Cengiz Çandar yazdı: “Erdoğan yine almadan verdi”
"Türkiye’nin AB yolu, Erdoğan’ın İsveç’in NATO üyeliğine ilişkin olarak yaptığı ilkesiz pazarlıklardan değil, Diyarbakır’dan geçer. Diyarbakır’dan AB’ye giden yol ise, Türkiye’nin birlik ve bütünlüğü için olduğu gibi, Kürtlerin haklarının savunulmasından, Kürt gazetecilerin özgürlüklerinin ve hukukunun sahiplenilmesinden geçer."
Gazeteci yazar milletvekili Cengiz Çandar, “Stockholm’den Diyarbakır’a, NATO’dan AB’ye, Kürtlerin hakkına hukukuna…” başlıklı T24‘teki bugunki yazısında NATO zirvesini değerlendirdi.
Çandar’ın yazısı şöyle:
2022’de, tam bir yıl önce Stockholm’de yaşıyordum. 2022 Haziran’ında yapılan NATO’nun Madrid Zirvesi sırasında da İsveç başkentindeydim. Bir yandan üniversitenin Türkiye Çalışmaları Enstitüsü’nde, diğer yandan ülkenin dış politika konusunda en önde gelen düşünce kuruluşunda uzman konumunda bulunduğum için, Recep Tayyip Erdoğan’ın -bir başka deyimle Türkiye’nin- İsveç’in NATO üyeliğine koyduğu vetoyla ilgili İsveç, Norveç ve Finlandiya medyası kapımı aşındırıyor, görüşlerimi soruyordu.
İsveç’in (ve Finlandiya’nın) NATO üyeliği ile ilişkisi kurulabilecek türden tutarlı istekleri yoktu Türkiye’nin. Karşılanması mümkün olmayan bir dizi talebin yanı sıra, ciddiyetten uzak bir şekilde, sayıları her seferinde değişen ve “terörist” olduğu ileri sürülen kişilerin iadesi isteniyordu. İsimleri İsveç medyasına düşen söz konusu kişilerin bir kısmının terörizmle uzaktan yakından ilişkisi yoktu, bir kısmı ise hayatta bile değildi.
Gelgelelim, İsveç ilk günden itibaren “kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez” özdeyişini hatırlatacak biçimde ilkesiz bir politikaya saptı. İsveç siyasi elitindeki her bir kişiden daha kıvrak ve usta bir siyaset adamı olan Tayyip Erdoğan İsveçlilerle “kedinin fareyle oynaması” gibi oynadı ve onları bir yıl boyunca, deyim yerindeyse, süründürdü.
Aradan bir yıl geçti, Stockholm’de değil, Diyarbakır’dayım. İsveç’in NATO üyeliği serüvenini Diyarbakır’dan, hani Mesut Yılmaz’ın “Türkiye’nin AB yolu Diyarbakır’dan geçer” dediği, TBMM’nde temsil etme onuruna sahip olduğum şehirden izliyordum,
İşin ilginç yanı, tıpkı bir yıl önce olduğu gibi, Erdoğan, İsveç’in NATO üyeliğine vetosunu kaldırmak için konuyla ilgisiz, ciddiyetle bağdaşmayacak bir şart ileri sürmüştü. İstanbul’dan NATO Zirvesi’nin yapılacağı Litvanya’nın Vilnius şehrine uçmadan önce “Türkiye’yi Avrupa Birliği kapısında 50 yılı aşkın zamandır bekleten bu ülkelere buradan sesleniyorum. Ama Vilnius’ta da sesleneceğim. Önce Türkiye’nin Avrupa Birliği’nde önünü açın, biz de Finlandiya’da olduğu gibi İsveç’in önünü açalım” demişti.
Bomba haber, Diyarbakır’a da gece yarısı ulaştı: NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, Erdoğan’ın İsveç’in NATO üyeliğini kabul ettiğini ve bu konudaki protokolleri en kısa zamanda TBMM’den geçirmeyi taahhüt ettiğini açıkladı. Bunun karşılığında Türkiye’ye AB kapıları açılacak mı? Yok öyle bir şey. Nitekim, Alman Şansölyesi Olaf Scholz, malûmu ilâm ederek, İsveç’in NATO üyeliği ile Türkiye’nin AB umutlarının birbiriyle ilişkisi olmadığını beyan etti. AB’nin yürütme organı Avrupa Komisyonu da Alman Şansölyesi ile aynı görüşte.
Yani, en hafif deyimiyle, Tayyip Erdoğan bir kez daha almadan verdi. Zaten İsveç’e NATO kapılarını açmanın karşılığının, Türkiye’ye AB kapılarını açmak olmayacağını Tayyip Erdoğan gayet iyi biliyor olmalıdır. AB ile tam üyelik müzakereleri ancak Türkiye’nin Kopenhag Kriterleri’ni yerine getirme çabasıyla mümkün olabilmişti ve bundan 20 yıl önce Erdoğan Kopenhag Kriterleri’ni savunuyordu.
Oysa bugün Türkiye, Erdoğan otokrasisi ile, Kopenhag Kriterleri’nin çok gerisine düşmüş halde. Türkiye Avrupa Konseyi’nde cezalandırılmaya doğru adım adım ilerlerken, Yargıtay Başsavcısı, hiçbir delile dayanmadan, hiçbir hukukî gerekçe olmadan, Gezi sanıkları için verilmiş olan akıl almaz hükmün onanması için bir “Tebliğname”yi yayınlayalı 48 saat oldu. Türkiye’nin hukuk devleti mücadelesinin en seçkin kalemi olarak öne çıkan Gökçer Tahincioğlu hukuk açısından bir “utanç belgesi” sayılması gereken “Tebliğname” hakkında T24’te ayrıntılı bir değerlendirmede bulundu. Söz konusu “Tebliğname”, Türkiye’ye AB kapılarının kapalı tutulması için yeterlidir.
TUTUKLU KÜRT GAZETECİLERİN DAVASI BAŞLARKEN
Yine bugün, 11 Temmuz günü, “Türkiye’nin AB üyeliği için geçmek zorunda bulunduğu” Diyarbakır’da 15 Kürt gazeteci 13 aylık tutukluluk süresinden sonra ilk kez mahkemeye çıkarılıyorlar.
Seçim kampanyası boyunca birçok köşesine ayak bastığım Diyarbakır’da Türkiyeli Kürt gazeteci meslektaşlarımızın özverisine ve mesleki bilgileri, yetenekleri ve yeterliliklerine yakından tanık olmuştum. Tabii, üzerlerine çöktürülen amansız baskıya da.
Seçim kampanyası döneminde, Nisan ayında Türkiye’nin batısının ve oradaki meslektaşlarının Kürt gazetecilerin yaşadıklarıyla fazla ilgilenmediklerini de gözlemlemiştim. Türk kamuoyu ve Türkiye’nin batısındaki meslektaşları, ülkemizin doğusu ve güneydoğusundaki Kürt gazetecilerinin serencamı ile ilgilenmedikleri, İstanbul’da, Ankara’da gazetecilerin başına gelenlere gösterilen duyarlılığı ortaya koymadıkları ölçüde, basın özgürlüğünün, ifade özgürlüğünün ayaklar altına alınmasına dolaylı bir katkıda bulunmuş oluyorlar. Daha da önemlisi, üzerine pek titrenen “ülkenin birliği ve bütünlüğü” konusuna bigâne kalmış oluyorlar. Ülkenin birliği ve bütünlüğünü korumak, Kürtleri (ve Kürt medyasını) ülkenin tümünden ayrı görmemekle mümkün olacak.
Dahası, Kürt sorununun kriminalize edilmekten çıkarılması, Kürtlerin hakkının hukukunun savunulması ve korunması ve böylelikle Kürt siyasetinin marjinalize edilmekten kurtarılması, Türkiye’nin demokratikleşmesi gündeminin olmazsa olmazıdır.
Bundan 13 ay önce, 8 Haziran 2022’de, Diyarbakır’da yapılan bitmez tükenmez operasyonların birinde, 20’si gazeteci 22 kişi gözaltına alınmıştı. Savcılık, 10 ay sonra aralarında üç özel prodüksiyon şirketi çalışanının da olduğu 22 kişi hakkında 728 sayfalık iddianamesini tamamladı. Diyarbakır 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 12 Nisan’da iddianameyi kabul etmesinin ardından davanın ilk duruşması bugün yapılıyor.
Gazeteciler hakkında 7 yıl 6 aydan 15 yıla kadar hapis cezası isteyen savcı, iddianamede, yurt dışında yayın yapan Kürt televizyon kanallarının bazı programlarını sıraladı. Gazetecilerin programlarının ve haberlerinin televizyonlarda yayımlanmasını, “örgütsel bağ olarak” olarak değerlendirdi.
Mezopotamya Haber Ajansı editörleri Ömer Çelik, Aziz Oruç, Lezgin Akdeniz, Jinnews Editörü Safiye Alagaş, Dicle Fırat Gazeteciler Derneği Eş Başkanı Serdar Altan, Kürtçe yayın yapan Xwebun gazetesinin yazı işleri müdürü Mehmet Ali Ertaş ile editör Zeynel Bulut’un da aralarında olduğu 22 kişi, baskı altına alınmak istenen her Kürt’e kolaylıkla yapıştırılan “örgüt üyesi olmak” iddiasıyla gözaltına alınmıştı.
ÇELENK RAPORU: KLON DAVA!
Mülkiyeliler Birliği’nin eski başkanlarından, Türkiye’nin tanınmış iletişim uzmanı, önde gelen akademisyenlerinden olan Yeşil Sol Parti Diyarbakır Milletvekili Sevilay Çelenk, “Diyarbakır’da Haziran 2022 Operasyonuyla Tutuklanan Gazetecilerin Durumu” başlıklı bir rapor yayımladı. Raporun son bölümü şöyle:
11 Temmuz günü duruşmaları görülecek olan gazetecilere yöneltilen suçlamalar da gazeteciler aleyhine oluşturulan mesnetsiz deliller de açıkça hukuka aykırıdır. Dava, isnat edilen suçlamaların daha önce hukuka aykırılıklarının tescil edilmesi yönüyle mükerrerdir. Hukukçuların değerlendirmesiyle de dava, kısır döngüyle gazeteciler aleyhine işletilen bir “klon davadır.” Davaya dayanak olarak gösterilen “klonun” Fethullahçı yapılanma mensubu oldukları gerekçesiyle şu anda hükümlü olan hâkim ve savcılar tarafından icat edilmiş olması ve hâlen sorgulama ve yargılama makamlarınca kullanılıyor olması ise gerçek bir skandaldır. Gazetecilerin 11 Temmuz günü görülecek olan duruşmada derhâl beraat kararı alınarak tahliye edilmeleri gerekmektedir.
Türkiye’nin AB yolu, Tayyip Erdoğan’ın İsveç’in NATO üyeliğine ilişkin olarak yaptığı ilkesiz pazarlıklardan değil, Diyarbakır’dan geçer.
Diyarbakır’dan AB’ye giden yol ise, Türkiye’nin birlik ve bütünlüğü için olduğu gibi, Kürtlerin haklarının savunulmasından, Kürt gazetecilerin özgürlüklerinin ve hukukunun sahiplenilmesinden geçer.