Kıbrıs meselesinde yeni yaklaşımlar: Akansoy, barış kültürü ve özeleştiri vurgusu yaptı

CTP Genel Sekreteri Asım Akansoy güney basınına konuştu: “KKTC'nin tanınacağı korkusu, Kıbrıs Rum otoritelerini büyük yanlış kararlara itmiş ve Kıbrıs Türk toplumun daha da izole olması, yalnızlaşması hatta ve hatta kendi ayakları üzerinde duramaması ile sonuçlanmıştır. Bunun yarattığı sonuçları herkesin düşünmesi gerekir."

Bugün Kıbrıs

Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP) Genel Sekreteri, milletvekili Asım Akansoy, Dialogos’a verdiği röportajda Kıbrıs sorununa dair önemli mesajlar verdi.

Akansoy, adada kalıcı bir çözüm için BM Güvenlik Konseyi kararlarına dayalı bir yaklaşımın gerekliliğine vurgu yaparak, toplumlar arası güveni artıracak adımların atılması gerektiğini belirtti.

Akansoy, toplumlar arası yakınlaşmanın ve ortak üretimin önemine dikkat çekti. Bu bağlamda çevre, enerji, eğitim gibi alanlarda işbirliğinin artırılması gerektiğini söyledi.

Siyasi eşitliğin BM kararlarıyla güvence altına alınması gerektiğini vurgulayan Akansoy, müzakerelerin sonuç odaklı bir metodolojiyle yeniden başlaması gerektiğini belirtti.

Kuzeydeki ekonomik sıkıntılara değinen Akansoy, gelir dağılımındaki eşitsizliklerin toplumu zorladığını ifade etti.

Geçmişte alınan kararların bugünü şekillendirdiğini belirten Akansoy, çözümün tavla değil, satranç gibi stratejik bir yaklaşımla ele alınması gerektiğini söyledi.

– Kıbrıs meselesinde kritik bir kavşak noktasındayız. Tüm gelişmelere rağmen Kıbrıs meselesinin çözümünü isteyen güçler bu yönde nasıl işbirliği yapabilir?

Bilindiği üzere, Ekim ayında New York’ta gerçekleşen yemekli toplantıda, Genel Sekreter Guterres iki noktayı öne çıkarmıştı. Yeni geçiş noktalarının açılması konusunda tarafların ve genişletilmiş bir toplantının davetinin kendi tarafından yapılması. Şu andaki gelişmeler Genel Sekreterin inisiyatifinin bir sonucudur.

Son dört buçuk yılda, BM kapsamında resmi bir görüşme yapılmamış olması Sayın Tatar ve Sayın Hristodulidis arasında BM parametreleri çerçevesinde bir zeminin olmamasından kaynaklanır. Zemin kayması, Kıbrıs’ta bizi kalıcı bir çözüme taşımayacaktır. Kıbrıs’ta çözümün temel zemini, çözüm ile ilgili BM Güvenlik Konseyi kararlarıdır. Sürdürülebilir ve işlevsel bir yeni yapı ancak ve ancak bu şekilde kurgulanabilir. Bunun dışında gelişigüzel temas ve işbirliği gibi yaklaşımlarla sonuç alıcı adımlar atılamaz. Tüm temas ve işbirlikleri, yukarda bahsettiğim ana siyasi konsept çerçevesinde olması kaydıyla bir anlam kazanır. Dolayısıyla derdimizin sadece yeni geçiş noktaları açmak değil, Kıbrıs sorununun çözümü kapsamında adım atmak olması gerektiğini düşünmekteyim.

Ne yapılmalı sorusu çok önemli? Bu tarihsel süreçte gördük ki, ana problem bugüne dek varılan mutabakatlarda ve çözüm modelinde değildir. Esas boşluk, toplumlar arası yakınlaşmayı, güveni sağlayacak birlikteliklerin atılmamasındadır. Bu eksikliğin adına barış kültürü diyebiliriz. Kültür derken, ortaklıktan, birlikte üretebilmekten, birlikte yaşama deneyimlerinden ve praatikten bahsediyorum.

Bu alanda doğan boşluk, toplumları kendi ayrıştırmış, kendi yapılarında sorunlarına çare üretme noktasına itmiştir. İki ayrı yapının yarattığı hakimiyetin ardında bu yatır. Elbette bu durumun doğması için yapılan sosyal mühendislik projelerini, müdahaleleri göz ardı etmiyorum.

Şu anda yapılması gereken, ana eksenden yani temel parametrelerden asla kopmadan, toplumların ve bireylerin ihtiyaçlarını gözeten ortaklık adımlarını cesaretle atmaktır.

Örneğin basında Rum Ortodoks Kilisesi Başpiskoposu Yeorgios’un saçma sapan açıklamalarını okuyoruz. 21. yüzyılda bu tür zihniyetlerin varlığı da siyasi konuşmalar yapması da büyük tehlike. Kıbrıs adasının çözüm bağlamı bakımından değil sadece Kıbrıs Rum toplumunun kendi iç düzeni açısından da. Türkiye ve Yunanistan’ın, yeni bir sayfa açtığı bir dönemde, bu tür açıklamaların Kıbrıs’ı zehirlediğini görmemiz gerekir. 2500 yıl önceden verdiği örneklerle, bugünün gençlerini etkilememeli.

Her iki toplumda da ciddi lider boşluğu olduğunu görüyorum. Beğenseniz de beğenmeseniz de, dünün güçlü, esnek, kararlı, ne istediğini bilen siyasi liderleri pek yok. Bu boşluğu dolduracağız! Kuzeyde de Güneyde de dolduracağız. Bunları yaratacak olan da bizleriz. Bunu her iki toplumda çözümü hedefleyen ana akımlar yapacak. Çatışma ve gerilim değil çözüme odaklanacak adımlar atacağız. Kararlılıkla, görüşerek. Dünyada iki gün önce kavga eden siyasi taraflar, bir gün sonra masaya oturup halklarının sorununu çözmek için irade ortaya koyuyor. Bizde hala gereksiz bir savunma duygusu var. Kabuğumuzu artık kıracağız, kırmalıyız. Oturduğumuz yerden çözüm gelmez, unutmamalıyız. Türkiye’deki siyasi aktörlerle de Yunanistan’dakilerle görüşmeliyiz. 21. yüzyıl siyaset vizyonu budur. Korkusuz, cesaretli, esnek ve diyalog içinde olmalıyız.

– Birleşmiş Milletler Siyasi İşlerden Sorumlu Genel Sekreter Yardımcısı Rosemary DiCarlo’nun ziyaretini ve iki liderle yaptığı görüşmeleri nasıl yorumluyorsunuz?

Di Carlo, 5+1 toplantısı öncesi, tarafların görüşlerini dinlemeye geldi ve dinledi. Şu aralar Kıbrıs cephesinde yeni birşeyin olmadığını görmüştür, diye düşünmekteyim. 5+1 toplantısı konusunda iyimser olacak herhangi bir somut neden yoktur. Bunu kendisinin de gördüğünü düşünüyorum. Toplantı gerçekleşmemeli demiyorum, bence gerçekleşmeli. Ancak bir beklenti içinde olmayalım. Önemli olan BM’nin devrede kalmasını sağlamaktır. Toplantı da bunun için olmalıdır.

– Kısa bir süre önce CTP’nin Türkiye Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan ile diyalog başlatmasının önemli olduğunu çünkü Fidan’ın “Kıbrıs sorununda açılıma açık bir kişi” olduğunu belirttiniz. Bu görüşünüzün dayanağı nedir?

Kendisi ile yapılan görüşmelerde edindiğimiz izlenimleri paylaşmıştım. Sayın Fidan’ın çözüm konusunda dogmatik olmadığını söyleyebiliriz. Yaratıcı fikirlerle çözüm odaklı adımlar atmaya açıktır. Bu noktada diyalog her zaman önemlidir diye düşünüyorum.

– Kuzeydeki hayat pahalılığı vesilesiyle Kıbrıslı Türk sendikaların sık sık eylemler ve grevler yaptığını görüyoruz. Bu durumda alt ve orta sınıflar finansal olarak nasıl başa çıkabiliyor?

Yüksek enflasyon altında olduğumuz açıktır. Ekonomik yapıdaki istikrarsızlık buradaki yaşamı etkiliyor. Para politikamız yok, Ankara’daki Merkez Bankasının aldığı kararlara tabiiyiz. Sadece Maliye politikaları ile bir yere kadar adım atabilinir. Şu anki hükümetin varlığı ile yokluğu bir. Büyük sorunlar var. Halkın maaşları çok düşük olmasa da, alım gücü düşük. Bu nedenle ekonomi şu ara kısmen de olsa Güneye kaymış vaziyette. Bazı zamanlarda sizin ekonominizin kısmen Kuzeye kaydığı gibi. En genel anlamda, gelir dağılımı bozukluğu hat safhada. Kıbrıs Türk toplumunun üst %20’si ile geriye kalanı arasında korkunç bir uçurum var. Orta kesim süratle fakirleşiyor. Alım gücü düşüyor. Büyük bir sorunla karşı karşıyayız.

– İki toplum arasındaki ilişkileri güçlendirmek için diğer konularda (örneğin çevrenin korunması, yenilenebilir enerji, eğitim, kültür, vb.) iki toplum arasında işbirliği kurulması gerektiğini düşünüyor musunuz?

Kesinlikle. Çok önemlidir. Adadaki hakim statükonun kırılması, ancak ve ancak birlikte üretim ile mümkün olur. Bu yönde, kadınların, gençlerin, sektörel grupların, iş dünyasının bir araya gelmesini sağlamamız gerekir. Avrupa Birliği bağlamı bu noktada çok önemli olmakla birlikte ne yazık ki yeterli değil.

2017 Crans Montana sonrasına kadar AB mevzuatı bağlamında çalışma yapan AD Hoc Komite ne yazık ki Anastasiadis’in kararı ile iptal edilmiştir. Bu akıl almaz karar, bizi ciddi anlamda olumsuz etkiledi. Yine, Yeşil Hat Tüzüğü ve Mali Yardım Tüzüğü hayata geçerken Doğrudan Ticaret Tüzüğünün dışarda bırakılması ve engellenmesi, bize çok ciddi zararlar vermiştir. Ekonomik bağlamda AB dışında bırakılmak, bırakınız bunun bir tür cezalandırma olmasını, bizi toplum olarak zayıflatmış, yalnızlığa itmiştir. Bu bir gerçektir. İş dünyası ve sermaye yapısı süratle değişmekte, bugün Kuzeyde yeni bir durum oluşmaktadır. Şimdi bunlar sonuçtur. Nedenlerini sorgulamamız lazım.

Bu noktada da indirgemeci bir yöntemle, adadaki tüm sorunlardan salt Türkiye ve Yunanistanı sorumlu tutmamamız gerekir. Tarihsel dönüm noktalarında alınmış olan karar ve yapılmış olan hareketler üzerine bugünü kuramayız. Ne 63 ne de 74 bunu açıklamaya yeterlidir. Her ikisi de tarihsel birer olgudur, ancak ben tarihçi değilim siyasetçiyim. Derdim varolan yapıyı değiştirmek. Çünkü bu durum her iki toplumu da boğuyor, boğacak. Buna izin vermeyelim. Adada, tanınmış veya tanınmamış iki garip devlet yapısı altında mutsuz, umutsuz, gergin insanların yaşamasını istemem, asla kabul etmem. Birbirimizi kandırmayalım.

Neden sonuç ilişkisi kurmamız gerekir, dediğim gibi. Eğer yaşadığınız topraklara tutunacak imkan olmazsa ne yaparsınız?

Bakınız, “KKTC”nin tanınacağı korkusu, Kıbrıs Rum otoritelerini büyük yanlış kararlara itmiş ve Kıbrıs Türk toplumun daha da izole olması, yalnızlaşması hatta ve hatta kendi ayakları üzerinde duramaması ile sonuçlanmıştır. Bunun yarattığı sonuçları herkesin düşünmesi gerekir. Bu saptamaları artık görelim, durum analizi yapıyorum. Herhangi bir ayrılıkçı durum yaratılmaması adına öngörülen hamlelerin yapılmaması, yeni güven sorunlarını da ortaya çıkarmıştır. Referandumdan bugüne, yirmi yıllık bir zaman geçmiştir. Kofi Annan 2004 Raporunda açıkça şunu ifade etmişti, Kıbrıslı Türkler referandumda yüksek oranda evet diyerek, ayrı devlet peşinde olmadıklarını federasyon istediklerini ortaya koymuştur. Bundan dolayı dünya ülkelerine çağrım kendileri ile ilişki kurulmasıdır. Bu değerli ifadeleri unutmamak gerekir. Kıbrıs sorununu çözmek satranç oynamaya benzer, bir hatta birkaç sonraki adımı gözetmeniz, öngörmeniz gerekir. Biz Kıbrıslılar tavla oynuyoruz, zarın sürekli istediğimiz gibi dönmesini bekliyoruz. Olmuyor.

– Sayın Tatar’ın ortaya koyduğu politika ‘KKTC’nin tanınmasını içermektedir. Egemen eşitlik ve eşit uluslararası statü nedir?

Federal bir yapı içerisinde iki eşit statüden mi bahsediyorsunuz? Yoksa her an ayrılmayı hedefleyen bir anlayış mı? Çoğu zaman cevap alamadık ama 11 Şubat 2014 tarihli metin ve BM Güvenlik Konseyi’nin eşitlik konusundaki (1991 BM GK kararı) bağlamı açık ve rasyonel.

Çözümsüzlüğün çözüm olamayacağını net bir şekilde ifade ettik.

Biz CTP olarak çok net bir şekilde bunu savunuyoruz:

Siyasi eşitlik bir Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararıdır ve bunun müzakere konusu yapılmasını kabul etmiyoruz. Müzakereler, dönüşümlü başkanlığın teyit edilmesi ve tüm federal organlarda alınacak kararlara aktif katılımının sağlanması esası ile başlamalıdır. Yeni müzakere süreci, belirlenecek takvime bağlı olarak sonuç odaklı bir metodoloji çerçevesinde gerçekleşecektir. 2017 Crans-Montana konferansına kadar resmi müzakerelerde varılan tüm mutabakat ve yakınlaşmalara bağlı kalınmalıdır. Müzakereler bu uzlaşmalar üzerine inşa edilecektir.

Ve elbette Kıbrıs Türk tarafının yapıcı yaklaşımına rağmen yeni bir başarısızlık ihtimali karşısında, statükonun devamını engellemek için gerekli güvence resmi müzakereler bağlamında sağlanmalıdır.

Bu güvence önceden sağlanmalıdır. Burada da yukarıda bahsettiğim 2004 Annan Raporu’ndaki açılım gözetilmelidir.

DAUSEN

Girne Belediyesi

Girne Belediyesi

Gönyeli Alayköy Belediyesi

array(4) { ["reklam_linki"]=> string(31) "https://guvensigortakibris.com/" ["reklam_gorseli"]=> string(63) "https://bugunkibris.com/wp-content/uploads/2024/11/mavi-gif.gif" ["hangi_pragraflar_arasina_geldin"]=> string(1) "2" ["reklami_yayinla"]=> bool(true) }