĞRU HAMLELERİ YAPAMADI
Bugün gelinen noktada, elbette 2017 Crans Montana’daki başarısızlık Kıbrıslı Rum Liderin tavrı nedeniyle olmuşsa da, masanın devrilmesi yani, müzakere ortak zemininin yok edilmesi Türk tarafı yani Türkiye ve Kıbrıslı Türkler nedeniyle doğmuştur. Tam da Kıbrıs Türk tarafının ya da Türk tarafının moral, diplomatik ve hukuksal üstünlüğü elde ettiği noktada, yeni bir strateji ortaya konmuş, bu strateji bizi ne yazık ki tüm dünyadan soyutlamıştır.

Türk tarafı doğru zemini yaratamadı. Gerekli diplomatik hamleler yapılmadı.

‘KKTC’nin tanınması diye bir siyasetimiz yoktur’ açıklaması Meclis’te yapıldıktan bir iki gün sonra Erdoğan BM Genel Kurulunda ‘KKTC’yi tanıyın’ dedi. Burada karar süreçlerinde halk iradesinin yok oluşunun ve yetkinin Kuzey Kıbrıs’tan Ankara’ya kaymasının, mevcut siyasi yapıyı ne denli savurduğunun göstergesidir.

ANKARA’YI DA TATAR’I DA UYARMAMIZA RAĞMEN…
Günün sonunda, KKTC’nin tanınması ile egemen eşitliğe dayalı bir çözüm modeli siyaset bilimi açısından tamamen aynıdır. Bunun diplomatik alanda ve toplumlar düzeyinde kabul görmeyeceği belliydi. Önce İngilizlere ardından Rusya’ya dayanarak, BM Güvenlik Konseyi kararlarının farklılaşacağı düşünüldü. Olmayacağını söylememize, Ankara’yı da Tatar’ı da uyarmamıza rağmen bu çıkmaz yola devam edildi. BM Güvenlik Konseyi önemli değil dendi. ‘O işi hallederiz’ dendi…

Diplomatik başarısızlık, caydırıcılık, Kıbrıs Rum toplumuna yönelik rahatsız etme hamlelerini beraberinde getirdi. Kapalı Maraş açılımı, Doğu Akdeniz’de doğal gaz arayışı adına gövde gösterisi üzerinden rahatsızlık yaratma girişimleri, Pile yolu olayı…

Tümü, Kıbrıslı Rum toplumunda yaratacağı gerilim, huzursuzluk üzerine masayı yeniden ve yeni şekilde oluşturma enstrümanları oldu. Diplomaside egemen devletler bu tür caydırıcı hamleleri yapmıştır elbette. Ancak hangi koşullarda, nasıl bir güçle, nasıl bir kamu diplomasisi desteği ve nasıl bir diplomatik hamle ile… Bunların hesabını dahi yapamadılar. ‘Süper güç KKTC’ olarak gözler kapalı yüründü.

ÇÖZÜM BERLİN MUTABAKATINA BAĞLILIKTIR
Çözüm, müzakerelerde ortak zeminin BMGK’nın çözüm ile ilgili kararları ve Berlin toplantısında varılan mutabakata bağlılıktır. Bu noktada BM Genel Sekreterinin sonuç odaklı, ucu açık olmayan ve bu kez farklı olacak dediği, stratejik anlaşma eksenli metodolojisi değerlidir. Türk tarafı bu çerçeveyi kabul etmeli ve siyasi eşitliğe dayalı bir çözüm için proaktif olmalıdır.

Yine, olası bir 2004-2017 bağlamında referandum veya müzakere sürecinde evet-hayır sonucu için, hazırlık yapılmalıdır. Kıbrıslı Türkler bahsettiğim çerçevede bir müzakereye yeni bir durum için girmelidirler. Yani müzakere masası herhangi bir taraf tarafından devrilir ise, deviren tarafın yeni bir sonucun doğmasına rıza göstermesi sağlanmalıdır.

Olası bir referandumdaki yeni bir uzlaşmazlık yani evet hayır sonucunda, Kıbrıslı Türklerin AB içerisindeki varlığı bugünden konuşulmalı, şekillendirilmelidir.

Uluslararası konjonktür, Türkiye’nin AB’ye yönelmesi, Yunanistan-Türkiye yakınlığı, Ankara’nın Gümrük Birliği’nin genişletilmesini ciddi ciddi talep etmesi, doğalgaz konusunda Batı-Rusya çatışması ve Doğu Akdeniz’deki yatakların süratle değerlendirilmesi yanında gaz transferinin Türkiye üzerinden olması bugün müzakere dinamiği için güçlü bir potansiyeldir.

AYRILMAK İÇİN ‘ŞİMDİLİK BİRLEŞMEK’ GİBİ BİR AKIL YÜRÜTÜLMEMELİ
Kıbrıslı Rum egemenlerin, pek çok hatası yanında, Türk egemenlerin 1964’de, 2004 ve 2017’de büyük stratejik hatalar yaparak ayrılık arzusuna yenik düşmüştür.

Tek umut toplumların çözüm istenci ve iradesidir. Ve barış ancak bir kültür ile birlikte yaşar. Bu da iradi bir konudur. Üretilecek bir olgudur. Bu bağlamda barış kültürü üzerinde çalışılması esastır. Hiç bıkmadan usanmadan.

Son olarak şunu belirtmek isterim, ayrılmak için şimdilik birleşmek gibi bir akıl yürütmeye kesinlikle kapalı olacak bir çözüm çerçevesi oluşturulmalıdır. Çünkü ada oldubittiler tarihidir. Her an her şey yapılabilir.

ERGÜN OLGUN: MÜZAKERELERIN BAŞARISIZLIĞININ SEBEBI RUM TARAFININ HELEN ADASI VIZYONU
“Gerek küresel gerekse bölgesel gelişmelerin Kıbrıs meselesine yansıması, özellikle dış aktörlerin Kıbrıs’taki statükodan duyduğu konfor ve bunun bir nevi kendi çıkarlarını tehdit eder bir noktada olmayışı ile karşı karşıyayız. Daha mikro bir sunum yapmam gerekirse. Müzakere masasının çıkmaza neden olan unsurlarını değerlendirmek isterim.

Müzakere sürecindeki başarısızlığa neden olan üç temel neden görüyorum. Bunların birincisi Rum tarafının Kıbrıs adasını bir Helen adası olarak görmesidir, ikincisi müzakere sürecinin yapısındaki eksiklikler ve sonuç alınmasını engelleyen unsurlar, üçüncüsü de çözüm modeli ile ilgili olarak birtakım sorunlara değinmek istiyorum…

RUMLAR ADAYI HELEN ADASI OLARAK GÖRÜYOR
Bu konuda üç çarpıcı beyanatı paylamak isterim. Biri 1971’de Nisan ayında Erenköy’de Makarios’un yaptığı açıklama. Makarios, “Kıbrıs Yunan’dır, Kıbrıs tarihin başından beri Yunan’dır ve Yunan olmaya kalacaktır. Yunanlı ve bölünmez olarak onu koruyacağız” demişti. 50 yıl sonra yine aynı tarihte Anastasiadis yine Nisan ayında Kıbrıs adasının Helenizm’in ayrılmaz bir parçası olduğunu söylemiştir. Bunu Yunanistan’ın 200. Bağımsızlık konuşmasında yapmıştır. Son olarak da Hristodulidis’in Nisan ayında EOKA’nın yıldönümünde söylediği, “Kıbrıs Helenizm’indeki tarihindeki en saf, en görkemli mücadeleyi onurlandırıyoruz. Bugün sahip olduğumuz en kıymetli şey olan Kıbrıs Cumhuriyeti’ne varan o mücadeleyi hiçbir zaman unutmayacağız” sözleridir.

BU VİZYON, ‘YETKİ PAYLAŞIMINA’ TAMAMEN ZITTIR
Bu vizyon ile yetki paylaşımı tamamen birbirine zıttır. İkisi tamamen zıttır. Ya yetki paylaşımı olmayacak ya da ben adanın tek sahibiyim diyeceksiniz ikisi bir arada olmaz. Bana göre müzakerelerdeki en büyük engel budur.

İkinci engel Kıbrıs Cumhuriyeti’nin işgalidir ve BMGK 186 kararıyla meşrulaştırılmasıdır. Bu süreçle ilgili olarak çok olumsuz bir etki yapıyor. Rum tarafının 1964’te bu kararla elde ettikleri avantajı süreç itibariyle bırakmak istememesi, Kıbrıs Türk tarafının ise eşitliğini koruyacak denkliği sağlamak için müzakere masasında ‘denkliği sağlamak istiyorum’ demesi ve bu eşitsizlik şartlarında müzakerenin denkli bir sonuç elde etmeyeceğinin söylenmesidir.

Genel Sekreter ‘ortak zemin yoktur’ diyor. Rum tarafının üstünlük sağladığı koşullarda müzakereleri Kıbrıs Cumhuriyeti olarak devam ettirmek istemesi; Kıbrıs Türk tarafının ise ‘sen ne kadar hakka, statüye sahipsen benim de eşitlik gereği ona sahip olmam gerekir’ diyerek pozisyon alması süreci tıkıyor. Ortak zemin yok. Süreç açısından ciddi bir sorun ortada.

YETKİ PAYLAŞIMI İHTİYAÇTAN DOĞAR, GÜÇLÜ ORTAK ÇIKAR GEREKTİRİR
Ortaklıklar ve yetki paylaşımı ihtiyaçtan doğar. Ama kendiniz yapıyorsanız paylaşmaya ihtiyacınız yoktur. BM’nin 186 No’lu kararıyla Rumlara bu imkan tanındı. Kıbrıs Türkleri ile yetki paylaşımına ihtiyaç kalmadı. Ortak bir vizyon yok, karşılıklı bağımlılık yok, işbirliği kültürü gelişmiş değil. Şu anda teknik komitelerde bile işbirliği yapma imkanımız sıfır. ‘Biz sadece sivil toplumla konuşuruz, sizin otoritelerinizle bizim otoriterlerimiz iş yapamaz’ diyorlar. E kiminle yapılacak bu işbirliği o zaman? Mesele ortak bir güneş paneli kuracaksak bizimle değil de kiminle konuşacaksın? Bütün bu eksiklikler şunu gösteriyor; federasyonları sadece kurmak marifet değildir zor olan yaşatmaktır bunun yaşaması için de güçlü ortak çıkar olmasına ihtiyaç vardır.

MASADAKİ ÇÖZÜM MODELİ SORUNLU
Şu an masadaki çözüm modelini de şahsen sorun olarak görüyorum. Federasyonlar iki gruba ayrılır; biri ulusal federasyonlardır, Amerika’da olduğu gibi, merkez birtakım yetkileri eyaletlere verir fakat bundan farklı olarak Kıbrıs’ta kurulmak istenen iki toplumun, iki ulusun, iki ayrı kimliğin oluşturacağı bir federasyondur. Bunun oluşturulmasında da farklı bir yöntem vardır. Federasyonu kuran taraflar eşittir ve iki egemen taraf olarak kurar bu ortaklığı. Tek egemenlik ulusal federasyonların ilkesi olabilir ama tek egemenlik iki toplumlu federasyonların bir unsuru değildir. Tek egemenlik klasik ve çağ dışı bir anlayıştır. Demokrasi ile de uyuşmaz. Tek egemenlik çağdışı kalmış bir unsur olarak sadece ulusal federasyonlarda korunduğu için Rum tarafınca desteklenen bir unsur haline geldi maalesef bizde de bazı çevreler tarafından desteklenen bir unsur olarak devam etmektedir.

GÜÇ DENGESİZLİĞİ KIBRISLI TÜRKLER İÇİN TEHLİKE
Sonuç olarak adanın Helen adası olduğu zihniyeti ile federal ortaklık yetki paylaşımı ilkesi uyuşmadığı için bu iki zihniyet birbiriyle bağdaşmıyor. Rum tarafının üstünlük arayışı nedeniyle ortak çıkar siyasi işbirliği oluşmuyor, eşitliğe dayalı bir gelecek vizyonu oluşmuyor. Taraflar arasındaki ciddi güç dengesizliği de vardır… Özellikle federasyonlarda güçlü olan tarafın istese de istemese de zaman içerisinde gücünü karşı tarafa yansıttığı görülür ve bu tür ortaklıklar kesinlikle sürdürülebilir olamaz. Rum tarafının ısrarlı davranışlarına baktığınızda ulaşmak istediği hedefin eşitliğe dayalı bir federal ortaklık kurmak olmadığı, 1963’de Kıbrıs Cumhuriyeti’ni işgal edip Rum cumhuriyetine dönüştürdükleri devlete imtiyazlı azınlık olarak Kıbrıslı Türkleri entegre etmek istedikleri açık açık görülür.

RUMLAR EŞİTLİĞİ REDDEDİYOR: BARIŞ İÇİNDE YAŞAMAYA İHTİYAÇ VAR
Eşitlik nedir? Eşit hak, eşit statü, eşit fırsat demektir. Eğer eşitse taraflar, birinin sahip olduğu haklara diğeri de otomatik olarak sahiptir, bunu engelleyemezsin. Sen egemenim diyorsun, senin uluslararası statün var. Kıbrıslı Türkler bunu talep ettiği zaman bunu reddediyorsun. Bu ne demektir? eşitliği reddediyorsun demektir.

Bu ada küçük bir adadır, bu ada üzerindeki iki halkın kavga içinde değil barış ve işbirliği içerisinde olmasına ihtiyaç var. Hepimizin gayretinin bu doğrultuda olması lazım. Fakat bu coğrafya, ne Rum ne Türk tarafının herhangi birinin diğer taraf üzerinde hakimiyet kuracağı şartlarla barışa ve istikrara gelemez ancak Kıbrıs’ta denklik içerisinde bu işbirliği ortamını sağlayabiliriz. Bu da Rum tarafının statüsü neyse Türk tarafının o statü içerisinde denkliğinin sağlanmasıyla mümkün olabilir.

Önümüzdeki dönemde çevremizdeki faktörler hem ada içerisinde hem çevremizde süratle değişmektedir ve bu değişen faktörler yeni gelişmelere yol açabilecek fırsat yaratmaktadır. Bunun içinde Rusya’nın durumu, Çin’in yükselişi, batı ittifakının güvenlik ihtiyaçlarının artmış olması, ekonomik gücünü tekrar iyileştirme ihtiyacı ve bunun içerisinde Türkiye’deki yerinin yeni dinamiklere yol açabileceğini düşünüyorum. Dolayısıyla ben pek kötümser değilim.”

Bugün Kıbrıs

DAUSEN

Girne Belediyesi

Girne Belediyesi

Gönyeli Alayköy Belediyesi

array(4) { ["reklam_linki"]=> string(31) "https://guvensigortakibris.com/" ["reklam_gorseli"]=> string(63) "https://bugunkibris.com/wp-content/uploads/2024/11/mavi-gif.gif" ["hangi_pragraflar_arasina_geldin"]=> string(1) "3" ["reklami_yayinla"]=> bool(true) }