Haftada 4 gün uyuyor: “Ne yapabiliriz” diye düşünüyor… 

Ömür boyu alacağı yargıç maaşını reddederek düzene bayrak açan kıdemli eski yargıç Tacan Reynar adaya döndü. “Ne yapabiliriz?” diyerek toplantılar başlattı. Reynar 2018 yılında ayrıldığı Kıbrıs’a döndükten sonra ilk kez Bugün Kıbrıs’a konuştu...   

Türkiye’deki iktidarın hedef göstermesiyle başlayan 22 Ocak Saldırılarında Afrika Gazetesi taşlanmış, Meclis’in damına çıkılarak yabancı ülke bayrakları asılmıştı. Yakalanan 6 kişinin cezasını verdikten sonra yargıçlığı bırakan Tacan Reynar, o dönemin simge isimlerinden biri haline gelmişti. Genç yargıç Reynar, 9 kişinin daha arandığı ama asla ‘bulunamadığı’ olayın ardından ‘kurulu düzene’ itiraz ederek görevini bırakmıştı.

Tacan Reynar bu süre zarfında eğitimine devam etmek amacıyla Kanada’ya gitti. Hukuk alanında uluslararası şirketlere özellikle göçmenlik konularında danışmanlık yaptı. Online eğitim veren bir akademi kurarak Kanada üzerinden çalışmalarını sürdürdü. “Cyprus International Social Sciences Education” isimli şirketin Kıbrıs’ın kuzeyde de kurumsallaşması için döndü. Dil kursları ve hukuk, siyaset, federalizm gibi konular üzerine dersler veren online okul çalışmaları sürerken bir yandan da “Ne yapabiliriz” başlıklı sohbetler başlattı.

Artık daha sık adaya gidip gelecek olan Reynar ile aradan geçen beş seneyi ve bundan sonrasını konuştuk… Kıdemli eski Yargıç Tacan Reynar, haftanın üç günü hiç uyumuyor, dört gününde ise 5-6 saat uyuyor. Bu şekilde daha verimli bir hafta geçirdiğini düşünüyor. Bir yandan avukatlığa dönmeyi zihninde tasarlarken diğer yandan da toplum için bir şeyler yapmaya çalışıyor.

Reynar üniversite yıllarında hukuk fakültesinde aktif bir öğrencilik geçirdiğini anlatırken 2004 Annan Planı döneminde Barış ve Demokrasi Hareketi BDH’da gönüllü işler yürüttüğünü aktarıyor. Ardından yargıçlığın bağlamasıyla siyasetten uzaklaşıyor.

Reynar’ın ticaret ile uğraşan bir abisi, bir de hiç görmediği 9 yaşında hayatını kaybeden ortanca kardeşi var. Dedesi 1963’te kaybolan şehitlerden… Ailesinde solcu yok ama çözüm ve barış istediklerini belirtiyor. Master’ını federalizm üzerine yapan Reynar, kendine verdiği doktora sözünü de tutacağını söylüyor.

Zahra Sokak’ta buluştuğumuz eski yargıç, yeni aktivist Tacan Reynar’a sorduk, o anlattı…

-Yeniden hoş geldiniz… İstifa kararı vererek Kanada’ya gittiğiniz o günlerden başlayalım… Neden gittiniz?
Bugüne kadar her zaman müdahaleler yaşandı ama açık açık 2020’deki seçimlere bakılırsa o cüretkârlığın ciddi anlamda arttığı dönemlerdi. 2018’de göstere gösteren gelen bir müdahale vardı. Gerek yobazlaşmanın gerek siyasete müdahale etmenin bu kadar açık hale getirilmesinin başlangıçlarıydı. Basına müdahalenin, gazetecilere saldırıların arttığı bir başlangıçtı o dönem.

22 Ocak Olayları çok büyük bir kırılmadır bizim için. Gerçekten azmettiricilerin meydanlarda bağıra bağıra bizi hedef gösterdiği bir dönem yaşandı. O günden bugüne baktığımızda o gün söylediğimiz birçok şeyin bugün meydana geldiğini görüyoruz. 22 Ocak Olayları sonrasında kontra davalarla gazetecilerin yargılanma süreci tamamen ‘sadece bizim istediğimiz olur’ mantığıyla başlatılan bir süreçtir. Yargıya müdahale edilmeye çalışılması süreciydi.

Polis benim huzurumda 9 kişi daha aranıyor diye şahadet verdi elbette ki o kişilerin bulunması ve bu yönde bir çaba sarf edilmesi gerekirdi. Aranan şahısların ciddi anlamda askerle bağlantısı olan şahıslar olduğu yönünde duyumlar aldık. Mahkemenin vermiş olduğu karar 2-6 ay arasında idi daha sonra şartlı tahliye olarak 4’lü Hükümet döneminde affedildiğini, cezalarının azaltıldığını gördük.

-Nasıl oldu böyle bir şey 4’lü Hükümet dönemi?
Şartlı Tahliye Kurulu idari bir kurul. İçerisinde yargının olmadığı ve mahkeme kararlarının değiştirildiği, azaltıldığı bir kurul. Bu takdir meselesi. İsterlerse kabul etmezlerdi, böyle bir zorunluluk yoktu. O günün idari yapısı içinde kabul edildi. Erken şekilde, mahkemenin verdiği hapislik süresi dolmadan salındı. 9 kişinin aranmasından da vazgeçildi.

Zaten her türlü baskı bu 6 kişinin de cezalandırılmaması yönündeydi. Ben cezalandırmayı yaptıktan sonra tehlikenin ne boyutta olduğunu öğrendim, bana söylendi. Türkiye’deki yetkililer tarafından cezasızlık isteniyordu. Bariz şekilde açık açık söyleniyordu.

-Kime söylendi bu?
Onu tam olarak söyleyemiyorum şu anda herhangi bir kuruma da zarar vermek istemem bu aşamada. Bana direkt söylenen bir ifadeydi. Dolayısıyla cezasızlık isteniyordu, ardından da 9 kişi ile ilgili hiçbir çalışma yürütülmedi, cezasız kaldılar. Yaptıkları suçun karşılığını almadılar.

-Aynı eylemi solcular yapsa?
Biz bugün Elçilik önüne yürüyemiyoruz, zaman zaman engelleniyor. Sesimiz çıkmasın diye Meclis önü, Elçilik önü, kamu yolları kapatılıyor. Aynı hareketleri biz yapmış olsak tamamen farklı boyutta olurdu. Muhalifler bayrak açsa bambaşka şeyler yaşanacaktı ama polisin önünde başka ülkenin bayrakları oraya dikildi ve aslında çok çok derin bir kırılma yaşandı.

Ardından Kıbrıslı Türklerin 2020 ile beraber siyasetten atılma süreci başladı. Bu süreçlerin dışına itildiği bir dönem başladı. İnsanların oy verme istençleri azaldı. İkame edilen başka bir seçmen kitlesi ile karşı karşıyayız. Böylece sağ partiler yükselmeye devam ediyorlar. Son zamanlar solda yeniden umut görüyorum belki bazı şeyler başarılabilir. Başarılmak zorunda.

-Kurulu düzenden bahsediyorsunuz, kastınız ne? Muhaliflerin ortak bir dilde anlaşamamasının nedenlerinden biri olarak buradaki durumu nasıl tanımlarsınız?
Dünyanın da kabul ettiği üzere bizim bu kadar zamandır içinde bulunduğumuz bütün gerçekleri dikkate aldığımızda hukuki durumun tespiti aslında; bu bir işgaldir. BM kararları var, yine garantör ülkenin gelip burada yıllarca kurumsallaşması süreci var. Elbette ki bu süreci işgal olarak değerlendirebiliriz.

İşgal diyebilmek için garantörlük anlaşması gereğince Kıbrıs Cumhuriyeti’ni korumakla mükellef bir devletin buraya gelerek kurulan çeşitli devlet isimleriyle (federe devlet-kktc) kurumsallaştığını görüyoruz. Kendi bütün siyasi yapılarını buraya kurduğunu bir şekilde kökleştiğini görüyoruz. Yaşadığımız yobazlaşma süreci de bu işgalin sonucudur. Siyasi partilerin kurultayına yapılan müdahaleler de bu işgalin sonucudur. Dolayısıyla daha da öte bir tanıma gerek yok bunu tespit etmek lazım. Elbette ki siyaset yapanlar bunu farklı farklı yorumlayabilirler bu siyasi bir tercihtir. Kendi seçmen kitlelerine ulaşmak adına farklı bir kavram kullanabilirler ama hukuki değerlendirecek olursak bu tabii ki işgaldir.

-Yargıçlığı bıraktınız yeni bir yol çizdiniz. Nedir o yol, nereye varacak?
Kanada’ya gittikten sonra bir şeyler yazmaya üretmeye çalıştım. Yaklaşık iki buçuk yıl Yenidüzen’de yazarlık yaptım. Buraya dair daha neler yapabilirim diye düşünmeye başladım. Özellikle kontra davaların başlaması ile birlikte 2018 Eylül’de yine geldim ve savunma tarafına geçerek pozisyon üstlenme gereği hissetim. Afrika Gazetesinde ve gazetecilerine açılan karikatür davasını Sayın Mine Atlı ile birlikte gönüllü avukatlar olarak götürdük ve başarıya ulaştık. Hedefledikleri şeyi elde edemediler ve orada da bir öfke birikmesi olduğunu düşünüyorum. Afrika Gazetesi beraat etti ve şu anda savcılık tarafından istinafta, hala karar bekleniyor.

-Dosyayı yargıçken görmüş müydünüz?
Ben yargıçken karikatür davası hiç başlamadı. Orada yanlış anlaşılma var sanki ben dosyanın içerisine girmiştim ve çekildim. Dosya hiç açılmamıştı, duruşma süreci başlamamıştı. Dosyayı görmemiştim, emare görmemiş, tanık dinlememiştim. Sadece dava dosyalanmıştı. Ben istifa ettikten sonra duruşma başladı.

-Bazı tehditler, hedef göstermeler olmuştu. Hatta bir şahıs sizin için, “2018 model Kutlu Adalı?” yorumunu yapmış, konu basına da yansımıştı… Şikayette bulundunuz mu, arkası geldi mi?
Şikayette bulunmadım ama zaten gerekli tepkiyi toplum göstermiş ve daha sonra benden şahsen de özür dilemişti. Eski öğrencimdi. Tanıdığım bir şahıstı ama İslami hassasiyetleri olan bir kişiydi ve öyle bir yorum cüretini gösterdi ama kendi görüşüydü. Orada kaldı. Sistem çok hassas. Farklı farklı tepkiler alıyoruz. Hele birkaç trol hesap var Mağusa ve Lefkoşa kaynaklı, onların dönem dönem hiçbir şey yapmasanız da size saldırdığını sizi hedef gösterdiğini görüyorsunuz. Onlar da bir yerlerden besleniyor tabii ki.

-Geçtiğimiz hafta “Ne yapabiliriz” başlıklı sohbetler serisi başlattınız. Neler konuşuluyor orada ve ne işe yarayacak?
Özellikle depremin yarattığı sancılarla birlikte ne yapabilirizi sorgulayalım diye düşündük. Bu yüzden bu başlık çıktı: Ne yapabiliriz?.. Sorunları biliyoruz, her gün gazetelerde okuyoruz. Bizim çözüm üretmemiz lazım. Ne yapabiliriz, şu anki statüko ile bile ne yapabiliriz? Hep pasif olarak bekleyecek miyiz, pasifize edilmeye göz mü yumacağız, elimizdeki bu donelerle ne yapabiliriz. Bunun üzerinden çözümler üretilmeye çalışıldı. Günün sonunda AB’ye tam üyelik, uyumlaştırma ile birlikte çözümün ne kadar önemli olduğu yine ortaya çıktı. Yıl 2023, çocuklarımız çadırda eğitim görüyor. KKTC dediğimiz artık bir enkaz haline gelmiştir ve bir bunun altında kaldık bunun altından çıkmalıyız.

-Peki, ne yapılabilir?
Son söyleşide solun farklı fraksiyondaki kişiler bir araya geldiler. Nükleere karşı veya şiddete karşı kurulan platformlardaki gibi belirli alanlar üzerinde işbirliğinin ayrı bir dilin, artı bir dilin üretilebileceğini gördüm. Belki tam olarak partilerin kaynaşmasından bahsetmiyoruz ama politikaların birleştiği bir alan yaratılabilir. Bugün Türkiye’de yapılan 6’lı Masa gibi şeyin burada da başarılabileceğini düşünüyorum, başarmak zorundayız başka bir alternatifimiz yok.

Bir vatandaş olarak şunu bekliyorum: Sol’un çözüme, barışa inanan bütün aktörlerin bugün gerçekten aktör olma sorumluluğunu eline alarak bir masa etrafında toplanıp en azından insan hakları, ekoloji, farklılıklara karşı saygı gibi konularda belirli bir metin oluşturma ve bunun kavgasının verilmesi gerektiğini düşünüyorum. Elbette Kıbrıs’ta çözümünü hedefleyen oraya gidişi kolaylaştıran bir adım atılabilir diye düşünüyorum. ‘Partiler bir araya gelsin 50 kişilik liste çıksın’ değil, belki de 250 kişilik listeler çıkar herkes kendi adayını çıkarır ama en azından aynı dili üretebilmenin çok önemli olduğunu düşünüyorum o sinerjiyi çok önemsiyorum, en azından bununla başlamalıyız.

-Ersin Tatar hakkında ne düşünüyorsunuz?
Tatar, Kıbrıslı Türklerin iradesine rağmen seçtirildi. Türkiye’nin Tatar’ı tercih etmesinin sebebi işgal koşullarını koruyabilmek, daha fazla kurumsallaştırabilmek. Tatar’ın şu an tek yaptığı iki devletli çözümü provoke etmek. Kıbrıslı Türkler tarih boyu daima federal çözüm iradesi göstermiştir. Şu an Tatar, Türkiye’deki iktidar yapısının çizdiği eksende siyaset üretiyor. Burada kurulan bütün bu rejimin şu anki temsilcilerinin de o sistemin birer kuklası gibi rejimi devam ettirme yönünde başka bir alana kaydıklarını görüyoruz. Kıbrıslı Türkler federal çözüm istiyor bugün bile yapılan anketlerde bunu görüyoruz. Kıbrıslı Türklerin siyasetten atılma süreci 2020 ile beraber başladı. Türkiye’deki iktidarın Tatar’ı istemesinin ve seçtirmesinin sebebi bizim sesimizi azaltmak, Kıbrıslı Türkleri aradan çıkarmak. Tatar’ın son açıklamalarına da bakarsanız bizi değil Türkiye’yi temsil ettiğini söylüyor. Alışık olmadığımız şekilde ciddiyetsizlik gösteriyor siyasette ama maalesef o koltukta oturuyor.

-Türkiye’deki seçimden ne bekliyorsunuz?
Türkiye’de bir değişim olursa. Kılıçdaroğlu kazanırsa Kıbrıs Sorunu açısından bir değişim olacağını düşünmüyorum açıkçası. Anavatan-yavruvatan bakışının korunacağını düşünüyorum. Orada kilitleşmiş bir Ankara politikası var. Onu kırmadığımız ve o anahtarı elimize almadığımız müddetçe bu şekilde devam edecek. Bunu da bir araya gelerek, birlikte güçlenerek alacağız. Bu kadar parça halde olmaz. Bir araya gelip tek bir ses olmamız lazım aksi takdirde bu bölünmüş yapıyla bizimle istedikleri kadar oynarlar.

Türkiye’deki yapı değişirse en azından insan hakları açısından buraya bir rahatlama getireceğini düşünüyorum. En azından Türkiye’ye gidip gelebileceğimizi düşünüyorum. İletişim kurabileceğimiz, bizi anlayan insanların olduğunu biliyorum.

-Tarafını belli edemeyenler için ne düşünüyorsunuz?
Şunu kabul edelim yıllar içerisinde oluşturulan bir statüko vardır ve herkes bundan bir parça aldı nemalandı dolayasıyla üretilen korku ortamında korkuyorlar. Çok sevdiğim dostlarım var sosyal medya paylaşımlarını azaltmak zorunda kalıyorlar çünkü çocuğunun ya da annesinin, babasının sağlık sorunu nedeniyle Türkiye gitmek zorunda. Dolaysıyla ister istemez o korku ortamı onlar açısından işe yarıyor ve bizim aleyhimize bunu kırmanın yolu oradaki iktidarın değişmesini beklemek.

Cebinde Türkiye Cumhuriyeti kimliği olan Kıbrıs’ın kuzeyindeki yurttaşlara seslenirim. Organize olunursa güzel bir cevap verilebilir. TC vatandaşlığı olan Kıbrıslı Türklere çağrımdır mutlaka bu yönde inisiyatif üstlenilmeli.

-Ah İsias! Neden böyle bir acı yaşadık?
Siyaset her şeydir. Siyaset hayatımızın her alanına sirayet eden bir şeydir. Soluduğumuz havanın içtiğimiz suyun kalitesi, çocuklarımızın eğitiminden bizim sosyal medyada bugün elimiz titreyerek acı içinde yaptığımız paylaşımlara kadar sirayet eden bir şey.

Günün sonunda Türkiye’deki o kokuşmuş, çürümüş siyasi yapının nüvelerinin, kamudan mühendisine varan bir zincirin bizim çocuklarımızı öldürdüğünüzü görüyoruz. Daha ötesi ne olabilir. Canımızdan canlar gidiyor. Bunun da sebebi siyaset. Bu yüzden siyasete katılma, ses üretme, tepki gösterme, mücadele etmek çok önemli. Bugün hukuk alanında yürütülen mücadele çok önemli. Günün sonunda o sürecin kovalanması lazım aksi takdirde kader deyip oturacak mıyız. Çocuklarımızın mezarına gidip onları mı seyredeceğiz. Benim de o gece kardeşimin çocukları Kahramanmaraş’taydı. Kendilerine ulaşmaya çalıştığımızda mesajlarımızın gitmemesinde yaşadığımız çaresizlik, seslerini duyamamak… Bu ifade edilemez bir acı. Şu anda Mağusa çok büyük bir yas, çok büyük bir kayıp içerisinde. Bu dışarıdan ne kadar duyuruluyor görülüyor bilmiyorum ama ülkenin başka yerlerinde yas süreci atlatılmış gibi görülse de Mağusa derin bir sessizlik ve acı içinde. Bunu da aşmanın yolu gidip sadece başsağlığı dilemek değil bundan sonra ne yapabilirizi düşünmek ve o çocukları yaşatmak.

-Türkiye’ye giriş yasağı bağlamında davaları izlemek için gidemeyecek olmamız hakkında ne düşünürsünüz, bir çaresizlik daha…
Bu bizim için elbette büyük bir ayrımcılık örneği çünkü kendimizin doğrudan davanın tarafı olarak süreci takip etmeye hakkımız olmasına rağmen yapılan haksız ve adaletsiz uygulama nedeniyle bundan yasaklanmış durumdayız. Bu durum kabul edilemez.

– Kıbrıslı Türkler çaresizler mi?
Ben öyle düşünmüyorum. Bizim de aktör olmamız gerektiğini düşünüyorum. Kıbrıs Cumhuriyeti alanını biz hep boş bıraktık. Öyle öğretildi bize, hiçbir hukuki mücadele vermedik. Şimdi ‘Kimliksizler’in yürüttüğü bir mücadele var, kesinlikle başarılı olacaklarını düşünüyorum. Türkçe dilimizle ilgili de bir mücadele verilmedi. Orada bir Anayasa var ve haklarımız var, cemaat olarak hala oradayız. Oraya giderek ciddi anlamda bir siyasi alan açmalı. O sistemi de zorlamadığınız sürece o sistem de size hak sağlamayacak.

– Neyle karşılaşılır peki?
Neyle karşılaşılırsa karşılaşılsın. Elbette ki oradaki iktidar yapısı da dirayet gösterecektir engel koyacaktır ama bu yolu açmak zorundayız. Bu belki güneyde siyasi oluşum, dernekleşme, sivil toplum hareketi olabilir. Çünkü o alan tamamen boş bırakıldı tamamen kuzeye sıkışmış durumdayız. Bugün güneyde Baro sınavına katılan ve Türkçe sınava girmeye çabalayan insanlar var. Dilimiz Türkçe iken her türlü yazışmayı Türkçe yapabilecekken yapmıyoruz, çekiniyoruz, kendimizi ikinci sınıf vatandaş görüyoruz hayır aslında eşit vatandaşlarız. Azınlık filan da değiliz. Eşit haklara sahibiz. Bu sadece seyahatte kullandığımız bir kimlik kartı olmamalı.

Hem Türkiye’yi hem güneyi sıkıştırmalıyız diye düşünüyorum. AB de bizi çok düşünüyor değil, bugün bütün iktidar yapılarına karşı kavga vermeliyiz. Hak verilmez alınır. Kimse bize bunları tepside vermeyecek. Burada sorunlu biziz. Bu kadar zamandır sindirildik. Eskiden bir sendikal mücadeleye bakıldığında çok daha yüksek ses çıkıyordu. Zaman içinde Türkiye’nin baskılarıyla bunun daha sinik bir hale geldiğini görüyoruz. Aslında elimizde olan bütün iktidar alanları şu anda bastırılmış durumda. Özelikle Kıbrıs Cumhuriyeti ve Avrupa Birliği’ne ulaşma boyutunda daha aktivist bir tavır üstlenmeliyiz.

-Olan oluyor, Ünal Üstel’in AVM’leri yakında açılıyor, Alişan Şan kardeşine devlet ihalesi veriyor, bir daha veriyor… Fikri Ataoğlu ihale peşinde. Bunları yazıyoruz çiziyoruz ama karşılığında da hiçbir şey olmuyor. Kişiler görevlerinde kalıyor… Bunu nasıl aşacağız?
Küresel bir enflasyon sorunu var biliyorsun. Kanada’da yaşadığım sürede ekonomiyi ve uluslararası siyasi gelişmeleri takip ettiğimde, enflasyon yüzde 1 artığında bile sokakları insanların doldurduğunu gördüm. Bugün Fransa’yı görüyoruz, Paris darmadağın.
Aslında hak ediyoruz, müstahak bize, çünkü sesimizi çıkarmıyoruz, küçük iktidar yapılarını korumaya çalışıyoruz. Yıllar içerisinde öğretilmiş bir çaresizlik de var. Sanki sesimizi çıkarırsak bir şey yapamayız. Bunun için kendimize gelmemiz, birlik olmamız lazım.

Kiminle konuşursanız konuşun derin bir umutsuzluk içinde. Bu kader gibi algılanmaya başlandı halbuki biz kaderi reddeden bir toplumuz, böyle şeylerle işimiz olmaz. İSİAS sürecinde de aynı şeyi yaşıyoruz. Cumhurbaşkanına baktığınızda ‘kader’ diyebiliyor. Twitter’da İsias’ın yargılanması yönünde her akşam kampanya yapılırken bile UBP’nin vekillerinin çoğunluğunun çok ciddi bir derin sessizlikte olduğunuz görüyoruz. Umurları değil, aman devlete bir şey denmesin, aman AKP ile aramız bozulmasın diyerek bir tweet atmaktan korkar durumdalar.

– Bu kişiler bir daha seçilir mi?
Onu muhalefete sormak lazım. Onlar sayesinde seçiliyorlar. Bugün Türkiye’deki AKP neden seçiliyor? Bence muhalefet yüzünden. Birlikte olunamadığı için. Şimdi neden umut var? Çünkü birlikteler. Bunu örnek almadan bu kadar bölünmüş bir yapı içinde seçime gidersek yine aynı şeyi yaşayacağız. Siyasetin geldiği noktada çocuklarımız çadırda eğitim görmeye devam edecek. Neden kaynak yok? Çünkü vergi politikası yok. Neden yok? Çünkü çeşitli yolsuzluk alanları var. Bundan nemalananlar da sağcı ve rantçı kesimler daha çok.

– Avukatlığa başlıyor musunuz?
Başlıyorum diyemem şu anda kendi içimde bir değerlendirme aşamasındayım diyebilirim.

– Aktif siyasete girmeyi düşünüyor musunuz?
Şu anda böyle bir düşüncem yok.

– Cumhurbaşkanı adayı gösterilirseniz..
Şu anda öyle bir düşüncem yok ama şöyle söyleyeyim; şu an için çok erken ama bu duyumu çok alıyorum. E-maille ulaşanlar, mesaj gönderenler çok oluyor bu yönde ama bu böyle bir günde olacak şey değil. Belli bir olgunluğun oluşması gerekir. Toplum açısından buna hazır olunmalı çünkü farklı şeyler söylemek lazım. Eğer aynı dili kullanacaksak farklı bir figürün siyasete girmesinin de anlamı yok. O olgunluk oluştuğu zaman düşünülebilir.

Bugün Kıbrıs

DAUSEN

Girne Belediyesi

Girne Belediyesi

Gönyeli Alayköy Belediyesi

****
****