Kıbrıslı Türklerin yeni dönemi!..
Bu yeni dönemi tanımlamanın en iyi yolu, 2017 T.C. Başkanlık rejimine geçiş için yapılan referandum ve aynı dönemde Crans-Montana görüşmelerinin başarısızlıkla sonuçlanması ile başlayan olaylar zincirine bakıp, bu olaylar zincirinin bizi nereye evirdiğini anlamaktan geçer.
- Bir grup Kıbrıslı Türk muhalif kesim TC’deki iktidarın beğenmediği şeyler söyleyip yaptığı için yasaklı listesine alınıyor.
- Kıbrıs mahkemelerinde alınan beraat kararına rağmen bir gazeteci Ankara’da yargılanıp mahkûm ediliyor ve Kıbrıs’tan iadesi isteniyor. Bir başkası Ankara’da yargılanırken siyaset mafya ilişkilerini deşifre ettiği için tehditler alıyor.
- Partilerin kurultay sonuçlarına rağmen seçilmiş parti başkanlarının yerine zorla, baskı ve tehditle seçilmemişler atanıyor.
- Yerel daireler pasifize edilip işler Ankara’dan yürütülmeye başlanıyor.
- Tüm ihaleler sorgusuz sualsiz Ankara’dan yapılmaya başlanıyor.
- Mafyatik kara para sistemleri devlet bürokrasisi ve siyasilerle iş birliği içinde oligarşik bir hegemonya kuruyor.
- Bakanlar kurulu kendilerine tebliğ edilen ve içeriğinden haberdar olmadıkları, toplumun sinir uçları ile oynayan kararları, inatla ve istişaresiz geçirmeye başlıyor.
- Sorgusuz sualsiz vatandaşlıklar, suçlu afları ve deport iptalleri yaşanmaya başlıyor.
Ve bütün bu gelişmelerin karşısında
- İlk kez Kıbrıslı Türk heyet, Kıbrıs Rum Liderliğinin Kıbrıs Cumhuriyeti (KC) Cumhurbaşkanı olarak kapısını çalıp, sen Kıbrıslı Türklerin de tabası olduğu KC’nin Başkanı olarak, bize yapılan baskı ve dayatmalara karşı AB ve Uluslararası toplum nezdinde, bizim için girişim yapmalısın deniyor.
- İlk kez Kıbrıs Rum mallarına yönelik kişisel davalar açılmaya başlanıyor.
- İlk kez Kıbrıslı Türk siyasetçi Güney Kıbrıs’taki bir partinin temsilcisi olarak Avrupa parlamentosunda Türkiye’nin Kıbrıs’ta “işgalci” olduğunu ve “insan haklarına aykırı davrandığını” “savaş suçu işlediğini” söylüyor.
Ve bütün bu ilk kezler haliyle yeni bir dönemin içinde olduğumuzun göstergeleri oluyor!… Bu yeni dönem yıllarca Türkiye hükümetlerinin Kıbrıslı Türk liderliklerle ve daha çok diplomasi marifeti ile yönettiği ve mümkün olduğunca BM parametreleri içinde kalmaya hassasiyet gösterilen Kıbrıs politikasının artık terkedilmesini getirdi. Türkiye’deki Başkanlık rejimiyle gelen otokratik yönetimin, Kıbrıs’ta yerel yönetimleri yok sayarak, Kıbrıs’ın kuzeyini direk Ankara’dan yöneten bir duruma gelindi.
Peki bunun sonuçlarına bakınca ne kazanıldı ne kaybedildi
- Kıbrıslı Türkler yeni bir demografi yapı içinde kendi yönetimlerini oluşturma ve iradelerine sahip çıkma konusunda etkinliklerini kaybettiler.
- Eski bürokratlar ve üst düzey yöneticiler teşvik veya rüşvet nitelikli yüksek emeklilik ve maaşlara ek, ellerinde bulundurdukları Rum mallarına yönelik gelişen, kara paraya dayalı dış kaynaklı talep ile zenginleşip pasifize edildiler.
- Bu saadet zinciri sistem içinde kendilerine ve çocuklarına gelecek göremeyenler, dışlananlar, KC kimlikleri ile Avrupa’da ya da Güney’de kendilerine yeni bir hayat oluşturmaya çalışıyorlar.
- Ve nihayetinde AB parlamento seçimlerinde olduğu gibi Kıbrıslı Türkler uluslararası siyasete Kıbrıs Cumhuriyeti üzerinden dahil olma çabası sergiliyor.
Kıbrıslı Türklerin 1960 Cumhuriyetin kuruluşu ile oluşagelen ve süreç içinde siyasi eşitlik ve kurucu ortak vurgusu ile oluşturulmaya çalışılan KKTC olgusu ile somutlaştırılmaya çalışılan ulus devlet kimliği, son dönemde Türkiye’deki iktidarın ve yerel işbirlikçilerinin direk müdahalesi ile son bulmuştur. O kadar ki kurulduğu iddia edilen devletin ismi bile Türkiye’nin en yetkili isimleri tarafından her gün değişik şekilde anılarak devlet denilen kurumun resmiyeti ve ciddiyeti ortadan kaldırılmaktadır.
Peki Kıbrıslı Türklerden geriye ne kaldı? Resmi olmayan verilere göre (resmisi yok!) 130-150bin civarında seyreden Kıbrıslıların kendilerine has ve Türkiye insanıyla olduğu kadar Kıbrıslı Rumlarla da örtüşen kültürel yapıları hala ordadır ve evrilip gelişmeye devam etmektedir. Kendi iradesine sahip çıkma isteği çok güçlü olmasına rağmen bu toplum, iradesine yapılan müdahaleye karşı çıkamamaktadır. Kendisine sunulan ve üst tabakanın elde ettiği kamu ve ganimet kaynaklı maddi imkanlardan vazgeçmek pahasına bir örgütlü mücadeleyi göze alamayan bu toplum, Kıbrıslı Rum toplumuyla da onların isteksizlikleri nedeni ile ortaklaşamamaktadır.
Sonuç olarak Kıbrıslı Türklerin yeni dönemi, iradeye sahip çıkmak için örgütlü mücadele yerine, tüketim ve eğlenceyi yeğleyen ve kimsenin ciddiye almadığı bir KKTC oluşumu içinde, demokrasi varmış gibi yapıp, mümkün mertebe pay kapmak için birbirleriyle yarış etmekten öteye gidememektedir. Bu karamsar gidişten çıkış yolları ne olabilir derseniz, o da bir sonraki yazımızın konusu olabilir derim!..