Akansoy, Avrupa Parlamentosu’nda konuştu: “Savaş suçlarının failleri hala aramızda”
Muratağa Katliamı’nda ailesinden 32 kişiyi kaybeden Erbay Akansoy, Avrupa Parlamentosu’ndaki konuşmasında, “Sevdiklerimiz artık yok ama onları öldürenler hâlâ aramızda dolaşıyor” dedi.
Akansoy, Avrupa Parlamentosu’nda konuştu: “Savaş suçlarının failleri hala aramızda”
Muratağa Katliamı’nda ailesinden 32 kişiyi kaybeden Erbay Akansoy, Avrupa Parlamentosu’ndaki konuşmasında, “Sevdiklerimiz artık yok ama onları öldürenler hâlâ aramızda dolaşıyor” dedi.
Bugün Kıbrıs
Muratağa Katliamı’nda ailesinden 32 kişiyi kaybeden Erbay Akansoy, Avrupa Parlamentosu’nun Sivil Özgürlükler, Adalet ve İçişleri Komitesi (LIBE) bünyesinde dün düzenlenen Kıbrıs’ta Kayıp Kişiler Oturumu’nda, iki toplumlu kayıp yakınlarını temsilen bir konuşma yaptı. Kıbrıs’ta 1963 ile 1974 yılları arasında her iki toplumun da yaşadığı acılara ve kayıplara dikkat çeken Akansoy, babasının hikâyesini anlattığı konuşmasında, savaş suçlarını işleyen hasta ideolojilere sahip kişilerin cezasız kaldığını ve bugün hâlâ aramızda dolaştığını aktardı.
Akansoy, konuşmasında sadece kendi ailesinin yaşadığı trajediye değil, Kıbrıslı Rum ve Kıbrıslı Türk topluluklarının ortak acılarına da yer verdi. Her iki tarafta da sivillere yönelik işlenen suçların bugüne kadar cezasız kalmasının, Kıbrıs toplumunun hâlâ iyileşememesine neden olduğunu vurguladı. “Bu ülkede barış, ancak hakikatle yüzleşilirse mümkün olur” dedi.
Konuşmasında etnik milliyetçiliğin, ötekileştirmenin ve cezasızlığın toplumları nasıl zehirlediğini anlatan Akansoy, adaletin sadece hukuki değil, aynı zamanda ahlaki bir sorumluluk olduğunu belirtti. Kıbrıs’ta geçmişin acılarıyla yüzleşmeden kurulacak her barışın kırılgan ve yüzeysel kalacağını söyleyen Akansoy, kalıcı barış için kolektif iyileşme sürecine ihtiyaç duyulduğunu dile getirdi.
Akansoy’un konuşmasının ilgili kısmı şöyle:
“Babam 18 yaşındaydı. Henüz liseden mezun olmuş genç bir adamdı. Savaş esiri olarak alındı ve hayatının 86 gününü ailesinden hiçbir haber almadan esaret altında geçirdi. Serbest bırakılıp köyüne döndüğünde tüm hayatın yok olduğunu fark etti. Babam, annesini — büyükannem Emine’yi — o zamanlar 36 yaşındaydı, kardeşleri Mustafa ve Erbay’ı — 12 ve 11 yaşındaydılar — kız kardeşleri Sezin ve Sibel’i — 15 ve 6 yaşındaydılar — kaybetti. Hepsi işkence gördü ve öldürüldü. Onlarla hiç tanışamadım. Babam geniş ailesinden toplam 32 kişiyi kaybetti. Ağustos 1974’te, aralarında 89 kadın, çocuk ve yaşlının bulunduğu bir toplu mezara gömüldüler ve cesetleri yakıldı. Onlara ne olduğunu, 20 Temmuz ile 14 Ağustos 1974 arasında yaşadıkları cehennemi muhtemelen asla öğrenemeyeceğiz. Bu korkunç vahşetin failleri hâlâ aramızda yaşamaya devam ediyor.
Çocukluk yıllarımda, ailemde eksik olanları fark ettiğimde ve onların nerede olduğunu sorduğumda, babam beni oturttu ve artık hayatta olmadıklarını, artık bizimle olmadıklarını anlattı. Bununla yaşamayı öğrenmem gerektiğini söyledi. Bir gün, isimlerini henüz bilmediğim ama aynı boşluğu hissedecek dostlarım olacağını da söyledi. Gerçekten de bu insanlarla tanıştım, hikâyelerini dinledim, bu yolculuğu onlarla birlikte yürüdüm.
Erken yaşta şunu öğrendim: birini kaybetmenin acısının etnik kimliği yoktur, sınır tanımaz. Petros Zuppuris ve Yorgos Liasis, Balıkesir’de ailelerinin tüm üyelerini kaybetti. Ristina Solomi Paşa, Komikebir’de babasını ve kardeşini kaybetti. Dali’den Ristos, Yaluza’dan Spiros, Luricina’dan Yusuf, Dohno’dan Veli… Bu ülkenin, birlikte yaşamayı beceremeyenlerin hayalleri uğruna ailelerini kaybetmiş sayısız insanı var.
Petros, Yorgos ve Haristina’nın ailelerine yapılan vahşet, bugün hâlâ aramızda yaşayan Kıbrıslı Türkler tarafından yapıldı. Ama bizim sevdiklerimiz artık yaşamıyor. Onlar, ailemi öldürenlerle aynı hasta ideolojiyi benimseyenler tarafından öldürüldü. Bugün artık daha iyi anlıyoruz ki, etnik milliyetçilik, hoşgörüsüzlük, üstünlük duygusu ve ötekini insan dışı görme ne kadar yıkıcı olabilir. Adaletin araçları zayıfladığında, adalet yalnızca kelimeye dönüştüğünde insanlık umudunu kaybeder. Yıllar sonra, toplumumuz hâlâ derin şekilde kırık ve bölünmüş durumda, tıpkı adalet sistemimiz gibi.
İhtiyacımız olan şey, onarıcı adalete, karşı tarafın acısını kabul etmeye ve kolektif iyileşmeye odaklanan bir toplumsal dönüşüm sürecidir. Bu tür süreçler ancak toplumun içinde ahlaki otoriteye sahip olan kişiler tarafından şekillendirilebilir. Adaletin adil, eşitlikçi ve mağdur odaklı olmasını sağlayacak, toplumun zaten parçalanmış yapısını daha da zedelemeyecek şekilde ilerletilebilir. Her toplumda, gerçeği çerçeveleme sorumluluğunu taşıyan, toplumunun iyileşmesini omuzlayabilecek, ortak bir iyileşme ve uzlaşı alanı yaratabilecek çok az kişi vardır. Kıbrıs’ta da, dünyada da, bu insanlar her iki toplumdan da acı çekmiş kurbanlar ve onların aileleridir. Ve bu insanlar, iyileşme ve dönüşüm yolculuklarına çoktan başladılar.”