Çocuğun adı var, hakkı yok
Öncelikli olarak çocukları koruması gereken devlet, gerek yasalarıyla gerek uygulamalarıyla çağın çok gerisinde. Evrensel Çocuk Hakları Derneği Başkanı avukat Laden Asilzade, Bugün Kıbrıs’a yaptığı değerlendirmede konunun röntgenini çekti. Mevcut şartlarda çocuğun adı var ama hakkı, hukuku yok, koruması yok...
Çocuğun adı var, hakkı yok
Öncelikli olarak çocukları koruması gereken devlet, gerek yasalarıyla gerek uygulamalarıyla çağın çok gerisinde. Evrensel Çocuk Hakları Derneği Başkanı avukat Laden Asilzade, Bugün Kıbrıs’a yaptığı değerlendirmede konunun röntgenini çekti. Mevcut şartlarda çocuğun adı var ama hakkı, hukuku yok, koruması yok...
Bugün Kıbrıs
Evrensel Çocuk Hakları Derneği Başkanı avukat Laden Asilzade çocuk hakları, ihmal ve istismar konuları hakkında önemli bilgiler paylaştı. Bugün Kıbrıs’tan Emine Yüksel’e konuşan Asilzade eksik yasalara ve yanlış uygulamalara dikkat çekti. Çocukların ihmal ve istismarına ilişkin verilerin eksik olduğunu, devletin bu verileri tutması gerektiğini ifade eden Asilzade, İstatistik Kurumu, Çalışma Bakanlığı ve Sosyal Hizmetlerde bu verilerin olmadığını belirtti.
Çocuk istismarı vakalarının çoğunlukla aile içinde gerçekleştiğinin bilindiğini belirten Asilzade, Ceza Yasalarının yetersizliğine dikkat çekti. Özellikle çocuk cinsel istismarı ile ilgili cezaların yetersiz olduğunu kaydeden Asilzade, bu durumun çocuk haklarını korumada eksiklik yarattığını dile getirildi.
Tam gün eğitim konusuna da değinen Evrensel Çocuk Hakları Derneği Başkanı avukat Laden Asilzade okulların fiziki koşullarının yetersizliğine, öğrencilerin beslenme ve ulaşım sorunları yaşadığına dikkat çekti. Bazı çocukların yetersiz beslenme nedeniyle okulda açlık ve uyku hali yaşadığını belirten Asilzade, bu durumun çocukların sağlığını olumsuz etkilediğini vurguladı.
Nafaka davaları, suça sürüklenen çocuklar ve devletin sorumluluğunda olması gereken yurtlar konularına değinen Asilzade, devlet eliyle ihmal ve istismar yaşandığına dikkat çekti.
“Ülkede ihmal ve istismara uğrayan çocukların verileri tutulmuyor. İstatistik Kurumu, Çalışma Bakanlığı ve Sosyal Hizmetler vaka sayılarıyla ilgili veri sahibi değil.”
-Evrensel Çocuk Hakları Derneği’nin yürüttüğü faaliyetlerden bahseder misiniz?
Biz bu yılın faaliyetlerinden biri olarak Mart ve Nisan aylarında, Polis Genel Müdürlüğünden, Eğitim Bakanlığından, İstatistik Kurumundan ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığından 2018-2023 yılları arasında ihmal ve istismara uğrayan çocukların verilerini talep ettik. Derneğimiz, kendi çabaları ile bu istatistiki verileri tutmaya çalışıyor ama hiçbir zaman bilimsel bir kanıt olarak bunları kullanmamız mümkün değil. Bu verileri tutmak devletin kurumlarının yetkisindedir. Bu veriler, hem bizim sivil toplum olarak yapacağımız çalışmalarda ışık tutacak hem de devleti bu konularda çalışma yapılması gerektiği konusunda uyarabileceğiz. İstatistik Kurumu’nda böyle bir veri olmadığı bize e-mail ve telefon yoluyla bildirildi. Yetkililer bize bu konuyla ilgili işbirliği teklif etti. Sosyal Hizmetlerin de birimlerini teker teker aradık. Ellerinde olan verileri bizimle paylaşmalarını istedik. Bize yardımcı olmaya çalıştılar, ellerinde böyle bir veri olmadığını öğrendik. İstatistik Kurumundan nasıl böyle bir veri çıkmaz diye şok olduk. Çünkü bir ülkede öncelikli korunması gereken şey çocuklardır. Dolayısıyla işbirliği yapmak için bazı girişimlerimiz oldu ama, daha sonra onlarla iletişimimiz koptu. Çalışma Bakanlığı ve Sosyal Hizmetlerden Alo 183 hattına gelen ihbarlarla ilgili de veri almaya çalıştık. Öyle bir veri de yok. Bize bir tek Polis Genel Müdürlüğü geri dönüş yaptı. O da sadece cinsel istismarla ilgili verileri verebildi. Mahkemeye gitmiş konularla ilgili… bu noktadan sonra oturup düşündük. Yani bir çocuk ihmal ve istismara uğradığında polis aranır, polis gider yerinde aileyi uyarır ama yasal olarak bu işin takibini yapabileceği bir yasa maddesi yok. Burada büyük bir soru işareti var. Bize verilen istatistiklerde 17 yaş altı cinsel istismara uğrayan ve suç kapsamına giren toplam sayı 111. 17-18 yaş arası bu sayıya dahil değil. Ama biliyorsunuz ki 18 yaşına kadar her birey çocuk kabul ediliyor. Özellikle 2022 yılında vakaların arttığını gördük. Bu büyük ihtimalle pandemi dönemine denk gelir, yani herkesin evlerde olduğu döneme. Belki de ev içinde bunların olduğu ya da çocukların daha korunmasız zamanda olduğu bir dönemde. Ev içi ya da evin dışında yaşanan istismar vakalarını ayıracak bir verimiz de yok. Ama biz şunu çok iyi biliyoruz, çocuğun cinsel istismarı yüzde 80-90 hep aile içerisinde olur, yani yakın tanıdıklar, akraba, belki bir komşu. Uzaktan birisinin çocuğu istismar ettiği durumlar da var ama genelde tuttuğumuz veriler bize vakaların aile içinde olduğunu, çocuğun en sevdiği, en güvendiği insanlar tarafından yapıldığını gösteriyor.
“Ceza Yasası’nda çocuklarla ilgili düzenlemeler yetersiz kalıyor. Çok ciddi ve ağır suç olan 16 yaşından küçük çocuğa cinsel istismarda bulunmak 6 yıl gibi hafif ceza alıyor. Ayrıca yaş sınırının 18’e yükseltilmesi gerekiyor.”
-Bu suçlarla ilgili düzenlemeler ne durumda? Çocuğun cinsel istismarına yönelik cezalar caydırıcı mı?
Ceza yasasına baktığımızda, çocuğun cinsel istismarı ile ilgili karşımıza kötü bir düzenleme çıkar. Fasıl 154 Ceza Yasamızın 154. Maddesinde Çocuğun Cinsel İstismarı suçunun maksimum cezası altı yıl olarak düzenlendi. Çocuklara yönelik bu kadar çok cinsel istismar vakasının tespit edildiği ülkemizde bu çok düşük bir cezadır. 151. Maddenin (Ç) bendine göre ise bu suçun 18 yaşından küçük veya zihinsel engelli bireylere karşı işlenmesi halinde iki yıla kadar hapis veya para cezasına veya her ikisine birden çarptırılabilir. Buradaki ceza iki yıldır maksimum. Gelelim cinsel saldırıya, bunlar arka arkaya düzenlenmiş maddelerdir. Burada da verebileceğin hapis cezası en fazla üç yıla kadar. 16 yaşından büyük 18 yaşından küçük veya zihinsel engelli bir kişiye karşı işlenmesi halinde ise dört yıla kadar hapis cezası verilebilir. 153. Maddede 16 yaşından küçük çocuğa tecavüz başlığı düzenlenmiştir. Bu durumda ömür boyu hapis cezasına çarptırılabilir. Ama dikkatinizi çekerim, 16 yaşından küçük yani bu maddenin 18 yaşından küçük olması gerekir. Biz eğer çocukları uluslararası düzenlemelere göre koruyacaksak ceza yasamızda 16-18 yaş arası bu kapsama girmiyor.
-Yetişkin olarak mı değerlendiriliyor?
Evet. Daha farklı değerlendiriliyor. İlgili maddede 18 yaş altı şeklinde değerlendirilmesi lazım, düzenlenmesi gerekiyor. 154. Madde biraz önce söylediğim direkt Çocuğun Cinsel İstismarı başlıklıdır. Aslında teknik olarak baktığımızda, belki de bütün bu maddelerin sadece Çocuğun Cinsel İstismarı maddesi altında değerlendirilip, cezaların da yükseltilmesi gerekmektedir. Burada da 18 yaşından büyük bir kişinin 16 yaşından küçük bir çocukla cinsel davranışla ilişkiye girmesi ve fiziksel temas kurması halinde altı yıla kadar hapis cezası öngörmektedir. Altı yıl, çocuğa yönelik cinsel içerikli suçlara çok hafif kalan bir cezadır.
Gelelim yasada çocukların terk edilmesi ile ilgili maddelere, işte burada karşımıza ilginç bir bilgi çıkar. 181. Madde çocukları terk etme suçunu düzenler. Burada da “İki yaşından küçük bir çocuğu hayatı tehlikeye girebilecek bir biçimde veya sağlık durumunun bozulduğu veya sürekli bozulabileceği bir biçimde yasa dışı olarak terk eden veya açık bir yerde bırakan herhangi bir kişi, ağır bir suç işlemiş olur ve beş yıla kadar hapis cezasına çarptırılabilir.” Yani iki yaşından küçük bir çocuğu terk etmek, bir yerlerde bırakmak beş yıl, çocuğa cinsel istismarda bulunmanın cezası da altı yıl. Bu her iki madde de çocuğa yönelik işlenebilecek çok ciddi ve ağır suçlardır ve bu her iki maddenin de bir an önce yasal olarak ceza sınırlarının yükseltilmesi gerekir.
-Çocuklara yönelik suçlarda yasada yapılmasını gerektiğini düşündüğünüz başka değişiklikler var mı?
Örneğin geçen sene eylül ayında, bir hademe tarafından sekiz çocuğa laf atıldı. Aslında bu bir cinsel taciz suçudur ve cezası en fazla altı yıla kadar hapistir. İnsanlar bu cezayı caydırıcı görmüyor. Çok ciddi etkileri olmasına rağmen basit suç tipi sayılıyor.
Çocuğun ihmal ve istismarı ile ilgili ayrı bir madde açılıp, terk etmeden ya da bir yere bırakmadan ziyade 18 yaş altındaki çocukların koruma altına alınması lazım. 16-18 arasındaki yaş farkının da kapatılması lazım. Çünkü bize Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi 18 yaşından küçüklerin çocuk olarak değerlendirilmesi gerektiğini söylüyor.
-Bize gelen ihbarlarda Girne’de çocuklarını evde bırakıp işe gitmek zorunda kalan ebeveynler olduğunu öğrendik. Bu insanların maddi durumları kötü değil. Ama çocuklarını özellikle yaz dönemi bırakabilecekleri bir yerleri yok. Mesela 9 yaşında bir çocuğun evde tek başına kalıp, öğlen yemek ısıtıp yediğini biliyoruz. Diğer taraftan evde bırakamayan aileler de camilere götürüyor. Burada devletin sorumluluğu var mı?
Devletin etüt merkezleri açması gerekir. Çocukların sosyal aktivite yapabilecekleri merkezlerin açılması gerekir. Çünkü çocuklar camilerde pedagojik eğitimden geçmemiş yetişkinlerle muhatap olurlar. Bir akraba yanına iş için yerleştirilirler. Burada çocuğu fiziken ve ruhen korumamız mümkün değil. Hele hele 9-10 yaş bir çocuktan bahsedersek. Bize de evde çocukların yalnız kaldığıyla ilgili çok ihbar geliyor. Duyuyoruz küçük olan ağlıyor, “annemi isterim” diye ne yapalım diye bize soruyorlar. Tabii anne baba işe gider diye çocuğu da alıp Sosyal Hizmetlere veremezsin. Bölgelerdeki ihtiyaçlara göre, çocukların zaman geçirebilecekleri, sağlıklı fiziki aktiviteler yapabileceği ve mutlaka çocuklarla iletişime geçme yetisi olan ve bu eğitimi almış insanların oralara bakım vermeleri gerekir. Bunun tek çaresi etüt merkezleridir. Bunun başka bir cevabı yok.
Son zamanlarda bilirsiniz ki etüt merkezi başlığı altında ciddi dini suiistimallerin yapıldığı yerler açıldı ve bunlar da ciddi sıkıntılar yaratıyor. Sadece yaz tatilleri değil, çocukların okuldan eve geldiği saatlerde de rastlıyoruz bunlara. Başka bir konu da çocuklar çok fazla sokaklardadır. Gece sokaklarda dolaşan çocuklar görüyoruz. Bu çocuklar belli bir süre sonra mendil satmaya başlar, tespih satmaya başlar. Bunların hepsinin temelinde ekonomik kriz var. Ailelerin normal zamandan daha fazla çalışma süreleri olur ve evdekilerle yeterince ilgilenemezler. Bunu kötüye kullanan insanlar da var, o başka bir konu. Tabii bunları da söylediğimizde, “tam gün eğitime geçilirse çocuklar ailelerle aynı anda çıkar okuldan ve daha az mağdur olur”a getirilmemelidir konu. Bu bambaşka bir konudur. Yaz dönemi için başka bir şey, okul dönemi için başka bir şey söyleyeceğiz. Okulların tam gün eğitime geçmesinin bence bir sakıncası yoktur. Ama bizim okullarımızın fiziki koşulları, çocukların beslenme düzenleri, okula ulaşımları, kırsaldan merkeze okul için gelen çocuklar okul çıkış saatinde otobüs olmadığı için dönemeyecek evine… bu alt yapı sorunları çözülürse, çocukların tam gün okulda olmasının ve çocukların öğleden sonra okulların etüt merkezleri gibi çocukların sosyal ve sanatsal aktivitelerini geliştirici, hatta çocuk hakları programları uygulanması müthiş olurdu.
-Çocukların bakımı, güvenliği konusunda okul dışında da devletin sorumluluğu var mı? BM sözleşmeleri, Anayasa bu konuda ne diyor?
Her durumda, her koşulda çocukları korumak konusunda devlet birinci dereceden sorumludur. Çünkü yeri gelir çocukları aileye karşı korur, yeri gelir dışarıya karşı korur. Anayasada 60. Madde Gençliğin Korunması’na baktığımızda, “Devlet, gençlerin bilgili, sağlıklı, sağlam karakterli ve topluma yararlı birer yurttaş olarak yetişme ve geliştirilmelerini sağlar” ifadeleri kullanılmış. Bu maddeye bağlı olarak Anayasa devlete sorumluluk yüklüyor. Anayasadaki maddelerin hiçbiri tesadüfi değil. Bu maddeler “Laik Hukuk Devleti” başlığı altında düzenlenmiş maddelerdir. Sosyal devlet dediğinde buradan ne anlaman lazım. Senin sosyal refah içerisinde yaşayabilen, senin sosyal haklarını koruyan bir devlet yapısı anlaman lazım. Aileler zorunlu olduğu için çalışıyor. Çoluk çocuğuna bakmak için, düzgün bir hayat idame ettirsin diye. Bir aile çalışıp neredeyse bütün maaşını kreşe verir. Hem çocuğundan ayrı kalır, hem de sadece onun bir kreşe gitmesi için çalışmış olur. Aileler ücretsiz kreş hakkından yararlanamaz, ya da belli bir yaşa kadar sosyal destek yoktur bizim ülkemizde. Özellikle özel eğitim çocukları ile alakalı çok ciddi sıkıntılar yaşanıyor. Günün sonunda evet devlet sorumludur.
“Tam gün eğitime geçmeye çalışan okullarda kafeterya yok, tuvalet kağıdı yok. 20 kişilik sınıflar 50’yi buldu. Her sınıfta ortalama 1 olan özel öğrenci sayısı 7-8’e çıktı. Okulların ısıtma ve soğutma problemi var. Duvarlar klimayı kaldırmaz.”
-Yabancı ülkelere baktığımızda, özellikle Avrupa’da devlet bu sorunu nasıl çözüyor? Medeni ülkeler seviyesine gelebilmek için neler yapılması lazım?
Öyle ülkelerde böyle sorunlar yoktur. Neden yoktur? Çünkü devlet çocuğu doğduğu andan itibaren gözlem altında tutar. Sosyal Hizmetler çocuğun yaşadığı evi, bazı ülkelerde 1 yaşına, bazı ülkelerde 6 aylık olana kadar ziyaret eder. Çocuğun sağlığı yerinde mi? Aile ile iletişimi tamam mı? Beslenmesi, kilosu yerinde mi? Bu sorumlulukları yerine getirmeyen ailelere ciddi cezalar ve yaptırımlar uygulanır. Okul ile ilgili konularda ise çoğunluğa baktığımızda belli bir saate kadar sabah eğitim modeli uygulanır. Devamında ise okul etüt olarak devam eder. Sportif, sanatsal, çocukların bilgi, tecrübe ve becerilerini geliştirici aktivitelerle veya okul gezileriyle gün devam eder. Bizde ise kendimi bildim bileli çocukları nereye bırakacağız problemi var. Zaten genel olarak ülke çocuğa uyumlu değil. Yeni doğmuş bebeğinizle bir yere gideceğinizi düşünün! Arabalar kaldırımlarda park edilmiş, gittiğiniz yerde çocuğa uygun ortam yok. Sigara içilmemesi gereken kapalı alanlarda sigara içilir. Çocuk dostu restoranlar, oteller yok. Çocuğun esenliği ve güvenliği için yapılmış çok az şey var ülkede. Dolayısıyla çocukla birlikte hareket etmek çok zor. Bir de çocuğu en güvenli yerdir diye okula gönderin, sen işteyken aklın kalmasın, iş yaşantına rahat devam edesin diye, bir sürü problem çıkar okulda. Okulun duvarı çöker, felaket olur, iki damla yağmur yağar çocuklar yağmurun altında kalır. Beslenme yetersizliği olur. çocuklar yanında yemek götürsün diyoruz sürekli, ama o çocuk o yemeği nerede yiyecek. Okullarda kafeterya yok. Sağlıklı yemek yiyeceği bir ortam yok. Tuvaletlerde tuvalet kağıdı yok. Artan nüfusla birlikte eskiden 20-30 kişilik olan sınıflar şu anda 40 belki de 50’yi buldu. Özellikle özel eğitim çocuklarının sayısında artış olması bu konuyu çok ciddi bir hale getirdi. Özel eğitim çocuklarının yanında gölge öğretmen olması gerekir ve bu gölge öğretmenlerin devlet tarafından karşılanması gerekir. Fakat böyle bir sistem olmadığı için özel eğitim çocuğu diğer çocuklarla sınıfta ders yapmaya çalışır ve ciddi problemler yaşar. Sınıftaki diğer çocuklara uyum problemi yaşar, sınıfta dersi dinlerken anlamayla ilgili sıkıntılar yaşar. Eskiden her sınıfta ortalama bir çocuk varken bize gelen ihbarlardan öğreniyoruz ki şu anda her sınıfta 7-8 özel eğitim çocuğu var. 7-8 özel eğitim çocuğunun aynı anda, bu konuda bilgi sahibi olmayan bir öğretmen ya da gölge öğretmensiz saf, ari bu ortamda eğitim almasından kesinlikle bahsedemeyiz. Sağlıklı bir eğitim alanından bahsedemeyiz. Ailenin ekonomik yeterliliği yoksa, o çocuğun yanında gölge öğretmen bulundurabilecek durumda değilse eğitim süreci çocuk için de eziyete dönüşür, öğretmen için de, diğer öğrenciler için de.
-Okulların fiziki koşulları tam gün eğitime uygun mu? Çocukların rahatlıkla yemek yiyebileceği, öğle arasını değerlendirebilecekleri güvenli alanları var mı?
Öncelikle okullarda ısıtma ve soğutma problemi var. Biz daha geçen yıl bir devlet okuluna çocuklar üşüyerek ders yapar diye soba bağışında bulunduk. Çünkü okulda ne klima ne soba vardı. Bir de okula alınacak sobaların çocuklar için risk oluşturmayacak şekilde olması lazım. Yangın çıkabilir, çocuğa zarar verebilir. Aslında en doğrusu klimadır. Ama birçok okulun ne duvarı klimayı kaldırır ne devlet bunun için özel bir bütçe ayırır. Dolayısıyla çocukların ısınma ve soğuma problemi var, hepsi hasta gezer. İkinci konu beslenme. Nerede yemek yiyecekler? Yemeğini evinden bile getirse, nerede yiyecek? Sınıfta yiyecek. 30-40 çocuk aynı anda yemek yiyecek, o sınıf kokacak. Yemekten sonra sınıfları temizleyecek bir altyapı yok. Bunun dışında yoksul çocuklarda bu problemi nasıl çözeceğiz. Ulaşım da başka bir sorun. Saat dörde kadar okul olduğunu varsayalım. Birçok taşıma şirketi iki üç öğrenci için otobüs koymayacak. Uzaktan gelen çocuklar evlerine nasıl dönecek.
-Okullar dışında çocukların sosyalleşebileceği alanlar var mı? Sizce ülkedeki parklar çocuklar için uygun mu?
Birçok çocuk parkı var, güzel yatırımlar yapıldı, kaykay, bisiklet parkurları yapıldı. Ama ücretiz resim kursu, heykel kursu yok. Çocukların kendi yeteneklerini keşfedebilecekleri, geliştirebilecekleri kamusal alanlar yok. Genelde parklarda vakit geçiyorlar. Burada parklardaki güvenlik sorununa dikkat çekmek istiyorum. Ben bugüne kadara ülkemizdeki hiçbir parkta güvenlikle ilgili bir uygulama görmedim. Özellikle biz zaten bunu sürekli dile getiriyoruz. Kameralar olması lazım, alkollü tüketim parklarda yasaklanması lazım ve bunların zabıtalar tarafından da denetlenmesi lazım. Zaten çocuk dostu şehirlerin asgari standartlarından bir tanesi de güvenli parklardır. Engelli çocuklar için park sayısı da neredeyse yok denecek kadar az. Engelli çocukların oynayabileceği oyuncaklar yok. İlla ki çocuk oraya ebeveyni ile gitmesi lazım. Son zamanlarda camilerin avlularına yapılan parklar çok fazla gündemde. Bu da çok tartışılan bir konu. Orada sürekli yetişkinlerle bir arada olan çocuklar söz konusu. Güvenli değil. Ülke güvenli değil zaten. Geçen gün 108 gündür ülkede kaçak durumda olan birisi 17 yaşında bir çocuğu taciz etti. Ülkede başıboşluk çok. Ben çocuğumu bir yere bırakmaya güvenmiyorum. Ben kendim çıkmaya korkarım. Bazı bölgelerde ışıklandırma yok. Işıksız park var! Kamera ve zabıta, kent güvenlik sürekli olarak denetlemesi lazım. Başıboş dolaşanları, parklarda madde kullananları tespit etmesi lazım.
-Boşanan ailelerde çocukların yaşadığı sorunlar da son zamanlarda artan dava sayılarıyla gündeme gelmeye başladı. Boşanma süreçlerinde çocukların yaşadığı sıkıntıları bizimle paylaşır mısınız?
Ebeveyn yabancılaştırması ile ilgili çok ihbar alıyoruz. Bu, çocuk bir ebeveyndeyken diğer ebeveyni suçlaması ve hakkında sürekli kötü söylemlerde bulunarak çocuğu ona karşı kışkırtması olarak tanımlanabilir. Mahkemelerde bu gibi durumlarda Sosyal Hizmetlerden rapor talep edilir. Boşanma sayısındaki artış, özellikle boşanmış çiftlerin de görüş günleri ve çocukla ilgili ciddi problemlerden dolayı bu davaların sayısını kat kat artırdı. Dolayısıyla dışardan gelecek raporun beklenmesi, bazı durumlarda psikolojik olarak rapor da alınması gerekir, çocuğun bir psikolog ya da psikiyatrist tarafından görülmesi, devlet hastanesinde randevu alma, onun takibini yapma, bu raporlandırmaların ayrıca yapılması gibi iş yüküne neden olur. Çocuklarla ilgili konuları hızlı çözmemiz gerektiğinden, normal şartlar altında çok kısa sürede verilmesi gereken raporların mahkemeye ulaşması çok zaman alır. Arada çocuğun psikolojisi bozulur ve ebeveynleri arasında pinpon topuna döner. Dışardan bu raporun gelmesi, tebliğ edilmesi, tebliğden sonra çocukla görüşmelerin tamamlanması derken aylar geçer.
-Ortalama kaç zaman alır bunların tamamlanması?
Bazen bazı raporlar 5-6 aydan önce gelmez. Tabii bunun üzerine düşüp, elden götürülüp bu tebliğler yapılırsa süreç daha hızlanır. Ama dediğim gibi çocuk psikolojisi bir gün bile bekletmeye gelmeyecek bir konudur. Bir de ailelerin çocuk bakımı için psikolojik yeterliliği var mı? Onları bir psikolojik takviye almaya zorlayacak bir sistem yok. Psikolojik değerlendirmeden geçebilirler evet, ama “bunu çözmezsen çocuğunu göremeyeceksin” gibi oturmuş bir sistem yok. Böyle radikal bir sistem maalesef yok. Bu durum taraflar tarafından kötüye kullanılır. Yargıda kilit oluşmasına neden olur. Bunun formülü mahkemede bu iş için personel bulunmasıdır. Daha hızlı ilerlemek için. En azından orada görüşmeler yapılabilecek.
-Mahkemeye bir sosyal hizmet personeli alınmasından mı bahsediyoruz?
Evet, sosyal hizmet personeli, psikolog veya her ikisi birden. İhtiyaç analizi yapılarak. İstatistikleri bulmada sıkıntılar çektiğimizi söylemiştik. Biz sürekli aile davaları yapan avukatlar olarak bunlara tanık oluyoruz, ama elimizde bunun üzerinden aktif bir veri yok. Belki müracaat ettiğimizde boşanma davalarının sonucunu alabiliriz, ama o davaların her birine girip ayrı ayrı analiz yapılması lazım ki bunun ciddi bir ihtiyaç olduğu ortaya çıksın.
– Aile Mahkemelerinin bu konuda uzmanlaşması mı lazım?
Aile Mahkemelerinin altında, bu konuda uzmanlaşmış personel alımının yapılması lazım. Peki bu personeller başka ne yapacak? Suça sürüklenen çocukların meselesinde de aktif rol oynayacaklar. Suça karışan bir çocuk söz konusu olduğunda, poliste yanında sosyal hizmet uzmanı ile ifadesinin alınması gerekir. Mesela burada bir mahkeme personeli alınırsa on-call usulüyle bu vakalara o gidecek. Artık gerekliliktir. Çünkü bu problem çok fazladır.
– Daha önce yaptığımız bir konuşmada, çözümlenip kapanan nafaka davalarının yeniden gündeme geldiğini ifade etmiştiniz. Mahkemelerde nafaka davalarının bu dönemde artış göstermesinin sebebi nedir?
Nafaka ile ilgili açılan davalar sadece 2023’ten değil. 2018’de boşanmış ve o zaman çocuk görüşleri ya da nafaka problemi olmayan ailelerin şu anda problemi olmaya başladı ve 2018 dosyaları da yargıçların önüne gelmeye başladı. O zamanda verilmiş olan, o günün koşullarında verilmiş olan nafakanın artık yetersiz kalması başlıca sebeplerden biri. Çünkü hayat pahalılığı arttı. 2018’de bin liralık bir nafaka çocuğun ihtiyaçlarının bir kısmını karşılarken, şu anda çok komik bir rakam kalır. Her şey çok pahalı oldu, çocuğun beslenmesi, giyimi, okulu, okula ulaşım masrafı…
Bunların tespiti ve ilerletilmesi için de yine Sosyal Hizmetlerde görevli olan uzmanlar gelir, mahkemeye çıkar. Ancak onların kendi iş yükleri de var. Vakaya mı gidecekler, mahkemeye mi gelecekler. Mahkemeye gelenler çocuklarla mı görüşme yapacak, istismar vakaları ile ilgili mi görüşme yapacak, sayıları yetersiz, ek mesai sistemleri yoktur. Dışardan girecekleri bir vakaya kendi inisiyatifleri ile giderler çoğu zaman gibi ciddi problemler var. Ne olur bu sefer iş yükü artar, sıkışıklıklar olur, taraflar daha da gerilir, zaten boşanmalarda sürekli inatlaşma yaşanır. Arada kaybolan çocuk olur!
-Çocuklarla ilgili bir diğer konu da suça sürüklenen çocuklar… Çocukların suç işlemelerinin arkasındaki sebep nedir? Ne oluyor da çocuklar suça itiliyor?
Önlenmez şiddet, ailelerdeki bağımlılıklar… Bir evin içerisinde suça sürüklenen çocukların işlediği suç tiplerine bakalım öncelikle, hırsızlık ve çalma suçları neredeyse birinci sıradadır. Bu yıllardır değişmeyen bir istatistiktir. Uyuşturucu yine başka büyük bir sorun. Bütün bunların hepsinin nedeni evin içindeki ihmal ve istismarlardır. Hiçbir çocuk kendi kendine çıkıp da ben bugün suç işleyim demez. Bir yetişkin tarafından oraya itilir. Bu hırsızlık olabilir, şiddet olabilir. Şiddet suçları artış gösteriyor. Çünkü evin içinde şiddet arttığı için çocuk onu normalleştiriyor. Bir problem yaşadığında ise çözmek için etkili iletişim kurmak yerine saldırmayı tercih ediyor, kavgaya karışıyor, kasti hasar veriyor.
Çocuğu şiddete iten iki üç şey vardır. Dış faktörler bir etmendir. Olumsuz filmlerden ya da oynadığı oyunlardan etkilenebilir. Teknoloji, ellerinde istedikleri anda şiddet içeren içeriklere ulaşabilirler ve özenirler. Sadece son on günün manşetlerine baktığında her bir şiddet türünden en az bir tane şiddet vakası var. Çocuklar bunlardan hep haberdar. Evin içindeki şiddet de bunu tetikler çünkü ülkemizde şiddeti önlemek adına proaktif hiçbir uygulama yoktur. Şiddet nasıl önlenir? Bağımlılıkla mücadele ile. Kumarhaneler konusu var. Ailelerde bağımlılık seviyesi arttıkça oradan gelen sinirlilik çocuklara yansıtılır. Çocuk da öfkesini nereden çıkaracak, gidecek sokaktan çıkaracak tabii ki. Ve bu normalleştirilir. Şiddet normalleştirilmiş durumdadır. Filmlerin ve oyunların çok fazla etkisi olduğuna inanırım ben açıkçası. Okullardaki akran zorbalığı artıyor, bu engelleyici de hiçbir program yok. Geçen haftalarda bize gelen ihbarlardan birinde, ortaokul çocukları bir ilkokulun kapısına gidip kavga çıkarmak için oradan çıkacak çocukları bekliyorlar ve okul çıkışında saldırıyorlar. Bunlar yaşanıyor. Çeteleşme, mafyalaşma devam eder ve önlemez. Çünkü farklı kültürlerden farklı insanlar getirdiğinde ülkeye ve bununla ilgili bir uyumlaştırma programın olmadığında çocuklar birbirlerine düşmanlık besleyebilir. Aynı dili konuşmaz, aynı ülkeyi paylaştığını hissetmez, onu küçümseyebilir, ırkçılık yapabilir. Bunlar bize ihbar olarak geliyor.
“Çocuklar okulda açlıktan bayılıyor. Öğretmenler ve kantinciler çocuklara tost ayran alıyor ama nereye kadar?”
-Okullara geri dönecek olursak, tam gün eğitime geçilmesi sonrası okullarda yaşanan sıkıntıların arttığı dile getiriliyor. Size bu konuda ulaşan ihbarlar var mı?
Bizim hem öğretmen üyelerimiz var hem de sosyal medya hesaplarımızdan paylaşım yaptığımızda, özellikle öğretmenler bire bir tanık oldukları için, bazen de hademeler ya da kantin işletmecileri bize “çocuklar bayılır, biz onlara kendi çabamızla yardımcı olmaya çalışıyoruz. Tost, ayran almaya çalışıyoruz ama hangi birine yetişeceğiz” gibi yakınmalar iletiyor. Ailelere, bu konuyu bildiriyoruz. Rehber öğretmenler aracılığıyla ailelerden bu konuyla ilgili bazen sert tepkiler de alıyoruz, “Sebebi o değil kendi yemedi” gibi. Ama bir çocuğun okulda açlıktan bayılması bence normal karşılanabilecek bir şey değil. Zarar görebilir yere düştüğünde. Bu noktada kahraman olması beklenen insanlar öğretmenlerdir. Ya da kantinciler. Ama yani kantinci hangi birine bedava yemek verecek. Arkadaşıyla paylaşacak çocuk yemeğini ama bu sefer de ikisi de doymayacak.
“Okullarda gıdaya ucuz erişimin olmamasının bedelini de çocuklar ödüyor. Çocuklarımıza bir parça ekmek, hellim veremeyecek duruma geldik. Çocuklar beslenme hakkından mahrum bırakılıyor.”
Bu öğretmenin, kantincinin ya da arkadaşının sorumluluğu değil. Devletin yemek içme ile ilgili hiçbir şey yapmaması, çocuğuna evden yemek koymayan veya onu aceleyle evden aç çıkarmış ebeveynler, beslenmesi ile yakından ilgilenmeyen veliler, okullarda gıdaya ucuz erişimin olmaması gibi faktörlerin bedelini hep çocuklar ödüyor ve konu hep ortada kalıyor. Hesabı da öğretmenlerden soruluyor, bu bana çok acımasızca geliyor. Çok iyi bildiğim öğretmenler var, o gün yanında parası olmadığı için okul kantinine borç yazdırıp üç dört çocuğun her gün yemeğini ödeyen. Eğitim Bakanlığının sürekli öğretmenleri topun ucuna koyması da hiç doğru bir refleks değildir. Burada velilerin, öğretmenlerin, okul yönetiminin ve Eğitim Bakanlığının da görmezden geldiği tek şey çocuktur. Çocuklarımıza bir parça ekmek, bir parça hellim veremeyecek duruma geldik. Çocuklar hem arkadaşlarına karşı mahcup oluyorlar hem beslenme hakkından mahrum bırakılıyorlar. Bu ciddi bir sıkıntı.
“Çalışmak zorunda kalıp, derste uyuyan öğrenciler var. Yetersiz beslenmeden dolayı derste uyuyanlar var. Beslenemediği için sinirlenip akran zorbalığı yapan öğrenciler var. Durum böyleyken biz çocukları mı suçlayacağız? Bir çocuk aç kaldığı için kantinden bir şey çalarsa kimdir sorumlusu?”
Bir başka konu da derslerde uyuyan öğrenciler. Çalışmak zorunda kalıp, derste uyuyan öğrenciler var. Yetersiz beslenmeden dolayı derste uyuyan öğrenciler var. Beslenemediği için sinirlenip akran zorbalığı yapan öğrenciler var. Durum böyleyken biz çocukları mı suçlayacağız? Biz dernekte yaptığımız toplantılarda neresinden başlayalım diye düşünüyoruz. Çocuklar için bir şeyler yapmaya çalışıyoruz, her sene kampanyalar da düzenliyoruz ama hangi birine yetişebiliriz. Bir de böyle bir eşitsizlik doğar: bir kısım çocuğun ihtiyaçları öğretmenlerin ya da kantincilerin yeri çabasıyla karşılanırken bu sefer veli sorumluluk almamaya başlar, zaten çocuk bir şekilde yolunu buldu diye.
Bunların hepsi istismara açık konulardır. Yarın öbür gün bir çocuk aç kaldığı için kantinden bir şey çalarsa kimdir sorumlusu?
“Nedenini bilemeyeceğim ama yurtlarla ilgili etkili soruşturma yoktur ve bu da bir ihmaldir. Devlet eliyle ihmal ve istismar vardır. Bu çocuklardan birinin başına bir şey gelse ki gelmesi an meselesidir, kim alacak sorumluluğu?”
– Devlet sorumluluğu almayarak aslında yasa dışı oluşumlara da kapı açmış olmuyor mu?
Tabii konu oraya bağlanıyor günün sonunda. Ben bakamıyorum başkası baksın. Bir denetleme yok, bununla ilgili hiçbir şey yok.
Eğitim Bakanlığının sizin haberlerinizden sonra, sözde müfettiş araştırması adı altında, okullara gidip öğretmenleri sorgulamaya başladığını öğrendik. Öğretmenlerden ya da okul yönetimlerinden tarikat yurtlarında kalan öğrencilerin isimlerini öğrenmeye çalışıyorlar. Ben de şunu sorarım, madem gittin sen o tarikata ve orada araştırma yaptın, neden oradaki çalışanlara sorman da okulları gezip öğretmenlere soran. Ben bunun iyi niyetli olduğunu düşünmüyorum, Bakanlık konunun nereden çıktığını bulmaya çalışıyor. Kimden çıktı, kim yayımladı. Ben sana bir ihbarda bulundum, sana dedim ki bu adreste 18 yaş altı çocuklar yasa dışı bir şekilde etüt merkezi adı altında, hiç yetkisi olmayan kişiler tarafından barınma hakkı, yemek hakkı, oyun hakkı ve benzeri haklar çerçevesinde tutuluyor. Böyle bir şey olduğunda okulları mı gezip soracaksın kimdir bu çocuklar diye. Senin görevin orayı basıp oradaki evraklara, bilgisayarlara, kamera kayıtlarına el koyarak kimin bu işin içinde olduğunu bulup ondan sonra bu çocukların kim olduğuna ulaşıp velilerine ulaşmak. Sorun okulda değil ki, sorun okul dışında. Senin ne işin var okulda. Usul yanlış. Burada Eğitim Bakanlığı yanına polis alacak, kaymakamlığı alacak, gidecek o verilen adreslerde ne olursa günlük olarak denetleyecek. Ruhsatlarına bakacak. Sen kimsin? Nereden geldin? Nedir bu derneğin amacı? Derneğin amaçlarında neler yazar? Amaçların dışında bir şey yaptıysan senin dernek adı altında kurduğun şeyin kaymakamlık tarafından Dernekler Tüzüğüne göre kapatılması gerekir. Bunların hiçbirini yapmaz da okul okul dolaşır da kimdir bu öğrenciler diye araştırma yapar. Öğrenciyi bulduğunda ne yapaksın? Çocuktan mı bilgi alacaksın? Bu da yanlış. 18 yaş altındaki bir çocuğun bilgisini ancak velisinden, ona bakım verenden alabilirsin.
“Eğer aile çocuğuna bakamıyorsa o zaman Sosyal Hizmetler devreye girer ve çocuğu devletin himayesine alır, döngü budur. Ben bakamadım da al sen bak diye bir şey olamaz. Bu etüt merkezi adı altında açılan şeylerin yasal bir geçerliliği yoktur. Yasa dışıdırlar.”
-Sence devlet bu oluşumları koruyor mu?
Şöyle bir şey söyleyebilirim; etkili soruşturma yapılmayan, çocukları ilgilendiren her meselede, şüpheden ari bir şekilde hareket edilmesi gerekiyor. Bu davranışlar şüpheden ari davranışlar değil. Nedenini bilemeyeceğim ama etkili soruşturma yok ve bu da bir ihmaldir. Ve devlet eliyle ihmal ve istismar vardır diyebilirim. Zaten çocuğu ilgilendiren her konuda alınmayan her tedbir devlet eliyle istismardır. Bu çocuklardan birinin başına bir şey gelse ki gelmesi an meselesidir, kim alacak sorumluluğu?
Bir çocuğun ailesinden uzak tutulması, ailesinden uzak yaşaması yasa dışıdır. Eğer aile çocuğuna bakamıyorsa o zaman Sosyal Hizmetler devreye girer ve çocuğu devletin himayesine alır, döngü budur. Ben bakamadım da al sen bak diye bir şey olamaz. Bu etüt merkezi adı altında açılan şeylerin yasal bir geçerliliği yoktur. Yasa dışıdırlar.