“Sosyal hizmetler yerine külliye ve din işlerine yatırım”
Bağımsızlık Yolu PM Üyesi, Avukat Cansu Nazlı, hükümetin Sosyal Hizmetleri bilinçli olarak zayıf bıraktığını ve bu tercihin ideolojik olduğunu belirtti.
Bugün Kıbrıs
Bağımsızlık Yolu PM Üyesi avukat Cansu Nazlı, ülkede artan tarikat faaliyetlerine değinerek, “Sosyal Hizmetler Dairesinin personel ihtiyacı giderilmezken Din İşleri Dairesine misliyle personel istihdam edilmesi, külliye inşa edilirken devlet tarafından kurulan bir tek sığınma evi bile bulunmayışı siyasi bir tercihtir. Bu bütçe yasalarını getiren, geçiren, onaylayan vekiller de bundan sorumludur” dedi.
Sosyal hizmetlerdeki bu gerilemenin, çocuk ve kadınların haklarının korunmasında ciddi zaaflar yarattığını belirten insan hakları savunucusu Nazlı, toplumun bu sorunlarla baş edebilmesi için sosyal hizmetlerin yeniden güçlendirilmesi gerektiğini vurguladı. “İhmal ve istismara uğrayan çocuklar, yaşadıkları olumsuz koşullara devlet tarafından terk edilmektedir. Ne bir rehabilitasyon merkezi ne de bu çocukların barınabileceği güvenli bir sığınma alanı mevcuttur. Bu da mağdur çocukların istismarcılarıyla aynı evde kalmaya devam etmeleri sonucunu doğuruyor” dedi.
Nazlı, devletin sosyal hizmetlerden geri çekildiği her alanda dini kurumlar ve tarikatların güç kazandığını, kamusal hizmetlerin ise bu durum karşısında giderek daha zayıf kaldığını ifade etti. “Sosyal hizmetlerin dar bütçesi ve eksik personeline karşılık devletin birçok kurumundan zengin olan Vakıflar İdaresinin, devletin geri çekildiği sosyal hizmet alanını giderek daha fazla kapsaması kaygı vericidir” dedi.
Toplumsal meselelerde devletin sorumluluk alması gerektiğini ve bunun yerine tarikatların, dini vakıfların ve derneklerin çocukları hedef almasının bu ülke yarısını daha tehlikeli bir hale getirdiğini vurgulayan Avukat Cansu Nazlı, bu durumu şu sözlerle değerlendirdi:
“Bugün Kıbrıs’ın çok yerinde bir refleksle gündem ettiği tarikatların örgütlenmesi ve kuran kursları veya çeşitli dernek tabelaları altında çocukları hedef alması da bu ülke yarısının çocuklar için giderek daha tehlikeli olduğunun göstergesidir. Toplumun giderek artan bu baskı ve örgütlenme karşısında kamu hizmetlerinin yeniden yapılandırılması gerektiğini savunuyorum.”
Avukat Cansu Nazlı ile, hem kadın ve çocuk hakları ihlallerini hem de sosyal hizmetlerin zayıflamasının sonuçlarını konuştuk. Nazlı, devletin sosyal tarafıyla ilgili değerlendirmelerini Bugün Kıbrıs ile paylaştı.
1. Ülkede artan suç oranlarının önüne geçebilmek için neler yapılmalı?
Artan suç oranlarının önüne geçebilmek için en temelde suçu oluşturan nedenlerin tespiti ve suçun işlenmesini olanaklı kılan şartların değiştirilmesi önemlidir. Buradan anlaşılacağı üzere suçla mücadele soyut olarak ele alınıp salt güvenlik önlemlerini artırmak, cezaları caydırıcı hale getirmek, kolluk kuvvetlerini güçlendirmek gibi ezbere ele alınamaz.
İnsanları suça iten nedenleri ve suçun oluşmasında, yerleşmesinde ve artmasında neden olan unsurlar değerlendirilmeden hareket edilirse suçun önlenmesi başarılamayacağı gibi halkın sivil demokratik haklarını orantısız şekilde ihlal eden bir polis devletine artan suç oranları kisvesiyle rıza göstermiş oluruz. Örneğin her yana dikilen mobese kameralarının suçların önlenmesinde ne kadar etkili olduğu tartışmalıysa da 7/24 sivil yaşamımızın dikizlenmesinin bir hak ihlali olduğu tartışma götürmemektedir.
Bu duruma ceza davası okuma yetkisinin poliste olduğu ve polisin sivile bağlı olmadığı için sivil olarak denetlenemediği gerçeğini de eklediğimizde artan suç oranlarını çözüm önermeyen şekilde gündem etmenin bu coğrafya özelinde oldukça riskli olduğunu vurgulamak gerekir.
Suçun nedenleri ve suçu oluşturan şartların ele alınmasına ilişkin olarak ise, bunun her suç tipi için ayrı ve somut olarak incelenmesi gerektiğini söyleyebiliriz.
Örneğin müstahdem tarafından sirkat, yani insanların çalıştıkları yerde hırsızlık yapması çoğalan bir suç. Buna yaşanan örnekler üzerinden bakıldığı zaman, nitelikli olanların oldukça az olduğunu, büyük oranda insanların yoksulluk sebebiyle bu suça karıştığını gözlemliyoruz. Bunların içinde maaşını alamadığı için maaşı kadar parayı iş yerinin parası içerisinden alan emekçiler dahi görüyoruz. Benzerini süpermarket gibi yerlerde bebek bezi gibi ihtiyaçların giderilmesi motivasyonu ile yapıldığı durumlar da basına yansıyor. Örneğin bu tip suçlarda cezayı artırmak insanları suça iten yoksulluk faktörü her geçen gün artarken önleyici olmayacaktır. Devletin yoksul, işsiz, çalışamayacak durumda kimselere en iyi ihtimalle hiçbir ihtiyacı gidermeye yetmeyecek göstermelik bir maaş bağladığı koşulu değiştirmekle ilgilenmemiz gerekecek. Eğitim, sağlık, elektrik, su, gıda gibi temel ihtiyaçların kamusal olarak karşılanabilmesinde çözümler bulabilmek anlamlı olacaktır.
Yahut bugünlerde rüşvet, yolsuzluk, kamu görevine ilişkin suçların öne çıktığını görüyoruz. Aslında bu ülke yarısında hep olduğunu bildiğimiz ama işlenmeye devam ettiği hatta arttığını gözlemlediğimiz bu suçların ortaya çıkması ve çoğalmasının temel nedenlerinden biri kamuda işlenen suçlara ilişkin yargılama mekanizmasının etkin işlemeyişi. Görevi sistematik olarak kötüye kullanan, görevini ağır şekilde ihmal eden kamu görevlilerinin aleyhinde soruşturma açmak yerine ilgili dairenin bağlı olduğu bakanlıkta, sanki terfi almış gibi çalışmaya devam etmesi neredeyse norm haline geldi. Bunda idarecilerin rolü büyük, kamuyu iyi idare edemiyorlar. Sorun kamuda değil, kamu idaresinde. Kamunun bu şekilde idare edilmesinin de kamusal olan zayıflatmak, geri bırakmakla ilgili neoliberal politikaların tezahürü olduğunu biliyoruz. Kamu Hizmeti Komisyonu, Sayıştay ve gerekli durumlarda konunun Mahkemeye yansıması noktasında ciddi aksaklıklar var. Bunlar yargıya yansısa ceza artırmaya gerek olmadan, yargılanabilir olduğunun görülmesi bu alandaki yargılamaların yaygınlaşması suçun önlenmesinde etkili olacak.
Kadına yönelik şiddet suçu için de benzeri geçerli, kadına şiddeti önleyecek ve kadınları şiddetten koruyacak sosyal mekanizmaların (Alo 183’e alt yapı kazandırılması, şiddet önleme merkezleri ve sığınma evlerinin açılması, sosyal hizmetlere daha fazla bütçe ve personel vb.) tesisi ceza artırmaktan daha etkili olacak. Ve pek tabi bu alandaki suçların mahkemeye yansıması, kamu davası olarak şikayet olmasa dahi soruşturulması, şikayet geri çekilse dahi davanın ilerletilmesi oldukça önemli.
Kamuda yolsuzluk, kadına yönelik şiddet, insan ticareti, fuhuşa aracılık etme gibi suçların artışının aslında gerçek hayatta yaşandığı kadar yargıya yansımaması, bu sebeple de cezasız kalması sonucu bu suçların arttığını da belirterek toparlayabiliriz.
Suç işleyen kimselerin rehabilitasyonu ve cezaevi sonrası toplumsal yaşama planlı şekilde dönmesi ilgili bir devlet mekanizmasının noksanlığı da suça karışan kimselerin tekrar suç işlemesi riskinin artmasına, dolayısıyla da suçun artmasına neden olan unsurlardan biri olduğunu söyleyebiliriz.
2.Son geçirilen af yasasıyla mahkemelerin cezaevine gönderdiği suçluların cezalarının3’de birini tamamladıktan sonra şartlı tahliyeyle salıverilmesini nasıl değerlendirirsiniz?
Son geçirilen Af Yasası olmasaydı bile, şartlı tahliye ile ilgili düzenlemenin tamamen tekrar düzenlenmesi, sil baştan ele alınması gerekiyor. Temel prensip olarak yargısal bir organın verdiği bir kararı ancak yargısal bir organ değiştirebilmelidir.
Bizim mevzuatımıza göre Şartlı Tahliye Kurulu üyeleri üzerinden dahi baksak kurulun yargısal değil idari bir organ mahiyetinde olduğu açıkça görülür. Yargısal kararların, özellikle de oldukça hassas ve teknik bir alan olan cezai muhakeme sonucu verilen yargı kararlarının idari sayılabilecek bir organ tarafından değiştirilmesi kabul edilemezdir.
Kurulun bileşenleri arasında ağırlıklı olarak iddia makamı ve bu niteliğe yakın üyelerin olması; yargıyı, müşteki avukatını ve mahkumlar açısından ise savunmayı temsil eden herhangi bir üyenin bulunmaması ciddi bir eksikliktir. Ayrıca Kurul üyelerinin tümünün atanmış kişilerden oluşması yargı bağımsızlığına gölge düşürmektedir.
3. Özellikle kadına ve çocuğa yönelik cinsel ve fiziksel şiddet vakalarında devletin (polis, sosyal hizmetler, öğretmenler ve ilgili diğer kamu görevlilerinin) yeterli müdahalede bulunduğunu düşünüyor musunuz?
Bu alanda devlet yeterli müdahalede bulunmanın çok uzağındadır.
Polisin kadına şiddetle ilgili birimi her ilçede kurulmalı ve köy karakollarına kadar teşkilatlandırılmalıdır. Özellikle kırsal bölgelerde feodal ilişkiler halen daha kadınların şiddet dolayısı ile şikayetlerinin alınmasında dahi zorluk yaşamasına neden oluyor. Poliste bu alana özel uzmanlaşmış polislerin noksanlığı da ciddi bir sorundur. Şüpheli kadın ölümlerinin ciddiyetle soruşturulmaması, polisin tahkikatında ciddi eksikler olduğu Ağır Ceza Mahkemesi kararlarına dahi yansımaktadır. Faili meçhul kadın cinayeti olması yahut şüpheli kadın ölümlerinin aydınlatılmaması bu alandaki eksiğin ve ihmalin en açım göstergesidir. Etkin kovuşturma yapmayan polise soruşturma açılıp varsa ihmalinden cezalandırılması, kol kırılır yen içinde kalır uygulamasının terk edilmesi gerekir. Bu yüzden Polisin sivile bağlanması kadına yönelik şiddetle mücadele açısından da önemli bir taleptir.
Sosyal hizmetlerin yeterince müdahalede bulunamaması sosyal hizmetlerin güçsüz bırakılmasıyla ilgili bilinçli ve ideolojik bir tercihtir, gelmiş geçmiş hükümetler bundan bizzat sorumludur. Sosyal Hizmetler Dairesinin personel ihtiyacı giderilmezken Din İşleri Dairesine misliyle personel istihdam edilmesi, külliye inşa edilirken devlet tarafından kurulan bir tek sığınma evi bile bulunmayışı siyasi bir tercihtir. Bu bütçe yasalarını getiren, geçiren, onaylayan vekiller de bundan sorumludur. Kadına yönelik şiddeti özel bir suç olarak Ceza Yasasında düzenlenmesini ve bu suça ağır teminat koşulları getirilmesini yasalaştırmayan vekillerin de siyasi olarak sorumlu olduğunu söyleyebilir. Alo 183’e alt yapı kazandırılması ve vardiyalı sisteme geçilmesi, şiddet önleme merkezlerinin kurulması bu alanda etkili mücadele edilmesi için olmazsa olmazdır. Yine kadın sığınma evinin Lefkoşa merkezli kalmaması, diğer bölgelere nüfusuyla orantılı kapasitede sığınma evlerinin devlet tarafından kurulması önemlidir.
Çocuk alanı tam olarak boş bırakılmıştır. Bu ülke yarısında çocukları ihmal ve istismardan koruyacak bir devlet mekanizması yoktur. Sosyal Hizmetlerin müdahale edecek bir alt yapısı da neredeyse bulunmamaktadır. Özellikle ihmal ve istismara uğrayan engelli çocukları barındıracak bir yer olmaması sebep gösterilerek ihmal ve istismara uğrayan çocuklar bunu yaşadıkları evde içinde bulunduğu duruma devlet tarafından terk edilmektedir. Çocuk İzlem Merkezlerinin kurulması hayati bir önem taşımaktadır, yasa önerisi hazır olmasına rağmen Meclisteki hiçbir vekil bunu gündeme getirmemektedir.
Sosyal hizmetlerin dar bütçesi ve eksik personeline karşılık devletin birçok kurumundan zengin olan Vakıflar İdaresinin devletin geri çekildiği sosyal hizmet alanını giderek daha fazla kapsaması kaygı vericidir. Buna, Bugün Kıbrıs’ın çok yerinde bir refleksle gündem ettiği tarikatların örgütlenmesi ve kuran kursları veya çeşitli dernek tabelaları altında çocukları hedef alması da eklenince bu ülke yarısının çocuklar için giderek daha tehlikeli olduğunun adını koymamız gerekir. Kamusal eğitimin, sosyal hizmetlerin güçlendirilmesi için mücadeleye en çok da çocukların BUGÜNÜ için taraf olmalıyız.
Okullar ve öğretmenler, çocukların ihmal veya istismara uğraması ya da risk altında olması durumunda bu durumları tespit etmede kilit bir rol oynar. Bu yüzden tıpkı Sosyal Hizmetler gibi devlet okullarının da güçlendirilmesi önemli. İhmal, istismar riski ya da varlığı saptandığında adli ihbar zorunluluğu getirilmesi ve çocuklarla ilgili kamu kurumlarının multidisipliner biçimde koordineli olarak çalışacağı devlet bir mekanizmanın kurulması gerekiyor.
4. Ülkeye giriş çıkışlarda yeterli denetim yapılmadığı defalarca dile getirildi. Bununla ilgili yapılması gereken en acil adım nedir?
Kimlikle giriş çıkışların yasaklanması en acil adımların başında geliyor.
Çalışma İzni ya da Öğrenci İzni alınmasına vesile olan özel şirketlerin ve özel üniversitelerin bu kişilerden yasal olarak sorumlu tutulması da çok önemlidir.
Mevcut çalışma izinlerinin yenilenmesi ve burada bulunmadığı için zaruri olarak getirilmesi gereken bir iş kolu olmadıkça yeni çalışma izni çıkarılması derhal durdurulmalıdır.
Patronun kusuruyla kaçak hale gelen göçmen emekçilerin tespiti halinde işverene hem geriye dönük kaydın yaptırılması hem de belirli süre ilgili emekçiyi çalıştırma zorunluluğu getiren düzenleme yapılmalıdır.
5. İşçi getirme adı altında ülkede yapılan insan ticaretinin önüne nasıl geçilir?
İnsan ticareti suçuyla mücadele hem yerel hem küresel ölçekte bir planlama gerektirmektedir.
İnsan ticareti yapan kişi ve kurumların devletten daha zengin ve güçlü olması, devletin bu alanda özellikle bizim gibi uluslararası hukukun dışında kalan bir ülke yarısı için oldukça dezavantajlı bir durumdur.
İş Yasasınca yasaklanan, Ceza Yasası tarafından suçu kabul edilen bu fiili işleyenlere polis tarafından ceza davası getirilmemesinde bunlar yanında polisin sivile bağlı olmayışı, gerçek iktidar olan bu çevrelerin menfaatinin bir paravan olarak hükümet edenlerce korunması ve müştekilerin bu cendereden kurtulduktan sonra güvenli bir şekilde gitmek istemelerinin yani burada olmayacak olmalarının yargılamanın devamında çıkaracağı sorunlar birer engel teşkil etmektedir.
İş Yasası başta olmak üzere iş hukuku ve muhaceretle ilgili mevzuatın işçi getirilen ülkelerin diline tercüme edilmesi, Çalışma Bakanlığına bağlı dairelerde yabacı işçilerin dillerinde tercüman bulundurulması öncelikli bir ihtiyaçtır. İşsizlik sorunu çözülene kadar mevcut çalışma izinlerinin yenilenmesi dışında yeni çalışma izni çıkarılmasının durdurulması da akışı önlemekte dolaylı ama etkili bir tedbir olacaktır.
Çalışma yaşamında en etkili denetimi sağlayacak olanın sendikalar olduğunu düşündüğümüzde özel sektörde sendikalaşmanın da bu alanda meydana gelen hak ihlallerinin tespitinde ve hak mücadelesinin verilmesinde önemi çok büyüktür. Bu nedenle sendikasız çalıştırılmanın yasaklanması gerekir.
İnsan ticaretiyle ilgili mevzuat güncel ve icra edilebilir olmalıdır. Müdahale hattı kurulması, adli yardım sağlanması, barınma başta olmak üzere temel gereksinimlerinin karşılanacağı bir devlet mekanizması kurulması, insan ticareti şüphesi halinde etkili kovuşturma yapılması, sahada çalışacak görevlilerin uzmanlaşması gerekir.
Benzer bir durum gece kulüpleri için de geçerlidir, seks kölesi olarak çalıştırılan kadınların maruz kaldığı pasaporta el koyma, kilit altında çalıştırma ve yaşama, borçlandırarak çalıştırma gibi zorla çalıştırma unsurları mevcuttur. Fuhuşa aracılık yapıp bundan para kazanmak da Ceza Yasasında suç olarak tanımlanmaktadır. Polisin dahi müdahale etmekten çekindiği karanlık ve tekinsiz bu yerlerde çalıştırılan kadınların kurtulması için gece kulüpleri kapatılmalıdır.