ATİNA’DA DUŞ ALMAK
Yıllar önce Atina’da bir eğitim çalışmasına katılmıştım, adı da yanılmıyorsam Uluslararası Müşteri Yönetimi gibi bir şeydi.
Çalışmanın bir bölümünde, uzman bir ekip iş hayatında rahat ilerleyebilmek için bilinmesi gereken dört ana insan karakterini anlatmış ve çalışmaya katılanlara her grup üyesini verilen ana karakterlerin niteliklerine göre sınıflamasını istemişti. Çıkan sonuçlar benim adıma, en azından grupta tanıdığım insanlara bakarak, çok gerçekçiydi.
Neydi bu dört ana insan karakteri?
Yaratıcılar/Liderler/Takım oyuncuları/Detaycılar.
Aldığım notlara bakarak bu dört (genelleme) karakterin özellikleri şöyleydi:
Yaratıcılar:
• Doğuştan yaratma yetenekleri olan;
• Bu yeteneklerini üstüne gittiklerinde daha da geliştirebilen;
• Daha çok kendileri gibilerle iyi anlaşan;
• Yaratıcılıklarına sınır getirilmesi halinde ortamı, mekanı, şehri hatta ülkeyi bile terk edebilen ya da çok mutsuz olan insanlar.
Liderler:
• Soyut düşünme yetenekleri üst düzeyde olan;
• Bu nedenle rakamlarla araları iyi ama diğer sıradan insanlarla çok da iyi olmayan;
• Hedefleri için yapılması gerekenleri işin daha başında çok net görüp çevresi ile paylaşan ve bu hedeflere ulaşma yolunda gerekirse “acımasız” olabilen insanlar.
Takım oyuncuları:
• Genelde insanları, özelde iş arkadaşlarını seven ve onlarla birlikte üretmekten büyük zevk alan;
• İnsancıl olmakla birlikte takımı bozanlara karşı sert tepki verebilen;
• Takım liderlerine saygı duysa da kendisi lider olmaktansa takımın vazgeçilmezi olmayı tercih eden;
• Bir gün takım lideri olmak zorunda kalırsa buna adaptasyonu zaman alan ve asla “tek lider” olmak istemeyen insanlar.
Detaycılar:
• Hayatın tüm anlamlarının detaylarda saklı olduğunu düşünen;
• Yapacağı her işi en ince detayına kadar planlayan;
• Belki sırf bu yüzden de hayata geçiremeyen ya da harekete geçemeyen (Bir tür Oblamov yani);
• Detaylı planlarını hayata geçirebilmek için de mutlak üstlerinden onay bekleyen insanlar.
Çalışmanın sonucunda anlaşılan: kimse asla bütünüyle bu gruplardan sadece birine %100 dahil olamıyor. Ama dünyada ve hayatta var oluşunda bu karakteristiklerden biri ya da ikisi daha hakim oluyor. Ama her insanda az ya da çok bu karakter özelliklerinden bir miktar bulunuyor.
Peki bunları neden yazdım?
Kendimize ve çevremize baktığımızda karşımızdakilerin davranışlarının ve hayattan beklentilerini anlayabiliyorsak, karşımızdaki insanı çözmemiz, kendimizi onun yerine koyabilmemiz daha kolay oluyor. Yani başka bir deyişle, zaten kısa olan hayatımızda, karşımızdakileri uzun uzun anlamaya çalışmak ve kendimizi ona kabul ettirmekle gereksiz zaman harcamamış oluyoruz.
Yukarda andığım çalışma salt karşımızdakileri iyi tanımayı amaçlamıyordu. Dışımızdaki diğer insanları iyi anlayıp tanımaktan daha da önemli olan, bunu başarabilmek için önce kendimizi iyi tanıyor olabilmemiz. Kendimizi iyi tanımanın en sağlıklı yöntemi de çevremizdeki insanların bizi nasıl tanımladığını cesurca kabul edebilmektir. İster 5, iste 15, ister 25, ister 35, ister 85 yaşınızda olun, yaşadığınız sürece sizi çevrenizdeki insanlar nasıl tanımladı? Yaratıcı, lider, takım oyuncusu, detaycı ya da…? Yaşadığınız hayata bakın ve sadece size ne söylendiğini duyun. Ne olduğumuzun gerçek yansıması tam orada; bize söylenen kimliğimizde saklı.
İnsan ve toplum olarak kendimizle yüzleşmeye hazır mıyız?
Hiç sanmam, ama dünyanın da bizi bekleyesi hiç yok.
Toplumsal ve kişisel histerilerimizi yenmenin asil yolu da kendimizle yüzleşme cesareti olsa gerek.