Bu aynı zamanda ‘ana’ya karşı da süren bir eşitlik mücadelesidir
"Türkiye yönetimi ilk kez Kuzey Kıbrıs meclisinde muhalefetin protestosuyla karşılaştı. Kıbrıslı Türklerin gittikçe yükselen bir sesle talebi şu; madem ‘KKTC egemen devlet’ deniyor, o halde bunun gereği olarak Türkiye ve KKTC arasındaki ilişkiler de eşit düzeyde yürütülmelidir."
Erdoğan’ın Kıbrıs gezisi Türkiye basını tarafından değerlendirilmeye devam ediyor. AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın KKTC Cumhurbaşkanlığı binasını gecekonduya benzetmesine Kıbrıs’ın kuzeyinde yükselen tepkiyi de kaleme alan BirGün Gazetesinden Gözde Bedeloğlu, “Kıbrıslının eşitlik mücadelesi” başlıklı yazısında Türkiye’ya karşı da verilen bu mücadeleye değindi.
BirGün’den Gözde Bedeloğlu’nun yazısı şöyle:
“Şürekam ile birlikte size müjdelerle geleceğim, diye bildiriyor. Hay hay efendim, buyrun gelin. Ev sahiplerinden ziyaretten memnun olanlar kadar rahatsız olanlar da var. Yıllardır gelinip gidiliyor, bir kez olsun sözümüz dinlenmiyor, ihtiyacımız önemsenmiyor diye şikayet ediyorlar. Madem iki kelam edemeyeceğiz, o vakit biz de evde durmayacağız, diyorlar. Ay ne ayıp, saygısızlık, nankörlük, hainlik… Liste uzun. Gün geliyor, misafir görünümlü ev sahibi ile ev sahibi görünümlü misafir bir araya geliyor. Yılların dostluğu, yılların hatrı var arada, az değil. Müjdemi isterim, sizi bu gecekondudan taşıyacağım, diyor. “Bir an önce şuralardan kurtulalım.” Nerelerden efendim? Evinizdeki çirkinliklerden. Sizin… Evinizdeki…
***
Erdoğan iktidarı ve ortaklarının Kuzey Kıbrıs ziyaretinden sonra gözümde canlanan, en basit haliyle işte bu. Cüretini, başkası adına en doğrusunu bildiğine inanma kibrinden alan; gücünü, her fikri itirazı kişiselleştirerek, tartışma-uzlaşma alanı bırakmayan kontrolcülük ile korumaya çalışan yıpranmış bir iktidarın, milliyetçilik rezervlerini doldurmak için yine ve yeniden milli Kıbrıs meselesine sarılması… Ada halkından ziyade, Türkiye siyasetinin ihtiyaçları doğrultusunda şekillenen Kıbrıs politikası bu sebeple farklı kesimlerin farklı dönemlerde nankör ve hain görülmesine de olanak tanıdı-tanıyor. Misal Türkiye’nin uluslararası siyasette elini güçlendirecek olan Kıbrıslı Rumlarla anlaşmak gereği ise, iki devletli çözümde ısrarın anlamı yok. Geri kafalılık bu. Misal Türkiye iç siyasette sıkışmış ve halkın gözünde bütün dünyaya karşı dimdik duran lider imajı güçlendirilmek isteniyorsa, iki devletli çözüm kırmızı çizgi.
***
Yıllardır döne döne yaşanan, ezberlenen stratejiler bunlar. Ancak bu kez söylenen her söz, alınan her karar iktidar aleyhine sıkıntı çıkarabilecek; domino taşı gibi birbirini harekete geçirebilecek çizgide. Türkiye yönetimi ilk kez Kuzey Kıbrıs meclisinde muhalefetin protestosuyla karşılaştı. Kıbrıslı Türklerin gittikçe yükselen bir sesle talebi şu; madem ‘KKTC egemen devlet’ deniyor, o halde bunun gereği olarak Türkiye ve KKTC arasındaki ilişkiler de eşit düzeyde yürütülmelidir. Türk-İslam sentezinin hiçbir zaman anlaşamadığı, beğenmediği, yetersiz bulduğu Kıbrıslılık duygusu artık adada ‘yavru vatancılıktan’ çok daha fazla kabul gören bir kimlik. Dolayısıyla Erdoğan’ın sembol bir bina üzerinde başlattığı gecekondu tartışması; bunu tarihine, kültürüne hakaret sayan, hor görülmekten, küçümsenmekten bıkmış, kendi ülkesinde kiracı olmayı reddeden insanların öfke ve itirazını tetikledi. KKTC yönetim sistemiyle kaderi kaderimize bağlanan Kuzey Kıbrıs’a ihraç edilmeyen melanet kalmadı, Türk tipi başkanlık sistemi de dahil. Bu bakımadan, Erdoğan’ın söylediği gibi, Kıbrıs Türk halkının adada yarım asırdan fazla süredir eşitlik ve adalet mücadelesi verdiği doğru ama eksiktir; çünkü bu aynı zamanda, ‘yavru’ diye diye iliğini kemiğini sömüren ‘ana’ya karşı da süren bir eşitlik mücadelesidir.
***
Kuzey Kıbrıs’ta su ve elektrik gibi gündelik hayatı felce uğratan, külliyeden önce çözüm bekleyen sorunlar var. Bunun yanında hak ve özgürlükleri siyasi çıkarlara adeta rehin verilmiş, çözümsüz ve geleceksiz binlerce insanın, onlarca yıldır süren öfkesi… İşsizlik, yoksulluk içinde kıvranan Türkiye halkına Kanal İstanbul ile ne vadediliyorsa, Kıbrıs Türk halkına da külliye ile aynı mesaj veriliyor. Elden gelen müjde bu. Suyum yok diyen Kıbrıslıya külliye, işim yok diyen Türkiyeliye Kanal İstanbul, beraber bağıranlara vatan hainliği, yavru değil kardeş diyene nankörlük, siyasi eşitliğe dayalı federal çözümden yana olanların payına da milli davaya ihanet düşüyor. Türkiye siyaseti, odadaki fil misali her hareketinde yeni bir eşya kırıyor, yeni bir tepki dalgasına sebep oluyor. Yönetememektir elbette bu. İçinden çıkılması gereken odaların kapılarını kilitleyip anahtarı saklamaya çalışmaktır. Herkesi bir inat uğruna oksijensiz bırakmaktır. Her inkar yeni bir kriz demek artık.”