Toros’tan Tatar’a: “Sözde ‘yeni siyaset’ yerine meşru zemine dönmeli”

CTP milletvekili ve Merkez Yönetim Kurulu üyesi Dış İlişkiler Sekreteri Fikri Toros, yaşanan gelişmeler ışığında Kıbrıslı Türk liderliğinin sözde yeni siyasetini bırakıp BM’nin meşru zeminine dönmesi gerektiğini söyledi. Toros, NATO zirvesinin ardından yaşanan gelişmeleri Bugün Kıbrıs’a değerlendirdi.

Bugün Kıbrıs

Türkiye’nin AB’ye tam üye olabilmesi için öncelikle hukukun üstünlüğü, insan hakları, özgürlükler ve demokrasinin benimsenmesi ve uygulanması gerektiğini ifade eden Toros, Türkiye’nin dış politikadaki değişikliğinin ekonomik nedenli olduğu görüşünü paylaştı.

Türkiye-Yunanistan ilişkilerindeki yumuşamanın Kıbrıs Sorununda hareketlenmeye neden olacağını belirten Toros, Kıbrıs Sorunu devam ettiği müddetçe, Türkiye-Yunanistan arasında deniz yetki alanlarına dair bir uzlaşıya varılmasının hayli zor ve düşük bir olasılık olduğunu da ifade etti.

Kıbrıslı Rum liderliği seçimlerini kazandığından beri Türkiye-AB ilişkilerinin iyileştirilmesine destek vereceğini söyleyen Hristodulides’i ise önümüzdeki süreçte samimiyet sınavı beklediğini ifade eden Toros, Kıbrıslı Türk liderliğinin pozisyonun ise çıkmazda olduğunu vurguladı.

Toros, meşru zemine dönmedikçe hiçbir yere varılamayacağına dikkat çekerek Tatar ve Dışişleri Bakanının uluslararası deniz hukukunun geçerli olduğu Kıbrıs sularında, hem Kuzey’de münhasır hak talep ettiğini hem de Güney’de Rumlarla ortak hak talep ettiğini vurgulayarak ortaya konulan siyasetteki tutarsızlığa ve temelsizliğe dikkat çekti.

CTP’li milletvekili Fikri Toros’un sorularımıza verdiği yanıt şöyle:

– Türkiye’deki seçimlerin ardından Erdoğan, Batı’ya doğru hızla dönüş yaptı. Vilnius’taki NATO zirvesi öncesi ve sonrası gelen açıklamalar ve AB’ye tam üyelik talepleri pozitif hava yarattı… Ankara’nın dış politikasında değişikliğe gittiği görülüyor. Oysa Erdoğan daha birkaç ay önceki seçimlerde ‘beka’ diyerek Batı düşmanlığı üzerinden seçimi kazanmıştı. Bu kadar hızlı bir tavır değişikliğini samimi ve gerçekçi buluyor musunuz?

Her Dünya Devletinde olduğu gibi Türkiye’de de ekonomi ve uluslararası ilişkileri belirleyen dış politika birbirleriyle doğrudan ilintilidir. Türkiye’nin Batı ile yeni bir sayfa açması halinde, hedeflenen gündemin ilk maddesi ekonomik kazanımlar olacaktır. 2023 yılının ilk beş ayında Türkiye’nin cari açığı 37.7 milyar Dolarla bir rekor kırdı. Yılın ilk yarısında ise, TL Dolar karşısında takriben 42% değer kaybetti. Dış Ticaretin ve uluslararası sermaye akışının önünün açılmasıyla bu ekonomik durumun iyileştirilmesi hedeflenecektir.

Rusya’nın geçen yıl başlattığı Ukrayna işgalinin ardından Batı’nın Rusya’ya uyguladığı yaptırımlara Türkiye’nin iştirak etmemesi ve aksine ekonomik bağlarını güçlendirme kararı alması, Batı’da ciddi bir rahatsızlık ve kaygı yarattı. Amerika Birleşik Devletleri ile olan savunma ve ekonomi odaklı ilişkiler uzun bir süreden bu yana oldukça karmaşık ve zorluklar içeren bir konumdayken, Avrupa Birliği ile yürütülen katılım müzakereleri de tamamen durağan bir hal almıştı. Türkiye ve Yunanistan’da gerçekleşen seçimlerin geride kalmış olmasıyla, Ukrayna savaşının geldiği aşamada güvenlik mekanizmasının güçlendirilmesine duyulan ihtiyaç diğer tüm jeopolitik gelişmelerle birleşince, Batı – Türkiye ilişkileri ekseninde karşılıklı işbirliğinin normalleşmesine ve güç birleştirmeye ihtiyaç duyulmuştur.

Vilnius’ta gerçekleşen NATO zirvesinin üç ana gündem maddesi olan; İsveç’in NATO üyeliği, Ukrayna savaşı ve Savunma Bütçeleri de, Türkiye ile karşılıklı işbirliği ve güç birliğine duyulan ihtiyacı teyit eder nitelikteydi. Ayrıca, Avrupa Birliği’nin genişleme stratejisi doğrultusunda aralarında Türkiye, Ukrayna, Gürcistan ve Birlik dışında olan Balkan Ülkelerinin yer aldığı 10 ülkeyi tam üye yapma kararı aldığı da malumdur. Bilindiği üzere, tam üyelik, ilgili tüm koşulların yerine getirilmesine bağlıdır. Ancak, Türkiye özelinde AB katılım müzakerelerinin hızlıca yeniden başlatılması halinde öncelikli beklentiler, 1) yürürlükte olan Gümrük Birliği anlaşmasının, hizmetler, kurumların uyum süreçleri ve AB ile ticaret anlaşması olan ülkeleri de kapsamına alacak şekilde güncellenmesi, 2) Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının Birlik içinde serbest dolaşımını sağlayacak olan vize serbestisi ve 3) göç anlaşmasının uzatılması olacaktır.

NATO zirvesi sonuçlarına göre, Türkiye Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan İsveç’in üyeliğine yeşil ışık yaktı ve onay için TBMM’ne öneri sundu. İsveç Başbakanı Sayın Kristersson ise teröre karşı mücadele alanında Türkiye’yi tatmin edecek birtakım taahhütlerde bulundu ve Türkiye’nin AB üyelik sürecine güçlü destek vereceğinin sözünü verdi. ABD Başkanı Sayın Biden da Türkiye’nin AB üyelik sürecine destek vermesinin yanı sıra, F-16 programına ilişkin tasarıyı Kongre’ye sunacağını belirtti. Tüm bunların karşılıklı ve eş güdümlü olarak gerçekleşmesi için önümüzdeki aylar belirleyici olacaktır.

– Türkiye AB’ye tam üyelik kararında ciddi ise öncelikle neler yapmalı? Kıbrıs sorununa gelmeden önce atılması gereken adımlar olduğunu düşünür müsünüz? Spesifik örnekler verebilir misiniz?

Avrupa Birliği’ne aday olan ülkelerin öncelikle katılım müzakereleriyle hazırlık sürecini tamamlaması gerekir. Bununla eş güdümlü olarak, Birliğin özel hassasiyet duyduğu birtakım değerlerin özümsenmesi, benimsenmesi ve uygulanması gerekir. Bunların en başta gelenleri hukukun üstünlüğü, insan hakları, özgürlükler ve demokrasidir.

Türkiye’nin yeni dış politika ekseninde AB üyeliği varsa, diğer tüm aday ülkeler gibi öncelikle bu değerlere uyum sürecinde AB’ni tatmin edecek bir mesafeyi kaydetmesi gerekecektir. Kıbrıs sorunu kaynaklı nedenlerle Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ve Yunanistan’ın birtakım fasılları bloke etmesi, katılım müzakereleri önünde ayrı bir engel teşkil etmektedir. Başkanlık seçimini kazandığı günden bu yana Türkiye-AB ilişkilerinin iyileştirilmesine destek vereceğini, hatta bu doğrultuda AB’nin daha etkili girişimde bulunması için muhataplarına çağrıda bulunan Sayın Hristodulides’i de önümüzdeki süreçte bir samimiyet sınavı beklemektedir.

-Yunanistan Başbakanı Mitsotakis bu kez Erdoğan’ın daha kararlı olduğunu vurgulayarak yeni bir döneme ve olumlu bir atmosfere dikkat çekiyor. İkilinin görüşmesinin ardından Kıbrıs sorunu ile ilgili direkt bir vurgu olmasa da aralarında birçok sorun olan iki komşu ülkenin yakınlaşmasından Kıbrıs için neler beklemeliyiz?

Türkiye ile Yunanistan arasında süregelen sorunların en önemlisi deniz yetki alanlarının hakkaniyet ve orantılılık prensiplerine bağlı olarak sınırlandırılması, böylelikle münhasır ekonomik bölge ve kıta sahanlığına dair ihtilafların ortadan kaldırılmasıdır. Kıbrıs sorunu devam ettiği müddetçe, Türkiye-Yunanistan arasında deniz yetki alanlarına dair bir uzlaşıya varılması hayli zor ve düşük olasılıktır. Gerçekçi olasılık, Türkiye ile Yunanistan arasında vurgulanan “yeni dönem ve olumlu atmosfer”in, Kıbrıs sorununun çözümü için de etkili bir kaldıraç ve teşvik unsuru olmasıdır. Türkiye-AB ilişkilerinde gerekli olan adımların karşılıklı ve eş zamanlı olarak atılması da, Türkiye-Yunanistan ilişkilerinde mutabık kalınan yeni dönemi ve Kıbrıs sorununun çözüm olasılığını güçlendirecektir.

– Türkiye’de ve bölgede bunlar olurken Cumhurbaşkanlığı yetkilileri bu gelişmelerin göstermelik olduğu yönünde beyanlar veriyor. Federasyonun ve Türkiyesiz AB’ye girmenin Kıbrıslı Türklerin asimilasyonu olduğunu da söylüyorlar. Bu siyasetle nereye varılacak? Siz ufukta ne görüyorsunuz?

Cumhurbaşkanı, halkın iradesiyle seçilen bir kişi olduğu için, siyasi sorunun devam ettiği koşullarda BM ve dünya ülkeleri tarafından Kıbrıs Türk Toplumu lideri olarak kabul görmektedir. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri himayelerinde yürütülen kapsamlı çözüm müzakerelerinde Kıbrıs Türk Toplumunu temsil eden kişidir. Ve bu kişi Birleşmiş Milletler zemininde yürütülen çözüm müzakerelerinde Kıbrıs Rum Toplumu lideriyle eşit statüde yer almaktadır.

Sayın Tatar ve diğer yetkililer, Birleşmiş Milletler zemininde yürütülen müzakerelerin devam etmemesi için ve çözüm sürecinin çıkmazda kalmasına hizmet eden bir siyasi pozisyon belirlemiştir.

Bu pozisyon, egemen eşitliğin ve eşit uluslararası statünün tescil edilmesini müzakerelerin devam edebilmesi için ortaya konulan bir ön koşuldur. Ayrıca, bağlayıcı olan Kıbrıs’la ilgili tüm Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararlarının hilafına olduğu ve Güvenlik Konseyinin BM Genel Sekreterine vermiş olduğu yetkinin dışında olduğu için, Cumhurbaşkanlığı yetkilileri bu pozisyonla hiçbir yere varamadıkları gibi, meşru müzakere zeminine dönmedikleri müddetçe de varamayacaklardır.

Bahse konu sözde “yeni siyaseti” ile, 1964 tarihli ve 186 Sayılı Güvenlik Konseyi kararıyla Kıbrıs sorununun bir BM dosyası haline gelmesinden itibaren günümüze kadar Kıbrıs’la ilgili ve siyasi sorunun çözüm şekline ilişkin oy birliğiyle alınan tüm kararlar göz ardı edilmektedir. Tümü yok hükmünde sayılmaktadır. Dahası, Nisan 2021’de Cenevre’de yer alan gayrı resmi beş artı bir toplantıda Birleşmiş Milletler Genel Sekreterine egemen eşitliğin ve eşit uluslararası statünün tescil edilmesini resmi müzakerelerin başlayabilmesi için ön koşul niteliğinde olan altı maddelik bir öneri sunuluyor ve bu önerilerin Güvenlik Konseyi tarafından kabul edilmesi talep ediliyor.

Bir taraftan Güvenlik Konseyi 5 daimi üyesinin oybirliğiyle aldığı ve dolayısıyla bağlayıcı olan Güvenlik Konseyi kararlarını yok hükmünde sayıyor ve hilafına pozisyon alıyor, diğer taraftan da o Güvenlik Konseyinden egemen eşitliğin ve eşit uluslararası statünün tescil edilmesini talep ediyor ve bunu müzakerelerin devamı için bir ön koşul olarak sunuyor. Bu yetmiyormuş gibi, Hükümet’in Dışişleri Bakanı da Birleşmiş Milletlerin KKTC ile bir SOFA anlaşması imzalamasını, aksi takdirde Kuzey’i terk etmesi için girişim yapıyor.

Ayrıca, Cumhurbaşkanlığı ve Dışişleri Bakanlığı uluslararası deniz hukukunun geçerli olduğu Kıbrıs sularında, Kuzey’de münhasır hak talep ediyor, Güney’de ise Rumlarla ortak hak talep ediyor. Kuzey’deki benim, Güney’deki de bizim diyor.

Bu şekilde Cumhurbaşkanlığı ve Hükümet yetkilileri, Kıbrıs Türk Toplumunun Birleşmiş Milletler nezdindeki itibarını aşındırmaktadır. Crans-Montana konferansı itibarıyla, kapsamlı çözüm müzakerelerinin sonuç vermemiş olmasının başlıca sorumlusunun Rum liderliği olduğu ilgili her ülke tarafından bilinmektedir. Durum bu iken meşru BM zemininde kalarak, Rum tarafının siyasi eşitliğimizi ilgili Güvenlik Konseyi kararında tanımlandığı şekliyle kabul etmesi, ayrıca takvimli ve sonuç odaklı bir yöntem uygulanması için müzakere edebilir ve gerekli olan uluslararası desteğin ortaya konmasını elde edebilirdi.
Birleşmiş Milletler zeminini terk ederek, ayrıca uluslararası hukukun parçası olan Güvenlik Konseyi kararlarını reddederek Birleşmiş Milletlerle olan ilişkilerimiz Cumhurbaşkanlığı yetkilileri tarafından sekteye uğratılmıştır.

-Bu gelişmeler ışığında Kıbrıs Türk tarafının atması gereken adımlar nelerdir? Tamamen edilgen durumda yürütülen Kıbrıs Sorununda özne olabilmenin, oyuna dahil olabilmenin yolları var mı?

Siyasi sorunun devamı statükonun temel besin kaynağıdır. Statüko ise hiçbir zaman statik değildir. Kıbrıs özelinde, çözümlenmeyen sorun yeni boyutlara uzanmakta, bu da doğal olarak bölünmüşlüğü derinleştirmekte, çözüme dair umutları erozyona uğratmakta ve Ada’mızı siyasi eşitliğe dayalı federasyon çatısı altında yeniden birleştirme çabalarının önünde ciddi bir engel oluşturmaktadır.

Genelde Ada’mızda, özelde ise kuzeyde meydana gelen gelişmeler ve bunların yol açtığı değişim, Kıbrıslı toplumların geleceği açısından son derece karmaşık ve endişe vericidir.

Ada içinde, Kıbrıs Türk liderinin egemen eşit iki devlet pozisyonu, Kıbrıs Rum liderin ise siyasi eşitliğe dayalı federasyona ilişkin geçmiş görevlerinde sergilediği malum şüpheci yaklaşım, sadece federal ortaklık ruhunu riske atmakla kalmıyor, aynı zamanda gelecekteki federal devletin sürdürülebilirliği için şart olan taraflar arası güveni zayıflatıyor. Bu pozisyonların devam etmesi ve resmi müzakerelerin Crans-Montana’da kaldığı yerden devam edebilmesi için ortak zemin bulunamaması, şüphesiz Kıbrıs’ımızın geleceğini tehlikeye atacak ve acil ihtiyaç duyduğumuz kalıcı barış, istikrar, güvenlik ve refaha yönelik umutlarımızı aşındırmaya devam edecektir.

Kıbrıs, süregelen jeopolitik sorunların çekirdeği konumundadır.

Bu gerçekten hareketle, Kıbrıs barış tesisi sürecindeki çıkmazın daha fazla geç kalmadan aşılması şarttır. Resmi müzakerelerin devam edebilmesi için önce müzakere yönteminin ve sonra BM Genel Sekreterinin 30 Haziran 2017 tarihinde masaya koyduğu 6 maddelik çerçeve üzerinde farklılıkların müzakere edilmesi yararlı olacaktır. Birleşmiş Milletler tarafından yönteme dair birtakım revizyonların yapılmasıyla, geçmişte yaşanan başarısızlıklara gelecekte fırsat vermeyecek, sonuç odaklı, aciliyet duygusu içinde belirlenecek makul bir takvime bağlı ve aşamalı bir yaklaşımın gerekli olan eş zamanlı siyasi iradenin oluşması için tarafları motive edebileceğini değerlendirmekteyim.

Bu çıkmazın aşılabilmesi, ilgili BM kararları ve parametreleri olan iki toplumlu, iki bölgeli ve siyasi eşitliğe dayalı federasyona bağlı kalınarak farklı bir yaklaşım ve yenilikçi fikirler gerektirecektir. Geçmiş süreçlerin başarısızlığa fırsat veren zafiyetleri dikkate alınarak ortadan kaldırılmalı, katılımcılık güçlendirilmeli, toplumların kapsamlı bir siyasi anlaşmayı özümsemesi ve benimsemesi sağlanmalı, böylelikle liderler seviyesinde eş zamanlı siyasi irade ve cesaret teşvik etmelidir.

Bugün Kıbrıs

DAUSEN

Girne Belediyesi

Girne Belediyesi

Gönyeli Alayköy Belediyesi

array(4) { ["reklam_linki"]=> string(31) "https://guvensigortakibris.com/" ["reklam_gorseli"]=> string(63) "https://bugunkibris.com/wp-content/uploads/2024/11/mavi-gif.gif" ["hangi_pragraflar_arasina_geldin"]=> string(1) "3" ["reklami_yayinla"]=> bool(true) }