Erhürman: “Türkiye ile hiç kavga etmedim ama konuşulması gerekenler var”
"Türkiye’deki siyasi partilerin, sanki kendileri yarışıyormuş gibi buradaki seçimlere bakması bizim açımızdan iyi değil. Burada başka bir halk var. Dolayısıyla lehimize veya aleyhimize böyle bir hadise yaşanması tercih ettiğimiz bir şey değil. Ama çok net bir şey söyleyeyim: Ben hayatımda Türkiye ile kavga etmedim."
Erhürman: “Türkiye ile hiç kavga etmedim ama konuşulması gerekenler var”
"Türkiye’deki siyasi partilerin, sanki kendileri yarışıyormuş gibi buradaki seçimlere bakması bizim açımızdan iyi değil. Burada başka bir halk var. Dolayısıyla lehimize veya aleyhimize böyle bir hadise yaşanması tercih ettiğimiz bir şey değil. Ama çok net bir şey söyleyeyim: Ben hayatımda Türkiye ile kavga etmedim."
KKTC’de 19 Ekim’de yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimleri, siyaseti ve sokağı hareketlendirmiş durumda. Türkiye’den gazeteciler 4 günlük Lefkoşa ziyaretinde bunu gerek sokakta seçmenle yaptığımız görüşmelerde gerekse de siyasîlerle sohbetlerde bizzat gözlemlediklerini aktardı. T24’ten Buse Söğütlü’nün haberine göre Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ın 19 Ekim’deki seçimde adaylığını destekleyeceğini söyleyen seçmenler arasında bile görmezden gelinemeyecek bir “değişim” isteği var. Bu değişim beklentisinin odağındaki isim de Cumhuriyetçi Türk Partisi’nin (CTP) cumhurbaşkanı adayı Tufan Erhürman.
Lefkoşa’ya çalışma ziyaretinde bulunduğumuz bir grup gazeteciyle beraber CTP adayı Erhürman’la yaklaşık 2,5 saatlik yoğun bir mülakat yaptık. Ada’da edindiğimiz izlenimler dolayısıyla Erhürman’a özellikle Ankara’yla ilişkilerinin nasıl olacağı konusunda sorular yönelttik. Kendisi bu konudaki pozisyonunu “Türkiye’deki siyasi partilerin, sanki kendileri yarışıyormuş gibi buradaki seçimlere bakması bizim açımızdan iyi değil. Burada başka bir halk var. Dolayısıyla lehimize veya aleyhimize böyle bir hadise yaşanması tercih ettiğimiz bir şey değil. Ama çok net bir şey söyleyeyim: Ben hayatımda Türkiye ile kavga etmedim. Sayın Erdoğan’ın ‘diklenmeden dik durmak’ sözünü bilirsiniz. Bazı kesimler benden diklenmemi bekliyor ama ben hiç böyle bir tavır içinde olmadım. Ama diklenmemek kendi görüşünüzü aktarmamak, kendi dosyanıza hakim olmamak, kendi düşüncelerinizi paylaşmamak anlamına gelen bir tavır değil,” sözleriyle açıklıyor.
Erhürman’ın en öncelikli konularından biri Kıbrıs sorununun çözümü konusunda Tatar döneminde, ülke tarihinde ilk kez, hiç müzakere masası kurulmamış olması. CTP kampanyası, Birleşmiş Milletler’in çeşitli karar ve ilkelerinden yola çıkarak Kıbrıs müzakerelerinde ortaya konması gereken ilkeleri belirlemiş durumda. Erhürman ayrıca Cumhurbaşkanlığı görevinin yalnızca dış meselelerde değil, içerideki sorunlar konusunda da dolaylı ya da dolaysız bir etkisi olduğunun altını çiziyor. CTP adayı, Tatar’ın dış meselelerde olduğu kadar iç meselelerde eksik kaldığını düşünüyor. Erhürman, Cumhurbaşkanı’nın başında bulunduğu Cumhuriyet Güvenlik Kurulu’nun Tatar döneminde hiç toplanmadığının altını çiziyor.
Erhürman’la 2,5 saatlik yoğun bir mülakat gerçekleştirdi.
“İLK DEFA MÜZAKERESİZ BİR 5 YIL GEÇİRDİK”
Erhürman söze seçime ilişkin yaklaşımlarını ve özellikle Kıbrıs sorununun çözümünde kendi pozisyonlarını anlatarak başlıyor. “Şimdiye kadar dört cumhurbaşkanımız oldu: Rahmetli (Rauf) Denktaş, Sayın (Mehmet Ali) Talat, Sayın (Derviş) Eroğlu ve Sayın (Mustafa) Akıncı. Bu dört cumhurbaşkanının Kıbrıs sorununun çözümüne ilişkin formüllerde ayrıştıkları biliniyor. Ancak onları birleştiren bazı özellikler vardı. Mesela hiçbiri müzakeresiz bir cumhurbaşkanlığı dönemi yaşamadı,” diyen Erhürman, Kıbrıs sorununun çözümüne ilişkin müzakerelerin her dönemde olduğunun altını çiziyor ve ekliyor: Sayın Tatar döneminde biz beş yılı tamamen müzakeresiz kapatıyoruz.
“TATAR’IN KENDİ FORMÜLÜ ÜZERİNDEN BİLE MÜZAKERE MASASI KURULMADI”
Tatar’ın ‘iki devletli çözüm’ modeliyle ilgili görüşlerini paylaşan Erhürman, “Bugüne kadar tüm müzakereler, iki toplumlu, iki bölgeli, siyasi eşitliğe dayalı ve iki eşit kurucu devleti olan bir federal çözüm üzerinden yürütüldü. Sayın Ersin Tatar ise başka bir çözüm modelinden bahsediyor. ‘İki devletli çözüm’ diyor. Ancak tanıma-tanımama ayrımlarını bir kenara bırakırsanız iki devletli fiilî bir durum zaten var. Sayın Tatar 5 yılda bu sözünü ettiği formül üzerinden müzakere masasına otursaydı, o da bizim için bir müzakere masası olurdu ama hiçbir şekilde müzakere yok.” diye belirtti. Cumhurbaşkanı Tatar’ın kendi sözünü ettiği formül üzerinden bile müzakere masası kurulmadığını anlatan Erhürman, “Mesele, bunun bir çözüm formülü olarak dünyaya kabul ettirilmesi,” uyarısında bulundu.
“MÜZAKERE MASASI İLE GÖRÜŞME MASASI AYNI DEĞİL”
Erhürman, güven artırıcı önlemler konusunda da açıklamalarda bulundu. “Eğer kapsamlı çözüm müzakeresi yoksa, o aralıklarda güven artırıcı önlemler konuşulurdu. Yani iki toplumun ilişkilerini güçlendiren kararların üretilmesi için görüşme masaları olurdu. Burada önemli bir ayrım yapıyorum: Müzakere masası ile görüşme masası aynı şey değil. Müzakere masası, Kıbrıs sorununun kapsamlı çözümüne yönelik masadır. Görüşme masası ise güven artırıcı önlemler gibi konuların ele alındığı yerdir.” dedi.
Tatar döneminde görüşme masasının da kurulmadığını aktaran Erhürman, mevcut güven artırıcı önlem görüşmelerini eleştirdi eleştirdi:
“Önceki dört cumhurbaşkanının döneminde toplam yedi geçiş noktası açıldı. Ancak ilk defa bu beş yılda bir tane bile yeni geçiş noktası açılmadı. Örneğin Haspolat ve Luricina (Akıncılar) kapılarının açılması talep edildi ama sonuç alınmadı. Mevcut kapılar da işlevsiz hale geldi. Metehan kapısı, en yoğun kullanılan noktalardan biri, tam bir çileye dönüştü. Pergama ve Beyarmudu kapılarında da insanlar büyük sıkıntılar yaşıyor ama hiçbir çözüm bulunmadı.”
“Karma evliliklerden doğan çocukların vatandaşlık hakkı ihlal edildi, görüşme masasında bu konuşulmalıydı”
Erhürman, görüşme masasında konuşulması gereken başka ve daha ciddi konular olduğunu söylüyor. Örneğin, karma evliliklerden doğan çocukların vatandaşlık hakkı. Erhürman bunu şöyle açıklıyor:
“Burada binlerce çocuğumuz var. Anne ya da babası Kıbrıs kökenli, diğeri Türkiye kökenli. Ama bu çocukların AB vatandaşlığı hakları Hristodulidis döneminde açıkça ihlal edildi. Aynı ailenin çocuklarından biri AB vatandaşlığı alırken diğeri alamıyor. Bir Kıbrıs Rum çocuğunun hakları neyse bir Kıbrıs Türk çocuğunun hakları da o olmalı, bunu yapacağız. Bu, tamamen insan hakları ihlalidir. Biz bunu bir güven artırıcı önlem olarak değil, doğrudan insan hakları meselesi olarak görüyoruz. Fakat beş yıl boyunca bu konu da masaya hiç gelmedi.”
“BUNLAR SAYIN GUTERRES BAŞKANLIĞINDA KONUŞULACAK KONULAR DEĞİL”
“Cenevre ve New York’u müzakere değil, görüşme masası olarak görüyorum,” diyen Erhürman, “Sayın Guterres başkanlığında üç garantör ülke Cenevre’de toplanıyor ve konuşulan konu iki geçiş noktası ve mezarların karşılıklı olarak temizlenmesi. Bunlar elbet konuşulmayacak konular değildir ama bunlar Sayın Guterres’in başkanlık ettiği toplantıda konuşulacak konular da değildir. İki belediye oturur karşılıklı olarak mezarlıkları temizleyelim, der ve yapar. Yeni bir
geçiş kapısı açılacaksa ara bölgede görüşülür ve yapılır, geçmişte böyle oldu.” ifadelerini kullandı.
Erhürman, “Müzakere masası yoksa, görüşme masası bunun içindir; ihlal edilen haklarınız için güven artırıcı önemler alınabilmesi içindir,” diye ekledi.
“Cumhuriyet Güvenlik Kurulu bir kez bile toplanmadı, Cumhurbaşkanlığı içeride de ciddi beklentileri karşılamadı”
KKTC Anayasası’nın baştan itibaren “yarı başkanlık sistemi” gibi formüle edildiğinin altını çizen Erhürman, Cumhurbaşkanı’na ülke içinde de misyonlar yüklendiğini ifade etti:
“Örneğin Cumhuriyet Güvenlik Kurulu vardır ve başında cumhurbaşkanı bulunur. Bu kurulun aldığı kararlar, Bakanlar Kurulu tarafından öncelikli olarak dikkate alınır. Polis Genel Müdürü, Güvenlik Kuvvetleri Komutanı, Başbakan, Dışişleri ve İçişleri Bakanları da bu kurulun üyeleridir. Ancak bu kurul son beş yılda toplanmadı. Bunun sonucunda çetelerin adaya geldiğini, insan ticareti, uyuşturucu ve silah ticareti iddialarının gündeme geldiğini görüyoruz. Cumhurbaşkanlığı içeride de ciddi beklentileri karşılamadı.”
GÜNEY KIBRIS’A ASKERÎ YIĞINAK: “ADA’NIN TAMAMI İÇİN GARANTÖR ÜLKE OLAN TÜRKİYE’NİN İRADESİ OLMADAN DA BÖYLE KARARLAR ALINAMAZ”
Güney Kıbrıs’ta savunmaya ilişkin son gelişmeleri de değerlendiren Erhürman, “Güneyde İsrail gibi bir devlete, Gazze’de çocukları katleden bir devlete, Baf Havalimanı’nı imtiyazlı bir şekilde üs olarak kullanma hakkı verildi. ABD ve Fransa ile güvenlik anlaşmaları imzalandı. Oysa biz adanın iki eşit kurucu ortağı statüsündeyiz. Şu an adada de facto bir durum var ama herkes bilir ki güvenlik alanında bizim irademiz hiç olmaksızın karar alınması var olan statüko gereği mümkün olmamalı. Ama bundan da ötesi, Ada’nın tamamı için garantör ülke Türkiye’nin iradesi olmadan da böyle kararlar alınamaz. Ama maalesef Hristodulidis, biz yokmuşuz gibi davrandı. Bu bizim kabul edebileceğimiz bir şey değil, ancak KKTC’deki mevcut iktidar bu konuda da gerekli pozisyonu alamadı.” dedi.
“HRISTODULIDIS’İN BİZİM İRADEMİZ OLMAKSIZIN KARAR ALAMAYACAĞI BİR ORTAK YAPI GEREKİYOR”
CTP adayı, “Hidrokarbonun paylaşılması ve güvenlik gibi konularda Hristodulidis’in bizim irademiz olmaksızın karar alamayacağı bir ortak yapı gerekiyor.” diye ekledi.
“Türkiye’nin garantörlüğü sadece kuzeyi değil, bütün adayı kapsar, ortak yetki alanları olması gerekir”
Cumhurbaşkanı Tatar’ın “iki devlet”ten kastının ne olduğunu hâlâ anlayamadığını söyleyen Erhürman, şöyle devam etti:
“Ben iki eşit kurucu devletten söz ediyorum, acaba bu o formülü karşılar mı bilmiyorum ama mesela Sayın Tatar şu iki cümleyi arka arkaya kuruyor; ‘iki devletli çözüm’ ve ‘Türkiye’nin garantörlük hakkından vazgeçmeyiz’. Türkiye’nin garantörlüğü sadece kuzeyi değil, bütün adayı kapsadığına göre demek ki bu iki devlet aslında ortak yetki alanları da olması gereken bir yapıdır. O zaman onlar bizim söylediğimiz gibi iki eşit kurucu devlettir…”
Erhürman, Güney’deki askerî yükselişe ilişkin olarak “Hem irademiz ihlal edilecek hem yokmuşuz gibi davranılacak hem egemenlik payımız da yokmuş gibi davranılacak hem de bu tavırdan kaynaklanan riski de paylaşmak durumunda kalacağız. Bunu kabul etmeyeceğimizi açıkça söylüyoruz.” dedi.
ERHÜRMAN VE EKİBİ MÜZAKERE MASASI İÇİN TEMEL İLKELER BELİRLEMİŞ
CTP lideri, Kıbrıs sorununun çözümünde müzakere için Birleşmiş Milletler’in çeşitli ilkelerine bakarak bazı ilkeler belirlediklerini anlattı. Erhürman, müzakere masası kurulması konusunda belirledikleri ve uluslararası toplumla da paylaştıklarını söyledikleri ilkeleri şöyle aktardı:
“Siyasi eşitlik pazarlık konusu olmayacak. Çünkü siyasi eşitlik Güvenlik Konseyi kararlarında açık şekilde yer alan bir ilkedir. Masaya oturmadan önce bunun kabul edildiğini teyit edeceksiniz.
Takvimli olacak. Sayın Guterres, Crans Montana’dan sonra “Bir daha müzakere olacaksa bundan öncekilere benzemeyecek ve takvimli olacak” demişti. Biz de o sözü aldık ve çerçevenin ikinci şartı yaptık.
Sonuç odaklı (result-oriented) olacak. Guterres’in “result oriented” ifadesini şöyle yorumladık: Sonuç odaklı olması için sıfırdan başlamaması gerekir. Çünkü artık sonuca ulaşmak istiyoruz. Denktaş’tan bu yana üzerinde mutabakata varılmış “yakınlaşmalar” var. Yani Türk tarafı kırmızı, Rum tarafı mavi, ortak görüşler siyah yazılır. O siyahlar teyit edilerek başlanmalı ki yıllarca aynı şeyleri görüşüp aynı noktaya dönmeyelim.
Statükoya geri dönüş olmayacak. 2004’teki referandumdan sonra dönemin BM Genel Sekreteri Annan bir rapor yayımladı ve bu raporda “Kıbrıslı Türkler ‘evet’ dediğine göre üzerlerindeki izolasyonların hiçbir meşru gerekçesi kalmamıştır.” Ama bu rapor Güvenlik Konseyi’nde karar haline gelemedi, çünkü Rusya veto etti. Yani biz aslında çok önemli bir zemini kaybettik. Bir daha aynı şeyi yaşamayı istemiyoruz. Yani müzakereye gidilsin, referanduma gidilsin, bizden yine ‘evet’ çıksın, onlardan ‘hayır’ çıksın ve sonra “Bakalım Güvenlik Konseyi’nde Çin mi veto eder, Amerika mı veto eder” gibi bir belirsizlik olmasın. Biz baştan güvence altına alınmasını istiyoruz: Bu defa Rum liderliği kaçarsa, bugünkü statükoya geri dönülmeyecek. Bunu baştan teyit etmeden masaya oturmayacağız.”
Erhürman, ilk sözlerini “5 yıldır Cumhurbaşkanlığı makamı, olması gereken görevlerini yerine getirmedi. Bu dönemde Kıbrıslı Türkler görünmez kılındı, sesimiz duyulmaz, sözümüz anlaşılmaz oldu. Hayatımızdan ve çocuklarımızın geleceğinden beş yıl kayboldu. Bizim bütün derdimiz, bir beş yılın daha kaybolmamasıdır.” diyerek noktaladı.
CTP adayının seçime ilişkin pozisyonlarıyla ilgili değerlendirmelerini aldıktan sonra Ada’da yaptığımız temaslarda kendisine yöneltilen eleştirilerin yanıtını almak için sorular yönelttik. Gündemimizde ağırlıklı olarak Ada’da “Ankara etkisi” olarak adlandırılan girişimler ve Erhürman’ın Ankara’yla ilişkileri vardı.
“BEN HAYATIMDA TÜRKİYE İLE KAVGA ETMEDİM”
Ada’da Ankara etkisi çok konuşuluyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Katar uçağındaki açıklaması Tatar’ın seçilmesi yönünde bir ‘müdahale gelmeyeceği’ şeklinde yorumlandı. Bir yandan da sizin ‘Ankara’ya yeterince mesafeli olmadığınız’ yönünde eleştiriler var. Ne düşünüyorsunuz?
Bu aslında benim CTP Genel Başkanı olduğumdan beri söylenen bir şey. Cumhurbaşkanlığı seçimine özgü değil, bir diplomasi tarzım var. Türkiye ile ilişkiyi o tarz üzerinden kurmak gerektiğini hep düşündüm ve hep de buna sadık kaldım.
Türkiye’deki siyasi partilerin, sanki kendileri yarışıyormuş gibi buradaki seçimlere bakması bizim açımızdan iyi değil. Burada başka bir halk var. Dolayısıyla lehimize veya aleyhimize böyle bir hadise yaşanması tercih ettiğimiz bir şey değil.
Ama çok net bir şey söyleyeyim: Ben hayatımda Türkiye ile kavga etmedim. Sayın Erdoğan’ın ‘diklenmeden dik durmak’ sözünü bilirsiniz. Bazı kesimler benden diklenmemi bekliyor ama ben hiç böyle bir tavır içinde olmadım. Ama diklenmemek kendi görüşünüzü aktarmamak, kendi dosyanıza hakim olmamak, kendi düşüncelerinizi paylaşmamak anlamına gelen bir tavır değil.
Tabii 2020 seçimlerinin travması hâlâ aşılmış değil. Kıbrıs Türk halkı açısından çok sağlıklı değil…
Sayın Erdoğan’ın Katar dönüşü uçakta yaptığı açıklamayı çok önemli buluyorum. ‘Kıbrıs Türk halkı bağımsız yargısının denetiminde kendi seçimlerini yapar, egemen bir ülkedir’ dedikten sonra da ‘seçim de hayırlı olsun’ dedi. Kim seçilirse seçilsin, Türkiye garantör ülke olarak Türk halkının güvenliğini sağlayacaktır. Bunun çok yerinde bir açıklama olduğunu düşünüyorum.
“SAHADA GÖRDÜĞÜMÜZ, İNSANLARIN BÜYÜK ORANDA KARARLARINI VERMİŞ OLDUĞU”
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu pozisyonunu koruyacağını düşünüyor musunuz?
Sahada gördüğümüz, insanların büyük oranda kararlarını vermiş olduğudur. Türkiye kökenli vatandaşlarımız da hem beni hem Ersin Bey’i çok iyi tanıyor. Ben 9 yıldır parti başkanıyım, milletvekiliyim, 15 ay da başbakanlık yaptım. Defalarca köylere, mahallelere gittim. İnsanlarımız kararlarını burada yaşayarak vereceklerdir.
“BİZİM İÇİN ÖNEMLİ OLAN TÜRKİYE’DEKİ PARTİLERİN ALEYHİMİZE YA DA LEHİMİZE BU SÜRECE DÂHİL OLMAMASI”
2020 seçimlerinde yaşanan travmaya dönersek, o arada sizin pozisyonunuz neydi?
Bizim pozisyonumuz, parti olarak seçimin doğal akışı içinde fikirlerin yarışması yönündeydi. Ben de adaydım birinci turda, yaşananlar herkesin malumu. Bu seçimde öyle bir süreç yaşanmaması için elimizden geleni yapıyoruz.
Ekonomi halkın en büyük gündemi. Üç yıl önce ekonomiye ciddi katkı yapan güneyden gelen müşteriler, Tatar döneminde euro 49 liraya çıkınca kuzeye gelmez oldu. Kıbrıslı Türkler ise alışverişini daha ucuz olduğu için güneye kaydırdı. Bu, üç yılda yaşanan bir değişimdir. Ayrıca iki temel kamu hizmeti sağlık ve eğitim büyük ölçüde özel sektörden alınır hale geldi. Toplu taşıma da yok. Yani gelir, temel hizmetlere yetmez hale geldi. Cumhurbaşkanlığı’nın bu alanlarla ilgisi yok mu? Var. Yeşil Hat tüzüğü, doğrudan ticaret tüzüğü, Taşınmaz Mal Komisyonu, inşaat, turizm gibi alanlarda yetkisi var. Dolaylı olarak da etkili olabilir. Ama Ersin Bey bugüne kadar ekonomiye dair tek kelime etmedi. Toplum bu sorunları yaşıyor ve buna göre karar verecek.
Bizim için önemli olan, ne lehimize ne aleyhimize, Türkiye’deki siyasi partilerin bu sürece dâhil olmamasıdır. 2020’de yaşananların tekrar edilmemesi gerekir.
“ANKARA İLE İSTİŞARE EDECEĞİZ, GÖRÜŞLERİM ANKARA TARAFINDAN ÇOK İYİ BİLİNİYOR”
Seçimin ertesi günü, kazanmanız halinde nasıl olacak? Ankara “iki devletli çözüm” diyor, bunu nasıl müzakere edeceksiniz?
Biz bütün süreci zaten devam edecek şekilde inşa ediyoruz. Çünkü bizim için mesele sadece seçilmek değil. Hep söylerim: Daha önceki dört cumhurbaşkanının hiçbiri Türkiye Cumhuriyeti’yle istişare etmeden bir müzakere süreci yürütmedi. Böyle bir şey zaten yürütülebilir değildir.
Sayın Erdoğan’ın Katar dönüşünde yaptığı açıklamayı biliyorsunuz. Biz bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da süreçleri Türkiye Cumhuriyeti’yle istişare içerisinde yürüteceğiz. Benim bu konudaki görüşlerim Ankara tarafından gayet iyi biliniyor. Sayın Hakan Fidan’ın buraya yaptığı ziyarette yüz yüze de aktardım. Dolayısıyla benim nerede durduğum, nasıl baktığım Türkiye’nin malumu. Zaten 15 ay başbakanlık yaptım; o süreçte gerek Cumhurbaşkanı Erdoğan’la gerekse diğer muhataplarla görüşmelerim oldu.
“AMA KONUŞMAMIZ GEREKEN ŞEYLER VAR”
Ama tabii ki konuşmamız gereken şeyler var. Biz iki eşit kurucu devletten bahsediyoruz. Sayın Tatar’ın ortaya koyduğu pozisyonun bundan ne kadar farklı olduğunu samimiyetle anlamış değilim. Çünkü garantörlük aynen devam edecek diyorsa, hidrokarbonlarda payımız ortadaysa, bu zaten benim tarif ettiğim modelde hukuken mümkün olan bir şeydir. Onun dışında gerçekleşmesi mümkün değildir.
Son dönemde dile getirilen “3D formülü” var: direkt uçuş, direkt ticaret, direkt temas. En son gelinen pozisyon buydu. Tanım yapılırken, “egemen eşitlik ve eşit uluslararası statü tehdit
edilmeksizin müzakere masasına oturmayız” deniyor. Yani bu üç unsur (3D) kabul edilirse masaya oturulur. Şunu net söyleyeyim: Bu üç başlığı bizim dört cumhurbaşkanımız da bugüne kadar savundu. Ben de savundum. Egemen eşitlik ya da eşit uluslararası statü demeden de hep şunu söyledim: Direkt uçuş olmalı, direkt ticaret olmalı, direkt temas olmalı.
Dolayısıyla soru şu: Bu üç şart kabul edilirse masadaki zemin ne olacak? Hangi zemin görüşülecek? Hepimiz biliyoruz ki bu zemin benim tarif ettiğim zemindir. Eğer öyle değilse, Sayın Tatar’ın “ben iki devletliliğin görüşüleceği bir masaya ancak 3D şartıyla otururum” dediğini mi anlamamız gerekir? Oysa öyle demediğini hepimiz biliyoruz. İşte burada anlaşılması gereken bazı boşluklar var.
“BANA ‘RUMLARLA İŞ BİRLİĞİ YAPIYOR’ SUÇLAMASI AKIL DIŞI”
Seçime yaklaşırken çeşitli iddialar üzerinde daha çok durulabilir gibi görünüyor. Örneğin yaptığımız temaslarda size yönelik bir “Rumcu” yaftası var. Diğer yandan Meclis’te yaptığınız bir konuşmada Türkler için “terbiyesizler” ifadesi kullandığınız ileri sürülüyor. Seçim öncesi atmosfer için ne söylersiniz?
O konuşmanın kaydı da cevabı da var. Benim söylediğim şey, Erhan Arıklı’nın yaptığı terbiyesizlikti. Ona “terbiyesizlik yapıyorsun” dedim. Ardından da dönüp Başbakan’a “bu terbiyesizleri başımıza siz musallat ettiniz” dedim. Erhan Arıklı bunu manipüle ederek, sanki bütün Türkiyelilere “terbiyesiz” demişim gibi yaydı.
Bu mantıkla gidersek, ben Baflıyım; biri bana “bu terbiyesizleri başımıza siz musallat ettiniz” dese bütün Baflılar terbiyesiz mi olacak? Aynı şey. Üstelik benim bir kız kardeşim var, onun eşi de Türkiyeli. Yani ben Erhan Arıklı’ya “terbiyesiz” dedim diye kendi yeğenimin babasına da mı terbiyesiz demiş oluyorum?
Benim Türkiye kökenli insanlarla ilişkim dün başlamadı. Kız kardeşimin evliliği herkesin malumu. Benim Ankara’yla da, Türkiye’yle de bağım güçlüdür. Siyasette en çok saldırıyı da “solun solu” dediğimiz kesimlerden gördüm. Bana hep “yeterince solcu değil, Türkiye’ye yeterince dik durmuyor” dediler. Şimdi çıkıp bana “aşırı sol” ya da “Türkiye karşıtı” demeleri trajikomik.
Rumlarla işbirliği iddialarına gelirsek… Başbakanlık dönemimde özel işlerim için güneye geçmedim. Eski Başbakan olduğum için kural gereği koruma almak gerekiyordu, ben de istemedim. Siyasi partilerle görüşmeler dışında orada özel ilişkilerim yok. Hatta bu yüzden solun bazı kesimlerinden “Güneye bile geçmiyor, orada arkadaşı yok” diye eleştirildim. Şimdi kalkıp bana Rumlarla iş birliği suçlaması yapmaları akıl dışı.
Geçen yıl Sosyalist Enternasyonal toplantısında Akel Genel Sekreteri Stefanou “işgal” deyince sözünü kestim ve karşı çıktım. Aynı şekilde Avrupa Parlamentosu’ndaki bir toplantıda DİSİ lideri Anita’dan gelen “işgal” ifadesine de anında tepki verdim. Bunlar ortada. Dolayısıyla ne bulacaklar da kara propaganda yapacaklar, ben de merak ediyorum.
“BU ÜLKEDE HİÇBİR SİYASETÇİ ARTIK ŞARTSIZ MASAYA OTURMAKTAN BAHSETMİYOR, YAŞADIKLARIMIZDAN DERS ÇIKARIYORUZ”
CTP’nin genelde “şart, koşul olmadan masaya oturma” pozisyonu vardır. Sanki siz şimdi ilk defa şartlı masaya oturma vurgusu yapıyorsunuz. Bunun sebebi ne?
Hayır, bu sadece CTP’ye özgü değil. Bu ülkede hiçbir siyasetçi artık şartsız masaya oturmaktan bahsetmiyor. Ataol Behramoğlu’nun bir dizesi vardır: Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var.
2004 referandumunda, 2009 Talat-Hristofyas görüşmelerinde, 2017 Crans Montana’da bütün
çabamıza rağmen sonuç alamadık. Demek ki bir yerde hata var. O yüzden biz Birleşmiş Milletler’in kendi raporlarından çıkan dört ilkeyi söylüyoruz. Bunlar bizim ön şartımız değil, BM’nin kendi sözleri.
Yıllardır aynı masaya oturup aynı hayal kırıklığını yaşadıktan sonra, artık ders çıkarmak zorundayız.
Son seçimlerde seçime katılım yüzde 50-55 civarında. Düşük görünüyor ama buranın olağan hali gibi anlıyoruz. Bu seçimde katılım konusunda ne düşünürsünüz?
O listelerde seçmen olarak görünüp aslında burada olmayan çok insan var. Dolayısıyla biz resmiyette 100 birim seçmensek, seçime aslında 100 birimle başlamıyoruz. Muhtemelen 75-80 birim seçmenle başlıyoruz. Ve katılım yüzde 54 çıktığında, aslında o yüzde 54 değil. Herkes katılsa bile yüzde 70’i geçmemiz mümkün değil. Bunun tipik göstergesi son Akıncı– Tatar ikinci tur seçimidir. Bütün ülke siyasete mobilize olmuştu. O seçimin katılımı bile yüzde 67,29’da kaldı. Yani mobilizasyonun zirvesi orasıdır. Daha fazla mümkün değil.
Son genel seçimde ise tam tersine düşük katılım oldu. Yüzde 38’e kadar düştü. O seçimde CTP seçmenini sandığa taşıdı, UBP’nin adayı taşıyamadı. Bugün UBP’deki telaş da bu yüzden. Kendi seçmenleri sandığa gitmiyor. Kendi aralarında “ya sandığa gitmeyecek ya oy vermeyecek ya da geçersiz oy kullanacak” diye konuşuyorlar.
Çok rahat ve sakin görünüyorsunuz. Bu kazanacağınıza olan inancınızdan mı kaynaklanıyor?
Ben hiçbir zaman ilgili arkadaşlar kadar hırçınlaşmam, karakterim böyledir. Ama bu rahatlıkta tabii ki tabloyu görmenin de payı vardır.