Garanti Anlaşması “Güvenlik” Anlaşması Değildir!
“Gerçek şudur ki, Garanti Antlaşmasının imzacıları bu antlaşmayı farklı aşamalarda ve farklı biçimlerde ihlal ettiler.”
Kıbrıs Sorununun en çetrefilli konularından biri kuşkusuz Garantiler ve Güvenlik konusudur. Bu konular kafa karışıklığının ve bilgi kirliliğinin en yoğun olduğu konuların başında geliyor.
Çoğu, Garanti Antlaşmasını toplumların ve bireylerin güvenliği ile ilgili bir anlaşma zannediyor. Oysa, anlaşma metnine ve bu anlaşmanın ortaya çıktığı koşullara baktığımızda, bunun, ağırlıkla Enosis, Taksim ve “komünizm” tehlikelerine karşı Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını, toprak bütünlüğünü ve anayasal düzenini korumayı öngördüğünü görürüz.
1950’li yılların sonuna kadar Enoisis ve Taksim için mücadele eden taraflar, 1958 yılının sonunda bağımsız devlet fikrine yönelmek zorunda kaldığında, özellikle Türkiye, Makarios’un bağımsızlığa yönelmesini samimi bulmadığı için, bağımsızlığın “garanti altına alınmasını” istiyordu. ABD ve NATO da “garantili bağımsızlıktan” söz ediyordu. Hatta, bağımsızlığın garanti altına alınmasını herkesten önce ABD ve NATO gündeme getirmişlerdi. Örneğin, ABD Başkanı Eisenhower 1957 yılının Mart ayında İngiliz Başbakan Macmillan ile Bermuda’da yaptığı görüşmede İngiltere’ye “adayı üs” olarak elde tutma yerine “adada bir üs” fikrini önerdiğinde, adaya “garantili bağımsızlık” verilmesini önermişti.
Dönemin NATO Genel Sekreteri Henry Spaak da 16 Temmuz 1957 tarihinde Başbakan Adnan Menderes’e gönderdiği bir mektupta Taksim fikrine karşı olduğunu belirtiyordu ve adaya “garantili bağımsızlık” verilmesini savunuyordu.
Kısacası, Kıbrıs’ta bağımsız devlet fikri gündeme geldiğinde “garantili bağımsızlık” formülü de dillendirilmeye başlandı. Amaç, Enosis ve Taksim tehlikelerini bertaraf etmek ve komünist bir düzen oluşmasının yolunu kesmekti.
Bu yoldu ilk adım, Türkiye ile Yunanistan arasında imzalanan Zürih Antlaşması oldu. Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasının değiştirilemez Temel Maddelerini içeren Zürih Antlaşması, Garanti Antlaşması kapsamına alındı. Nitekim Garanti Antlaşmasının ikinci maddesi imzacı taraflara “anayasanın Temel Maddeleri ile kurulan düzeni tanıma ve garanti etme” yükümünü yüklüyor.
Ayrıca, Menderes ve Karamanlis arasında imzalanan “Centilmenlik-Antlaşmasıyla” adada komünizme karşı birlikte mücadele etme kararı alındı.
Garanti Antlaşmasının İçeriği
Kıbrıs Cumhuriyeti, Türkiye, Yunanistan ve Birleşik Krallık arasında 15 Ağustos 1960 tarihinde gece saat 11’de imzalanan ve 16 Ağustos günü yürürlüğe giren Garanti Antlaşmasının birinci maddesi Kıbrıs Cumhuriyeti’ne Kıbrıs’ın bağımsızlığını, toprak bütünlüğünü, güvenliğini korumasını ve anayasaya saygı göstermesi yükümünü yükler.
Kıbrıs Cumhuriyeti, ayrıca, siyasi ve ekonomik olarak herhangi bir devlete tamamen veya kısmen katılmama yükümü altına girer. Başka bir devletle birleşmeyi veya adanın bölünmesini doğrudan veya dolaylı olarak teşvik edecek her hareketi yasaklar.
Görüleceği gibi, Garanti Antlaşması sadece Enosisi ve Taksimi yasaklamıyor. Bu doğrultuda teşvik edici etkinliklerde bulunmayı, örneğin propaganda yapmayı da yasaklıyor. Yani, Kıbrıs Cumhuriyet’i kurulduğunda yargı kurumu doğru dürüst çalışsaydı, siyasi aktörlerin çoğu Enosis ve Taksim propagandası yapmaktan yargılanabilirdi.
Antlaşmanın ikinci maddesi Türkiye’ye, Yunanistan’a ve Birleşik Krallığa Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını, toprak bütünlüğünü, güvenliğini ve anayasanın Temel Maddeleri ile kurulan düzeni tanıma ve garanti etme yükümünü yüklüyor.
Görüleceği gibi, burada bir haktan çok, bir yükümlülük söz konusudur. Ayrıca, Kıbrıs Cumhuriyeti için geçerli olan doğrudan veya dolaylı olarak başka bir ülke ile birleşme veya adanın bölünmesine dönük faaliyetleri yasaklama, üç garantör ülke için de geçerlidir. Açıkçası, ikinci madde, diğer garantör ülkeler gibi Türkiye’ye de Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını, toprak bütünlüğünü ve anayasanın Temel Maddeleri ile kurulan düzeni garanti etme sorumluluğunu yükler.
Anayasanın Temel Maddelerinin Yunanistan ile Türkiye arasında imzalanan ve devletin iki-toplumluluk esasına göre kurulmasını öngören Zürih Antlaşmasının maddelerinden oluştuğunu hatırlayalım…
Üçüncü maddede Kıbrıs Cumhuriyeti, Türkiye ve Yunanistan, Birleşik Krallığın egemenliğinde kalan üsler bölgesinin bütünlüğüne saygı göstermeyi taahhüt ederler.
Dördüncü maddede, Garanti Antlaşmasının ihlali durumunda anlaşmanın hükümlerine uyulması için Türkiye, Yunanistan ve Birleşik Krallığa birbirleriyle istişare etme yükümü yükler. Birlikte veya anlaşarak harekete geçme mümkün olmuyorsa, üç devletten her biri, Garanti Antlaşmasıyla oluşturulan düzeni yeniden kurma, tesis etme ve sadece bu amaçla kendi başına harekete geçme hakkını saklı tutar.
Antlaşmanın beşinci maddesinde, anlaşmanın imzalandığı tarihte yürürlüğe gireceği ve anlaşmanın orijinal metninin Lefkoşa’da saklanacağı belirtiliyor.
Bu noktada, İttifak Antlaşmasına da kısaca değinmekte yarar vardır. Kıbrıs, Türkiye ve Yunanistan arasında imzalanan ve Türkiye ile Yunanistan’a adada asker bulundurma hakkı tanıyan İttifak Antlaşması ile imzacı taraflar “ortak savunma için işbirliği yapmak” ve “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsızlığına veya ülke bütünlüğüne karşı yöneltilen doğrudan veya dolaylı saldırıya karşı koymak” yükümünü yükler.
Yükümlü Taraflar Ne Yaptılar? Kısa Bir Hatırlatma
Gerçek şudur ki, Garanti Antlaşmasının imzacıları bu antlaşmayı farklı aşamalarda ve farklı biçimlerde ihlal ettiler. Öncelikle, Garanti Antlaşması ile Kıbrıs Cumhuriyeti’nin de yükümlülük altına girdiğini yeniden vurgulayalım ve cumhuriyetin aktörlerinin ne yaptığına bakalım. Kıbrıslı Rum ve Kıbrıslı Türk siyaset erbabı 1960-1963 arasında Enosis ve Taksim doğrultusunda teşvik edici faaliyetlerde bulunmayı yasaklayan birinci maddeyi defalarca ihlal etti ve Enosis ve Taksim yönünde doğrudan veya dolaylı faaliyetlerde bulundu.
Bu genel tavrın ötesinde, Kıbrıs Rum tarafı 1963 yılında anayasaya saygı gösterme yükümlülüğünü çiğneyerek anayasanın değişmeyen Temel Maddelerini değiştirmeye kalkıştı. Etnik çatışmalar esnasında ise anayasayı bütünüyle ihlal etti ve Garanti Antlaşmasının iptali için uğraş verdi.
Garanti Antlaşmasıyla ve Anayasayla yasaklanmış olan Enosis için harekete geçen Yunanistan, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin anayasal düzenini korumak bir yana, 1964 yılında adaya gizlice asker soktu ve 15 Temmuz 1974 tarihinde darbe yaparak -aslında bu silahlı bir dış müdahale, Makarios’un dediği gibi, bir işgal hareketidir- anayasal düzeni yıktı. Birleşik Krallık ise anayasal düzeni koruma yükümlülüğünü yerine getirmek için en küçük bir çaba sarf etmedi.
Türkiye’ye gelince. Türkiye’nin Garantör ülke olarak Garanti Antlaşmasıyla kurulan düzenin ihlal edildiği 1974 Temmuz’unda tek başına “hareket geçme” yetki ve yükümlülüğüne sahip olduğu açıktır. Fakat, “harekete geçme” ancak ve sadece bozulan düzeni yeniden kurmak amacıyla meşrudur. Oysa, Türkiye adada “yeni bir nizam” kurmaya yöneldi.
KKTC’nin İlan ve Garanti Antlaşması
KKTC’nin ilanı Türk tarafı açısından durumu daha da zorlaştırdı. Çünkü, adada ayrı bir Türk devletinin kurulması Garanti Antlaşması temelinde haklı gösterilemeyeceği gibi, KKTC’nin ilanı Garanti Antlaşması’nın açık ihlali anlamına geliyor.
Nitekim, 1960’lı yılların başında Kıbrıs’ta ayrı bir devletin kurulması gerektiğine inanan Dr. Küçük ile Rauf Denktaş, Türkiye’ye gönderdikleri raporlarda böyle bir devletin kurulabilmesi için Türkiye’nin Garanti Antlaşması temelinde adaya müdahale etmemesi gerektiğini söylüyorlardı. Evet, iki lider, Türkiye’nin adaya Garanti Antlaşması temelinde müdahale etmemesini istiyorlardı.
Neden mi?
Sorunun yanıtı aşağıda inceleyeceğimiz belgede vardır.
Rauf Denktaş ve Dr. Fazıl Küçük’ün imzasını taşıyan ve Glafkos Kliridis tarafından İngilizce çevirisi yayınlanan 14 Eylül 1963 tarihli belgede son derece ilginç değerlendirmelere rastlıyoruz. Söz konusu belgede doğru bir saptamayla Kıbrıslı Rumların başından beri Zürih ve Londra Antlaşmalarından kurtulmak istedikleri belirtildikten sonra, 1964 yılının “Makarios’un Yılı” olacağı, Başpiskoposun o yıl içerisinde anayasayı değiştirmeye yöneleceği ileri sürülüyordu. Buna bir tepki olarak da Türk tarafının daha aktif bir politika izlemesi isteniyordu. Kıbrıs Rum tarafının “iki seçenekli” bir yolda ilerleyeceği belirtiliyordu ve Makarios’un izleyeceği politikaya bağlı olarak farklı alternatifler öneriliyordu.
Kıbrıslı Rumlar Anayasayı doğrudan geçersiz ilan etmeye yönelebilirlerdi veya 1960-63 arasında yaptıkları gibi Anayasayı uygulamayarak Kıbrıslı Türkleri azınlık statüsüne düşürebilirlerdi.
Eğer Kıbrıslı Rumlar Anayasayı ortadan kaldırmaya veya değiştirmeye yönelirlerse, Türk tarafına yapılacak tek şey kalıyordu: Kıbrıs Türk toplumu kendi kaderini kendi eline almak ve “engel kalkınca yasak olana geri dönülür” ilkesine sarılarak Zürih ve Londra Antlaşmalarının dışında bir Kıbrıs Türk Cumhuriyeti kurmak!
Belgede, Kıbrıslı Rumların anayasayı ortadan kaldırmaları halinde Türkiye’nin adaya müdahale hakkı olduğunu, ancak bunun “iyi bir şey” olmayacağı ileri sürülüyordu.
Çünkü, Türkiye’nin Garanti Antlaşmasına dayanarak yapacağı bir müdahale ancak 1960 statüsüne geri dönmek için yapılacaktı. Yükümlülüğü bu yönde idi. Bu da liderlerin ayrı devlet talebi ile bağdaşmıyordu. Kıbrıslı Türk liderler, Türkiye’nin adaya askeri müdahalesi yerine, Kıbrıs’ta bir “Türk Cumhuriyeti” kurulmasını öneriyorlardı.
Günümüzde Güvenlik ve Garantiler
Kıbrıs’ta iki toplumun ve bireylerin güvenliğini temin etmek kurulacak devletin asli yükümlülükleri arasındadır. Yurttaşların güvenliği dünyanın her yerinde devletlerden sorulur. Yurttaşlar yaşam haklarının korunması ve kendilerini güvende hissetmeleri için devlete egemenlik yetkisi verirler. Bu, Thomos Hobbes’un Leviathan’ından beri böyledir. Federal Kıbrıs devleti kurulursa, yurttaşların güvenliğini sağlamakla yükümlü olacaktır. Örneğin, devletin kolluk kuvvetlerinin iki toplumdan eşit katılımla oluşturulması ve işbirliği yükümlülüğünün yerine getirilmesi, güvenlik sorunlarının aşılmasında son derece önemli olacaktır. Ayrıca, federal devlette oluşturucu devletlerin kendi polis gücü ve yargı erki olacaktır.
Fakat, en sağlam güvenlik, kamuda iyi yönetim kurallarını hayata geçirmektir.
Garantiler konusuna gelince. Nasıl bir garanti sistemi bulunursa bulunsun, bu sistemin esas işlevi Kıbrıs’ın bağımsızlığını, toprak bütünlüğünü ve anayasal düzenini korumak olacaktır. Eğer olacaksa, garantörlerin yükümlülüğü bu yönde olacaktır. Bundan başka hakları da olmayacaktır. Ayrıca, Guterres Çerçevesinde de açıkça belirtildiği gibi, garantör ülkelerin tek yanlı müdahale hakkı “sürdürülebilir” bir uygulama değildi. Bu yüzden alternatif uygulamalara açık olmak şarttır…












