Zohran Mamdani’nin Zaferi, Küresel Sosyalist Dalga ve Doğu Akdeniz’e Yansımaları
“Bu gelişmelerin Kıbrıs ve Türkiye için taşıdığı anlam büyüktür. Her iki ülkede de prekaryanın izdüşümleri mevcuttur: güvencesiz gençlik, mevsimlik çalışanlar, kültürel üreticiler, göçmen işçiler… Ancak bu kesimler henüz siyasal olarak yeterince temsil edilmemektedir. Mamdani’nin başarısı, bu temsil boşluğunu doldurmanın yolunun, kimlik ve sınıf siyasetini birleştiren, sokakla bağ kuran ve kurumsal siyasetin ötesine geçen bir çizgiden geçtiğini göstermektedir.”
Hegel’in diyalektiği, her tarihsel momentin içinde bir çatışma barındırdığını ve bu çatışmanın yeni bir senteze evrildiğini öne sürer. Günümüzde bu diyalektik, küresel ölçekte yaşanan toplumsal dönüşümlerde kendini yeniden gösteriyor. 2025 New York Belediye Başkanlığı seçimlerinde Zohran Mamdani’nin zaferi, yalnızca yerel bir başarı değil, aynı zamanda bu tarihsel çatışmanın ilerici bir tezidir. Bu çizgi, ABD’deki geleneksel Demokrat Parti’nin kurumsal sınırlarını aşarak sokakla, gençlikle ve marjinalleştirilmiş topluluklarla doğrudan temas kuran bir siyaseti temsil ediyor. Zohran Mandani, Senatör Bernie Sanders ve Kongre üyesi Demokrat Alexandria Ocasio-Cortez, ilerici toplumsal dönüşümün temsilcileri olarak, Trump’ın, etrafındaki oligarklarla temsil ettiği, çevreye ve yoksulluğa duyarsız, halkı vatandaş değil taba olarak görmek isteyen otoriter yönetimlerin bir anti tezi olarak ortaya çıkmışlardır…
Bu gelişme, dünyadaki sosyalist akımların son yıllarda yeniden ivme kazandığı bir döneme denk geliyor. Latin Amerika’da Lula’nın dönüşü, Şili’de Boric’in seçilmesi, Avrupa’da Podemos ve Syriza gibi partilerin yükselişi, bu dalganın farklı coğrafyalardaki tezahürleri. Ortak noktaları, neoliberal politikaların yarattığı eşitsizliklere karşı halkçı, katılımcı ve dayanışmacı bir siyaset üretmeleri. Mamdani’nin zaferi, bu küresel eğilimin ABD gibi kapitalizmin merkezinde bile karşılık bulabileceğini gösteriyor.
Ancak bu zafer, her kesimde aynı heyecanla karşılanmamıştır. Bir kısım Radikal sol çevreler, Mamdani’nin yükselişini, kitlelerin devrimci potansiyelini sistem içi reformlarla soğutan bir gelişme olarak yorumlamaktadır. Onlara göre bu tür figürler, kapitalist sistemin krizini yapısal bir dönüşüme değil, “yumuşak geçişlere” yönlendirerek sınıf mücadelesinin özünü bulanıklaştırmaktadır. Bu eleştiri, sınıf temelli analizlerin günümüzün çok katmanlı kimlik mücadeleleri karşısında yetersiz kaldığına dair bir tartışmayı da beraberinde getiriyor.
Bu noktada Guy Standing’in “precariat” (prekarya) kavramı devreye giriyor. Standing, klasik işçi sınıfının yerini güvencesiz, parçalı, kimliksel olarak da dağınık bir yeni sınıfın aldığını savunur. Prekarya, ne tam anlamıyla proleterdir ne de orta sınıf; iş güvencesinden yoksun, sosyal hakları kırılgan, aidiyet duygusu zayıf bir topluluktur. Mamdani gibi figürlerin yükselişi, tam da bu sınıfın siyasal temsil arayışına denk düşmektedir. Bu nedenle, onun başarısı sınıf mücadelesinin bittiğini değil, yeni sınıf biçimlerinin yeni siyasal formlar yarattığını göstermektedir.
Bu gelişmelerin Kıbrıs ve Türkiye için taşıdığı anlam büyüktür. Her iki ülkede de prekaryanın izdüşümleri mevcuttur: güvencesiz gençlik, mevsimlik çalışanlar, kültürel üreticiler, göçmen işçiler… Ancak bu kesimler henüz siyasal olarak yeterince temsil edilmemektedir. Mamdani’nin başarısı, bu temsil boşluğunu doldurmanın yolunun, kimlik ve sınıf siyasetini birleştiren, sokakla bağ kuran ve kurumsal siyasetin ötesine geçen bir çizgiden geçtiğini göstermektedir.
Kıbrıs’ta bu, iki toplumlu yapının ötesine geçerek ortak güvencesizlik deneyimlerine dayalı bir siyaset üretmek anlamına gelebilir. Solun, yalnızca Kıbrıs sorunu etrafında değil, barınma, gençlik, kültürel üretim, insan hakları ve çevre gibi konularda da alternatif politikalar üretmesi gerekiyor. Türkiye’de ise, özellikle yerel yönetimlerde genç, ilerici ve katılımcı figürlerin öne çıkması, bu yeni siyasetin taşıyıcısı olabilir. Ancak bu, yalnızca seçim kazanmakla değil, sokakta, kampüste, mahallede örgütlenmekle mümkündür. Mamdani’nin başarısı, CHP HDP gibi partilerin gençlik kolları ve yerel örgütlenmeleri için bir motivasyon kaynağı olabilir. Özellikle yerel seçimlerde sokakla kurulan bağın ne kadar belirleyici olduğunu gösteriyor.
Sonuç olarak, Mamdani’nin zaferi, Hegelci anlamda bir sentez değilse bile, yeni bir tez olarak okunabilir. Bu tez ne radikal devrimci kopuşu ne de sistem içi reformculuğu tek başına yeterli görür. Aksine, prekaryanın çok katmanlı taleplerini siyasal alana taşıyan, esnek ama kararlı bir çizgiyi temsil eder. Bu çizgi, Doğu Akdeniz’deki sol hareketler için hem bir ilham hem de bir uyarıdır: gelecek, yalnızca geçmişin tekrarında değil, yeni sınıfların yeni siyasetinde şekillenecek.












