“Kader elbisesini yırtıp atmaya geldik!”
“Bu halkı yordular ama asla teslim alamadılar. Yol arkadaşlarım, birlikte değiştireceğiz! Bu memleketi ya biz yeniden yaratacağız ya da böyle bir memleket olmayacak.”
“Bu memleketin çocuklarının ailelerinin, ‘bu memlekete gelme annem! babam!’ diyeceği bir ülkeyi reddediyorum! Biz çocuklarımızın döneceği bir memleket yaratmak zorundayız.”
“Bu yolu birlikte yürümeye hazır mısınız? Eğer siz hazırsanız ben de hazırım. Siz varsanız ben de varım. Hep birlikte yürüyeceğiz.”
“Bu halka kader diye biçilmeye çalışılan bu elbiseyi yırtıp atmaya geldik. Çünkü bu bizim kaderimiz değil.”
“Bu halkı sağcısıyla solcusuyla bir bütün olarak tutan bir tane şey var. O şey çocuklarımızdır.”
“Bu halkı yordular… Ama bu halk bu yürekte sımsıcak duracak. Ben Toprak’ın babasıyım… Ben toprağımdan bu memleketin çocuklarından asla vazgeçmem.”
“Cumhurbaşkanlığı bir makam değildir. Cumhurbaşkanlığı Kıbrıs Türk halkının evidir. Kıbrıs Türk halkının iradesi masaya gelecek.”
“Haykırıyorum. Kim ne derse desin. Hiçbirimiz hiçbir yere gitmiyoruz. Gitmeyeceğiz. Buradayız. Vardık. Varız. Var olacağız.”
Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP) 29’uncu Olağan Kurultayı’nda Tufan Erhürman yeniden CTP Genel Başkanı olurken, Cumhurbaşkanlığı adaylığı da oy birliğiyle onaylandı. Bin 401 üyenin oy kullandığı elektronik oylama sonucunda, 128 kişi arasından 75 kişilik Parti Meclisi‘ne seçilenler de belirlendi.
Cumhurbaşkanı adaylığı onaylandıktan sonra yaptığı konuşmada “Biz, hep birlikte, bu ülkenin kaderini değiştirecek bir eşiğe yürüyoruz” diyen Erhürman, karşılarındaki zihniyetin çatışma tohumları ekmeye çalışacağını vurguladı. Erhürman, “Bu toprağa biz kardeşlik tohumları, barış tohumları ekeceğiz” dedi.
Erhürman’ın konuşmasının tam metni şu şekilde:
“Değerli yol arkadaşlarım, sevgili konuklar,
Hepiniz Kurultayımıza hoş geldiniz, şeref verdiniz.
Hepiniz bilirsiniz ki bizler için Parti Başkanlığı, Başbakanlık, Cumhurbaşkanlığı makam değildir, mevki değildir. Sorumluluktur, görevdir.
Bugün bana çok önemli bir görev verdiniz, önemli bir sorumluluk yüklediniz.
Her şeyden önce iyi ki varsınız, iyi ki birlikteyiz. Sizlerin varlığına ve bu halkın hak ettiği gibi yaşaması mücadelesini buraya kadar taşıyarak, bu uğurda bedeller ödeyip bugün burada, aramızda olmayanların anılarına, efsanevi genel sekreterimiz sevgili Naci Talat Usar, birinci genel başkanımız sevgili Ahmet Mithat Berberoğlu, ikinci genel başkanımız sevgili Özker Özgür ve kaybettiğimiz tüm yoldaşlarımızın anılarına, mücadelelerine teşekkür ederim.
Bizler biliriz ki mücadele hiçbir zaman yalnız verilmez, görevler hiçbir zaman yalnız başına yürütülmez, bu ülke yalnız başına yönetilmez. Onun için bu konuşma bir Cumhurbaşkanı adaylığı konuşması değil. Bu konuşma bir çağrı, bir teklif. Size ve burada olmamasına karşın kalplerinin bizlerle birlikte attığını bildiğim binlerce yurttaşımıza, bu halkı Cumhurbaşkanlığı’na taşıyacak yolda yol arkadaşlığı çağrısı yapıyorum, yol arkadaşlığı teklif ediyorum. Varsanız varım, bu halk varsa, ben varım. Hazırsanız hazırım.
Unutmayın ki bu sadece bir kurultay değil. Bu yalnızca Cumhurbaşkanlığı seçimleriyle ilgili bir kararın açıklandığı gün de değil. Bugün burada bir sorumluluk, bir hedef, bir umut, bir irade yeniden şekilleniyor.
Biz, hep birlikte, bu ülkenin kaderini değiştirecek bir eşiğe yürüyoruz. Bu ülkenin nefes alması, gençlerin geleceği burada görmesi, bu halkın kendine de, yönetime de yeniden güven duyması için…
Evet, gerçekleri konuşmak zorundayız. Maalesef bu halk, bu ülke yorgun. Çözümsüzlükten, çözülmeyen sorunlardan, yönettiğini iddia edenlerin iradesizliğinden, sorunlarına sorun eklemesinden, ekonomik sıkıntılardan, eğitimdeki, sağlıktaki, trafikteki sıkıntılardan yorgun.
Kontrolsüz nüfus akışından, nüfus politikasızlığından, adaletsiz vatandaşlık dağıtımından, değiştirilme, dönüştürülme, başkalaştırılma çabalarından, kimliğini kültürünü kaybetme, yurtsuzlaşma endişesinden yorgun.
Ve bu halk en çok da neden yorgun biliyor musunuz? Çocuklarına, “yurt dışına git, kendini yetiştir, geliştir ama mutlaka geri dön” diyememekten. Telefonda boğazı düğümlenerek çocuklarına “dönme annem, dönme babam, dönme dedem, ninem, arada bir biz geliriz nasılsa” demek zorunda kalmaktan yorgun.
İşte az önce hep birlikte bu ülkenin kaderini değiştirecek bir eşiğe yürüyoruz dedim ya. Öyle dedim çünkü biliyorum ki bizi yoranlar, bizi yoran bu halleri bir kader olarak görelim istiyorlar. Hem bu halleri yaratıp hem de kısık sesle hepimize “boşuna uğraşmayın, siz de değiştiremezsiniz, bizim kaderimiz bu” diyenler onlar.
Gözlerimizi bağladıklarını, bu ülkede hep birlikte adil bir biçimde paylaşabileceğimiz mutluluğu, huzuru, güzelliği, güveni görmemizi engellediklerini sanıyorlar.
Size, tam bir özgüvenle ve bu halka duyduğum sonsuz güvenle söylüyorum: Yanılıyorlar. Hem de fena halde yanılıyorlar. Gözlerimizi bağladıklarını sanıyorlar ama biz hala ışığı görüyoruz. Bu ülkenin güzelliklerini, hepimize sağlayabileceği mutluluğu, adil biçimde paylaşabileceğimiz refahı görüyoruz.
Evet, yorgunuz, bizi yordular. Fena halde yordular. Ama yılgın değiliz. Umutsuz hiç değiliz.
Size daha önce anlattım. Toprak daha üç günlüktü. Küçücük bir kız geldi annesiyle birlikte ziyaretimize. Sen kimsin dedi. Ne diyeceğimi, kim olduğumu nasıl anlatabileceğimi bilemedim. Sonra, “ben Toprak’ın babasıyım” dedim. Kalbim sıcacık oldu. Allah’ım dedim kendi kendime evet ben oyum. Toprak’ın babasıyım ve hayatımda bundan daha kıymetli, daha güzel bir unvanım olmadı benim.
Ben babayım. Sadece baba değilim, bu ülkedeki her bir çocuğu, kendisi, annesi, babası, dedesi, ninesi nerede doğmuş olursa olsun, hangi dili konuşursa konuşsun, rengi ne olursa olsun, ailesi inansın inanmasın kendi oğlum gibi severim.
Ne Toprağımdan, ne de bu ülkedeki herhangi bir çocuktan vazgeçerim. Anaların, babaların, dedelerin, ninelerin, kendi tercihleri dışında, bu ülkeyi dönülebilecek bir yer olarak görmedikleri için yurt dışında kalan çocuklarına hasret gitmeyecekleri bir ülkeyi hep birlikte yaratacağız. Bunu tek başıma yapmam mümkün değil. Birlikte yapabiliriz. Ve daha önemlisi şu: Bunu bizden başkasının yapması mümkün değil. İşte onun için, bugün için ama en çok da çocuklarımız için kazanmaya yazgılıyız ve kazanacağız.
Ama biliyoruz değil mi? Kazanmanın bir yolu var. Ben aday oldum diye değil, birlikte yürüyeceğimiz için kazanacağız.
Bir şey daha var. Birlikte yürürsek elbette kazanırız ama zafer o değil. Bu halkın zaferine seçimi kazandığımızda değil, bu halkla birlikte yönettiğimizde, önümüzdeki engelleri el ve gönül birliğiyle aştığımızda ve çocuklarımıza miras bırakırken yüzümüzün kızarmayacağı bir ülke yarattığımızda ulaşacağız.
Cumhurbaşkanlığı, bir şahsın ve çevresindeki üç beş kişinin makamı değil, Kıbrıs Türk halkının evidir. O kapıdan, içeriye girip kapıyı arkamdan kapatmak için girmekten söz etmiyorum. O kapıdan, onu bu halkın tüm kesimlerine sonuna kadar açmak için girmekten söz ediyorum. Cumhurbaşkanlığı bir şahsın ve çevresindekilerin evi değil, Kıbrıslı Türk bilim insanlarının, sanatçıların, gençlerin, kadınların, Kıbrıs Türk halkının tüm kesimlerinin evi olacak.
Orada, bu kimin yetkisi, o kimin sorumluluğu diye düşünülmeyecek. Orada bu halkın gailesi çekilecek. Eğitimdeki fırsat eşitsizliği, kamu okullarında açlıktan bayılan çocuklarımız, çevrenin talan edilmesi, kadına yönelik şiddet, insanlarımızın alım gücünün düşmesi, ilaç bulamayan, ilaç alamayan yaşlılarımız, ev alamayan gençlerimiz, uyuşturucunun, bağımlılığın, suçun, suçluluğun artması, kendini yurdunda güvende hissetmeyen halkımız, kurumsal yapımızın, bürokrasinin çözülmesi, liyakat Cumhurbaşkanlığı’nın umurunda olacak.
Hukuki sınırlar asla aşılmaksızın sorunlara çare bulunmasına ön ayak olunacak, oradan halka konuşulacak elbette ama orada evin sahibi de, Kıbrıs Türk halkı da konuşacak. O ev, evin gerçek sahibinin, bu halkın sesini duyacak, dinleyecek. Bu halk konuşacak ve konuştuğunda orası susup dinlemeyi bilecek. Hani susup dinleyeceğimizi anlatmak için “sendeyim” deriz ya, işte orası hep sende olacak, sizde olacak, sizin olacak, sizinle olacak. Bende misiniz gençler? “Evet” diyorsanız ben de sendeyim, sizdeyim, sizinleyim ve bu yolu sizinle birlikte yürüyecek olmanın gururu, heyecanı içindeyim.
Evet yorgunuz. Sadece yorgun değil, öfkeliyiz. Öfkeliyiz, çünkü biliyoruz ki hak ettiğimiz bu yaşadığımız, yaşamak zorunda bırakıldığımız değil. Bunca bilim insanı, bunca sanatçı, bunca iş insanı, girişimci yetiştirmiş, dişinden tırnağından artırıp çocuklarını okutmuş bu halkın taşıdığı potansiyel yaşamak zorunda bırakıldığımızın çok ötesinde olanaklar sunuyor bize. Bu güzel ada da öyle.
Dahası var elbette. Ülkeyi karış karış dolaşıyorum. Özellikle de 60 yaş ve üzerinde olan yurttaşlarımdan duyuyorum. Biz bunca yıllık var oluş mücadelesini bunun için mi verdik diye soruyorlar bana hüzünlerini, hayal kırıklıklarını saklayamayarak. Dokuz yıl, on yıl, on bir yıl mücahitlik yapmış, çocukları doğduğunda görememiş, gençliğini yaşayamamış, esir düşmüş, defalarca göç etmiş, arkadaşlarını, kardeşlerini, aile üyelerini şehit vermiş olanlar var aralarında. Yorgunlar, kırgınlar, öfkeliler… Biz bunca mücadeleyi bunun için mi verdik diye soruyorlar.
Bütün bunlar yetmezmiş gibi “beğenmiyorsan git” denildiğini duyuyorlar kendilerine, çocuklarına, torunlarına. Türkiye’de bazı medya unsurları, onların bu ülkede neler yaşadıklarını, neler yaptıklarını, ne bedeller ödediklerini bilmiyor. Var olmak, var kalmak için neler çektiklerini, nasıl bir mücadele verdiklerini bilmek, öğrenmek de istemiyorlar belli ki. “Git” diyorlar. Nasıl öfkelenmesinler?
Sonra yıllardır düşünce özgürlüğü, din ve vicdan özgürlüğü, farklılıklara saygı konusunda bir anlayış, bir kültür geliştirmiş, başka ülkelerde bu konularda bin bir sorun yaşanırken, derin hoşgörüsü, bilgeliği ve ferasetiyle bu konuları sorunsuz biçimde halletmiş bu toplumu, suni sorunlarla, dayatmalarla bölmeye, parçalamaya çalıştıklarını görüyorlar. Öfkeleniyorlar evet.
Ama artık herkes biliyor. Onlar bölmeye çalışacaklar, biz birleştireceğiz. Onlar parçalamaya çalışacaklar, biz bütünleştireceğiz. Bu ülkede hiç kimse ama hiç kimse dışarıda kalmayacak.
Onlar çatışma tohumları ekmeye çalışacaklar bu toprağa biz kardeşlik tohumları, barış tohumları ekeceğiz. Kendisi, annesi, babası nerede doğmuş olursa olsun, inansın inanmasın, geleceğini bu ülkede kuran, barış içinde yaşamak isteyen herkesle birlikte yürüyecek, sorunları birlikte çözecek, bu ülkeyi birlikte yöneteceğiz.
Yanıtımız açık: Bölünmeyecek, parçalanmayacağız. Öfkemiz var ama aklımız da var. Oyunlarınıza gelmeyeceğiz. Bir kez de buradan haykırıyorum. Hiçbirimiz, hiçbir yere gitmiyoruz, gitmeyeceğiz. Bu topraklara tırnaklarımızı geçirdik, kanımızı, terimizi akıttık. Bilmeyene, hatta öğrenmek istemeyene dahi öğreteceğiz. Biz bu topraklarda en zor koşullarda var oluş mücadelesi verdik. Evet, bir kez daha söylüyorum: Hiçbirimiz hiçbir yere gitmiyoruz. Buradayız. Vardık, varız ve hep var olacağız.
Kamuoyu yoklamaları yapılıyor. Anketler geliyor önümüze. Sonuçlara bakıyoruz, görüyoruz. Görüyoruz ki halkımız kararını vermiş. Halkımızın iradesi anketlere yansıyor. Dahası biliyoruz ki birisi birinin paylaşımına “like” attı diye gece yarısı mesajlarıyla o “like”ı kaldır uyarısı yapanlar var memlekette. Ekmeği, aşı, çocuğunun işi şakağına silah gibi dayananlar var. Onun için iradenin görünenin de ötesinde olduğunu biliyoruz. Ama derler ya esas anket sokaktır. Sokağa bakıyoruz ve görüyoruz. Halkımız kararını vermiş. Değişim talebi, değişim iradesi açık ve net. Bu halk değişim istiyor ve değişimin rüzgarları artık püfür püfür esiyor.
Anketlerde ve sokakta gördüğümüz bir şey daha var. Çözüm soruluyor halka. Çözüm konusunda elbette farklı fikirleri var insanlarımızın. Farklı çözüm modeli tercihleri var. Ama çözüm istiyor musun sorusuna yüzde 80 “evet” cevabı geliyor. Sokak da öyle söylüyor. Çözüm istendiğine göre bugünkü durumu sorun olarak görüyor bu halk.
Sorundan beslenenlerden, sorunların tarafında yer alarak buradan siyasi rant devşirenlerden yoruldu. Sorunlar çözülsün istiyor. Hadi bir de mesaj vereyim buradan: Söyleyin arkadaşlara, duysunlar. “Çözümsüzlük çözümdür” demiyor bu halk. Nasıl süslerseniz süsleyin yeni diye lanse etmeye çalıştığınız tezlerinizi, “çözümsüzlük çözümdür” dediğinizi fark ediyorlar ve “yok” diyorlar. Sorun değil, çözümsüzlük değil, çözümdür bizim istediğimiz. Biz onun için varız. Biz varız, bu sorunları halkla birlikte çözer, bu ülkeyi birlikte yönetiriz.
Bu halk yalnızca bugün değil, yıllardır onurlu, eşitlikçi, barışçı ve güvenli bir çözüm arayışı içinde.
Kıbrıs Türk halkı adı sorun kelimesi anılmadan hatırlanmayan bir adada sorunlarla yaşamak istemiyor. Kıbrıs Türk halkı çözüm istiyor.
Çözüme Kıbrıslı Rum liderlerle kahve dahi içmeyerek, yemek dahi yemeyerek, diplomasinin ve diyalogun bütün olanaklarını rafa kaldırarak ulaşılamaz. Çözüme diyalog ve diplomasiyle ulaşılır.
Çözüme Türkiye’nin bize ya da bizim Türkiye’ye konuştuğumuz monolog ortamında değil, Türkiye ile konuştuğumuz, doğru zeminde iyi ilişkiler çerçevesindeki diyalog ortamında ulaşılır. Doğru zemin, karşılıklı sevgi ve saygıya dayalı, eşit kardeşlik zeminidir.
Çözüme dünyaya kapanarak değil, dünyayla konuşarak ulaşılır. Sarayönü’nde konuşmak dünyanın sesimizi duymamasını sağlamaz. Dünya adil bir dünya değil. Kendisiyle konuştuğumuz, kendi diliyle konuştuğumuzda da hakkımızı alamadığımız zamanları yaşadık. Ama engelleri aşmanın yolu dünyaya kapılarımızı kapatmak, dünya diliyle konuşmaktan vazgeçmek değil. Tutarlı, kararlı olmak, bu adadaki iki kurucu ortaktan biri olarak öz güvenimizi ve halkımızın iradesini net bir biçimde ortaya koymak durumundayız.
Bugün Kıbrıs sorununu bilen herkes çok iyi bilir ki Kıbrıs sorunu çözülecekse bunun yolu, adını nasıl koyarsanız koyun, BM Güvenlik Konseyi kararlarında yazıldığı şekliyle, iki toplumlu, iki bölgeli, siyasi eşitliğe dayalı federasyondur. Daha da ileri gidiyorum. Bunca yıllık müzakere tarihi ve onun yarattığı müktesebat göstermiştir ki bu federasyon, merkezi yanı değil kurucu devletleri güçlü olan bir federasyon olacaktır.
Federasyonun Kıbrıslı Türkleri azınlığa düşüreceğini, bizim asimile olmamıza yol açacağını söyleyenler biraz tarih öğrenmek, müzakereler tarihinden haberdar olmak zorundadır. 1970’li yılların başlarında bir Türk tezi olarak ortaya çıkmış, rahmetli Bülent Ecevit’in 20 Temmuz’dan da önce hükumet programında yer almış ve o günden 2017’ye kadar, rahmetli Denktaş, Sn. Talat, Sn. Eroğlu ve Sn. Akıncı tarafından masada görüşülmüş bir tezden söz ediyoruz.
Annan Planı döneminde Kıbrıslı Türkler tarafından % 65 oyla kabul edilmiş, Talat-Hristofiyas, Eroğlu-Anastasiadis ve Anastasiadis-Akıncı görüşmelerinde masada olan ve Türkiye ile istişare içinde görüşülen federasyonun Kıbrıslı Türkleri azınlığa düşürmek ve onların asimile olmalarına yol açmak anlamına geldiğini söylemenin, gerek Türkiyeli, gerekse Kıbrıslı liderlere ne demek olduğunu anlayacak kadar ciddiyet ve bilgi sahibi olmak gerekir.
Elbette buradan Sn. Hristodulidis’e de bir mesaj vermek gerekir. Kendisi bilmelidir ki bu güzel adanın tamamı adına, yalnızca güneyde yaşayanların değil, kuzeyde yaşayanların da adına yalnız başına karar verme yetkisine sahip değildir. Ben, Lefke’deki, Güzelyurt’taki, Girne’deki, Mağusa’daki, İskele’deki, kuzey Lefkoşa’daki haklarımdan vazgeçmem. Ama kim vazgeçtim derse desin, dünya yıkılsa, Baf’taki, Larnaka’daki, Limasol’daki, güney Lefkoşa’daki haklarımdan da vazgeçmem. Sn. Hristodulidis dünyayla hidrokarbon konuşacaksa, enerji konuşacaksa, ticaret yolu, deniz yetki alanı konuşacaksa bilecek ki benim adıma konuşamayacak, ancak benimle birlikte, Kıbrıs Türk halkıyla birlikte konuşabilecek.
Ve kötü mü iyi mi ona o karar verecek, buradan Sn Hristodulidis’e bir haberim var: Bilsin ki dönüşümlü başkanlık çerçevesinde bir Kıbrıslı Türk’ün başkan olduğu, tek bir Kıbrıslı Türkün dahi olur vermediği herhangi bir kararın asla alınamayacağı günleri de görecek. Ben hazırım. Kendisini de hazır olmaya davet ediyorum.
Sn. Hristodulidis hazır olsun. Kahve de içeceğiz. Yemek de yiyeceğiz. Ama kahveyle yemekle kalmayacağız. Masaya oturacağız ve şimdi kimileri adını işbirliği falan koymaya çalışsa da güven yaratıcı önlemleri görüşeceğiz. Sadece Haspolat geçiş noktasını değil, Mağusa Kapısını da, Baf Kapısını da, Luricina’yı da, doğrudan ticareti de, benim sporcularımın, sanatçılarımın, iş insanlarımın, örgütlerimin dünyayla eşit biçimde doğrudan temasını da, AB’den gelen kaynakların eşit biçimde bölüşümünü de, enerjiyi de, hidrokarbonu da konuşacağız. Karma evliliklerden doğan çocuklarımızın insan haklarının ihlal edildiğini de konuşacağız elbette ve daha pek çok şeyi.
Bir de siyasi eşitliği. Hani o Güvenlik Konseyi kararlarında yazılı olmasına karşın pazarlık konusu yapılmaya, hatta masadan kalkma sebebi olarak gösterilmeye çalışılan siyasi eşitliği. Siyasi eşitliğimizi, müzakere masasında pazarlık konusu yapamayacağını şimdiden bilsin. Siyasi eşitliği şimdiden kabullensin, Kıbrıslı Rum halkına da anlatsın. Cesaret göstersin ve Kıbrıslı Türkler bu adada azınlık değil, iki eşit kurucu ortaktan biridir desin.
Aksi halde şimdi olduğu gibi “çözümsüzlük çözümdür” diyen birinin arkasına saklanarak “ben çözüm istiyorum” diyemeyeceğini, Kıbrıs Türk halkının bütün dünyanın şahitlik ettiği çözüm iradesini karşısında bulacağını şimdiden bilsin. Samimi çözüm iradesi varsa çözüme, yoksa şimdiki kadar rahat olmayacağı yepyeni bir döneme hazır olsun.
Sorun çözmek, yönetmek, her şeyden önce ciddiyet ister. Bilgi ister, çalışma ister. Ortak akıl, ortak vicdan ister. Makamlar itibar kazandırmaz ama yönetmek de sorun çözmek de itibar ister. Bir de bu işler kadro ister. Kim kime oy vermişti, kim kimin oğluydu, kızıydı bakmadan, bu ülkenin yetişmiş tüm insanlarını liyakat esası çerçevesinde süreçlere katmayı, birlikte yönetme arzusunu samimiyetle ortaya koymayı ister.
Bunca yıllık var oluş mücadelesi sonunda bize reva gördükleri huzursuzluk, mutsuzluk, güvensizlik, endişe… Yeter! Bu ülke, bu halk çok daha iyisini hak ediyor. Ve hiç kimsenin şüphesi olmasın! Bu halk neyi hak ettiğini de, neyi hak etmediğini de çok iyi biliyor. Günü geliyor, gelecek ve bu halk hak ettiğini, kendi iradesiyle alacak.
Az sonra Parti Meclisi seçimimiz başlayacak. Çok sayıda, birbirinden değerli arkadaşımız aday. Hepimiz biliyoruz ki bu ülkenin kaderinin belirleneceği günlerden geçiyoruz. Onun için kimin kaç oy alacağı aslında çok da önemli değil. Genel Başkanımız, ikinci Cumhurbaşkanımız Sn. Mehmet Ali Talat, Genel Başkanımız, Başbakanımız Ferdi Sabit Soyer, Genel Başkanımız, Başbakanımız Özkan Yorgancıoğlu, Başbakanımız Ömer Kalyoncu, eski Meclis başkanlarımız, bakanlarımız, milletvekillerimiz, parti yöneticilerimiz var aramızda.
Onlar bugün ne parti yöneticisi, ne milletvekili. Ortak bir sıfatları var ama. Hepsi birer CTP’li, hepsi birer yurtsever. Biliriz ki bu partide CTP’li olmaktan daha önemli bir görev yok. Onun için kim kaç oy alırsa alsın, bugün Parti Meclisi’ne aday olsun olmasın, bu salondaki herkes buradan bir görev üstlenerek ayrılacak.
Bu görev, halka gitme görevidir. Tek tek bütün insanlarımıza dokunma, sendeyim, seninleyim, seninle birlikte yürümeye, seninle birlikte kazanmaya, seninle birlikte yönetmeye hazırım deme görevidir.
Yarından tezi yok artık yola çıkıyoruz. Unutmayın söz verdik. Biz bu halka kader olarak dayatılan mutsuzluğu, huzursuzluğu, güvensizliği, endişeyi, yoksulluğu, yoksunluğu, hatta yokluğu reddediyoruz. Biz sorunları çözmek, halkımızı bütünleştirmek, barışı, demokrasiyi, özgürlükleri savunmak, halkımızla birlikte yürümek, halkımızla birlikte yönetmek için yola çıkmış yol arkadaşlarıyız.
Her gün daha da çoğalacak, her gün safları daha da sıklaştıracak ve her gün daha da hızlanacağız.
Hazırlanın… Hep birlikte kazanacak, hep birlikte yöneteceğiz. Ve bu halk, bu ülke güzel günler görecek.
Yolumuz açık olsun, hepinizi saygıyla, sevgiyle kucaklıyorum…”