Çoban Savas’ın Kayıp Damatları
“Çoban Savas karma bir Kıbrıs köyünde doğup yaşayan ve geçimini hayvancılık yaparak kazanan Rum-Hıristiyan bir köylüydü. Evli ve çocuk sahibi olduğu halde tutulduğu sevdaya karşı koyamayan Savas, Müslüman-Türk bir kadınla yaşamaya başlar ve bu beraberlikten çocukları olur. İlk karısından doğan çocuklarına Hıristiyan isimleri koyan Savas’ın ikinci beraberliğinden doğan çocukları Müslüman olarak yetişir..“
Kıbrıs Sorununda her konu olduğu gibi kayıp kişiler konusu da milliyetçi antagonizme alet edilegelmiştir ve acılar “millileştirilmiştir”. Kayıplarımızı maalesef etnik renklere göre yad ediyoruz. Uzun yıllar ya kayıp listeleriyle oynamışızdır ya da kayıp şahısların olmadığını iddia etmişizdir. Konuya seçici bellekle yaklaşmış, bellek savaşını sürdürmeyi “erdem” saymışız.
Oysa, bu trajik olay karşısında herkes hicap ve utanç duymalı!
Maalesef, durum bu değil!
Panikos Hrisantu ile “Duvarımız” belgeselini hazırladığımızda (1993) iki toplumun acılarına da yer verdiğimiz için hedef olduğumuz saldırıları hala hatırlıyorum.
Sevgili Sevgül Uludağ ile Andreas Parashos bu trajedi karşısında ilk “utananlardan” olarak konuya el attıklarında, ağır suçlamalarla karşı karşıya kaldılar. Fakat, direndiler ve önemli katkılar sağladılar. Çalışmalarıyla toplumların bellek değiş-tokuşu yapmasına yardımcı oldular. “Kayıplar hepimizindir ve bütün kayıplar bizimdir” anlayışından hareket eden bu iki değerli gazeteci, acıların “millileştirilmesine” karşı çıkarak acıyı hümanize ettiler. Yası ve ağıtı etnik renklerden arındırarak için gayret sarf ettiler.
Geçtiğimiz yıllarda gerek kayıp şahısların yakınları, gerekse aydınlar ve sivil toplum örgütlerinin mücadelesi sonucunda acıyı milli sembollerden kurtararak ortaklaştırmada ileri adımlar atıldı. Kayıp Şahıslar Komitesi kuruldu ve ayırım yapmadan hem Kıbrıslı Rum kayıpların, hem de Kıbrıslı Türk kayıpların akıbetini araştırmaya başladı.
Ve böylece bilinen gerçek açığa çıktı: Bu ülkede hem Kıbrıslı Türk, hem de Kıbrıslı Rum kayıplar vardır!
Durum böyle olduğu halde Kıbrıs’ın Avrupa Parlamentosu Üyeleri popülist milliyetçi bir anlayışla hareket ederek Kıbrıs’ta sadece Kıbrıslı Rum kayıplar olduğunu ima eden bir taleple Avrupa Parlamentosu binasına bir anıt dikilmesini istediler. Ve bunu hiç utanmadan televizyonlardan “büyük bir başarı” olarak lanse ettiler!
Dikkatinizi çekerim. Bunu köylerinde değil, Avrupa Parlamentosu’nda yaptılar. O parlamento ki, milliyetçiliğin yıkıcı tarihinden yola çıkarak “biz” ve “onlar” ayırımı üstünden nefret tohumları ekilmesine son vermeyi vaat ediyor!
Milliyetçi “Biz” ve “Onlar” Ayırımında Önce De Bir Tarih Var!
Bütün ülkelerde olduğu gibi Kıbrıs’ta da milliyetçilik insanları “biz” ve “onlar” ayırımına tabi tutuyor ve bunu “doğallaştırıyor.” Oysa gerçek şudur ki, bu ülkenin insanları bütün zamanlar boyunca ve hayatın bütün alanlarında sadece “Türk” ve “Helen” olarak var olmuyorlardı. Toprağı birlikte işleyen köylüler, birlikte grev yapan işçiler vardı. Hatta farklı etnik kökenlerden gelip de beraber yaşayan, birlikte çocuk büyüten kimseler de vardı.
Burada “O Kıbrıs’tan” bir öykü paylaşmak istiyorum. Bu öykü, Kıbrıs trajedisinin farklı bir boyutunu barındıran bir beraberlik öyküsüdür ve bizi beraberliğe davet ediyor.
Çoban Savas’ın Hikayesi
Çoban Savas karma bir Kıbrıs köyünde doğup yaşayan ve geçimini hayvancılık yaparak kazanan Rum-Hıristiyan bir köylüydü.
Savas’ın çocukluk ve gençlik yılları milliyetçiliğin henüz köyleri zapturapt altına almadığı bir döneme rastlar. Evli ve çocuk sahibi olduğu halde tutulduğu sevdaya karşı koyamayan Savas, Müslüman-Türk bir kadınla yaşamaya başlar ve bu beraberlikten çocukları olur. İlk karısından doğan çocuklarına Hıristiyan isimleri koyan Savas’ın ikinci beraberliğinden doğan çocukları Müslüman olarak yetişir.
Ne var ki, kentlerde esmeye başlayan milliyetçilik rüzgârları köylere kadar ulaşmaya başlayınca köy sakinleri ortak bir “biz” kümesinden milliyetçi “biz” ve “onlar” kümeleri oluşturmaya başladılar. Bundan böyle herkes gibi Savas da tercihini yapmak zorunda kalır ve ilk karısıyla birlikte yaşamını “Hıristiyan-Helen” olarak sürdürmeye karar verir. Diğer beraberliğinden doğan çocukları ise anneleriyle birlikte “Müslüman Türk” olarak yaşamaya devam ederler.
Pek de edemediler ya! Çünkü, milliyetçi kavgamım yükselmeye başladığı o dönemde insan ömrünün süresini şiddet belirliyordu. Nitekim 1964 çatışmalarında Savas’ın Müslüman Türk kızının kocası Eğlence yolunda alıkonuldu ve bir daha dönmedi. Adı kayıplar listesine geçti. 1974 yılında Kıbrıs yeniden ateşe atıldığında ise bu kez Savas’ın Hıristiyan-Helen kızının kocası eve dönmedi. O da “akıbeti meçhul” olarak kayıplar listesinin Kıbrıs Rum cetveline kaydedildi.
Savas, savaşların verebileceği en büyük acıyı yaşarken, ülke “mavi-beyaz” ve “kırmızı-beyaz” renklerle matemler tutuyor. Onun acısına karşılık gelen hiçbir sembol yok! Hiçbir tören düzenlenmiyor. Bellek silicilerinin her gün bellek silip bellek tazeledikleri ve aslında her şey hatırlanmasın diye her gün “Unutmam” sloganları attıkları bu ülkede, Savas’ın yarısı da yarası da unutuldu.
Her kayıp kişi karşısında aynı matemi tutamayan bu ülkede Savas’a yer yoktu.
Fakat, böyle bir yerin geleceği de yoktur. Asıl unutulmaması gereken de budur!













