Sol Kıbrıs’ta ne Yapmalı?
Kıbrıs’ta Rumlar ve Türkler hiçbir dönemde ortak bir bağımsızlık mücadelesi göstermemişlerdir. 1960 öncesi dönem Yunan Helen milliyetçiliğinin bir uzantısı olarak EOKA’nın kuruluşu, İNGİLİZ koloni yönetimine karşı ENOSİS mücadelesini yani Kıbrıs’ın Yunanistan’a bağlanma çabalarını yoğunlaştırırken, buna tepki olarak Kıbrıslı Müslüman toplum, Atatürk milliyetçiliğini benimseyip, adanın Taksimi mücadelesini başlatmıştır. 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Kuruluş İttifak ve Garanti Anlaşmaları Kıbrıs üzerinde toplumlar aracılığı ile hak iddia eden 2 bölgesel gücün Türkiye ile Yunanistan’ın mevcut koloni idaresi İngiltere ile anlaşıp yürürlüğe koyduğu bir anlaşmadır. Anlaşma bölücü ve etnik temellere dayandırıldığı ve yerel toplumların ortak bağımsızlık mücadelesine dayandırılmadığı için ömrü 3 yıl olabilmiş ve böylece 1963’te toplumlararası çatışma, 1964’de de BM barış gücünün adaya “zorunluluk doktrini” şiarıyla intikal etmesi ile adanın bölünme süreci başlamıştır.
1974’te Yunan cuntasının Enosis’i tamamlamak için giriştiği darbe Türk müdahalesi ve arkasından gelen ayrılıkçı KKTC süreci ile karşılık bulmuştur. Bu süreç Kıbrıs’taki elitlerin elde ettikleri zenginliklerle destek bulurken dış güçlerin de adanın bölünmüşlüğünün sağladığı hakimiyet avantajları ile bir sürer durum meydana getirmiştir.
Annan Planı ve Crans-Montana’da adanın yeniden birleştirilmesi için ortaya konan çabaların sonuçsuz kalması bugün “siyasi irade eksikliği” olarak tanımlanmaktadır. Siyasi irade eksikliği ne demektir? Bu işi çözmek için anlaşmayı yapması gereken tarafların siyasi liderliklerinin, bu adımı atamamaları demektir. Peki neden bu adım atılamıyor ve neden siyasi irade oluşamıyor? Guterres belgesinin 6 başlığına ve gelen yorumlara baktığımızda görünüşteki tıkanan noktalar, güvenlik başlığındaki Garantiler ve Asker ile Siyasi eşitliği tanımlayan güç paylaşımıdır.
İşte bu noktada durup tıkanan noktaların derinliğine inip kök nedenlere bakmak lazım. Bunu yaparsak güvenlik konusunun geniş kitlelere yönelik Milliyetçilik ve dincilik eğitim ve propagandasından kaynaklanan şiddete uzanan davranış biçimleri olduğunu görürüz. Ana konu ise hakim sınıflar ile onları destekleyen dış güçlerin zenginlik ve güç paylaşımlarıdır. Geniş kitlelerin milliyetçilik ve din duygularını körüklemeden hakim sınıfların gücü ve zenginliği kendi ellerinde bu denli biriktirip bu durumu sürdürmeleri mümkün değildir.
- Yüzyıl başlarında gelen teknolojik devrim ile geniş kitlelerin ve proleter sınıfın kimlik değiştirmesi sürecini yaşıyoruz. Hâkim sınıflar, teknolojiyi zenginliklerine zenginlik katmak için kullanırken, ezilen sınıfların daha talepkâr olmaları, daha iyi bir yaşam için zengin ülkelere göç etmeye başlamaları, dünyada yepyeni ve kaotik bir durum ortaya çıkarmıştır. Hakim sınıflar, panik halinde milli ve dini duyguları, barbarlık derecesinde davranışlara neden olacak şekilde yayıp, geniş kitleleri otokratik liderlerle kontrol altında tutmaya çalışılırken, ortaya dağınık, ezik ve güvencesiz yığınlar çıkmıştır.
Bu durum Marx’ın Hegel’e dayandırdığı diyalektik materyalizm felsefesine uyumlu bir gelişme olmasına rağmen işçi sınıfının eski fabrika ortamından çıkıp günlük, mevsimlik, isteğe bağlı taşeron işçiler, işsizler ve kültür emekçileri gibi homojen olmayan disiplinsiz ve ideolojiden kopuk bir kimliğe bürünmeleri, yani kısacası Proletaryanın, Guy Standing’in 2011 yılında tanımladığı “Prekarya” kimliğine dönüşmesi dünyada ve Kıbrıs’ta solun en önemli sorunlarından biri olarak ortaya çıkmaktadır.
Sol Kıbrıs’ta ne yapmalı?
Sol Kıbrıs’ta toplumların birlikte mücadele etmelerinin yollarını bulmalıdır. Bunun yegane yolu da Kıbrıs’taki gerçek çelişkinin Kıbrıslı Rumlarla Türkler arasında olmadığını görebilmektir. Esas çelişkinin sürer durumdan faydalanan dış ve iç hakim sınıfla, yurtsever prekarya kitlelerinin arasında olduğunu anlayabilmek ve geniş kitlelerin milliyetçi dinci duygulardan sıyrılıp gerçek ihtiyaç ve gündemlerine sahip çıkmalarına yardımcı olabilmek esas görev olmalıdır. Yurtseverliğin ideolojisi temel insan hakları, barış, özgürlük, eşitlik ve doğa üzerine kurulurken, milliyetçilik ve dincilikle ortaya çıkan, milletin millete dindarın dindara kırdırılması sürecine son verecek örgütsel ve eğitsel çabalar ortaya konmalıdır.












