O BİR GİZLİ KAHRAMAN

Kıbrıslı Türk üreticilerin işlenmiş gıda ürünlerinin Yeşil Hat Tüzüğü vasıtasıyla Avrupa’ya ihracat yolunun açılması için uzun yıllardır çalışan iş geliştirme uzmanı Niyal Öztürk, Bugün Kıbrıs’a konuştu.

KMC Direktörü, İş Geliştirme Danışmanı Niyal Öztürk ile zeytinyağının Avrupa’ya olan yolculuğunu konuştuk. Kıbrıslı Türk üreticilerin işlenmiş gıda ürünlerinin Yeşil Hat Tüzüğü vasıtasıyla AB’ye ihracat yolunun açılması için emeği geçen gizli kahramanlardan Niyal Öztürk, zeytinyağının Avrupa yolculuğu için “Çocuğum mezun olmuş, Avrupa’ya uğurluyorum gibi hissediyorum” yorumunu yaptı.

Avrupa Birliği’nin Kıbrıslı Türklere yönelik, ‘Yerel Paydaşların (İş Destekleme Kurumları dahil) kapasitesinin ve Özel Sektörünün Rekabet Edebilirliğinin Geliştirilmesi Teknik Destek Programı’nda (TAPS Project) 2015’ten 2019’a kadar Kıdemli Uzman olarak çalışan Niyal Öztürk, Kıbrıslı Türk üreticilerin yeni gelişmeler sayesinde, Avrupa pazarında önünün açıldığını kaydetti.

Kuzeydeki ekonomik krizin Kıbrıs sorunu ile iç içe geçmiş olduğuna değinen Öztürk, krizin AB’ye ürün ihracının önünün açılması, limanların ve Maraş’ın açılması ile biteceğini kanaatinde. “Kapılardan kuzeye akan Euro’yu görmemek için kör olmak gerekir” ifadelerini kullanan Niyal Öztürk, “Katma değer yarattığımız ürünler Yeşil Hat Tüzüğü kapsamında Avrupalı olarak dünyayı dolaşacak” yorumunu yaptı.

Bugün Kıbrıs’ın iş geliştirme uzmanı Niyal Öztürk ile yaptığı röportaj şöyle:

Avrupa’ya gümrüksüz zeytinyağı ihracatı yapılması için çalışan gizli kahramanlarındansınız. Yeşil Hat Tüzüğünün kapsamının genişletilmesi sürecindeki neler yaşandı? Tüzük genişletilmesine rağmen işlenmiş gıda ürünlerinin Yeşil Hat Tüzüğü kapsamında güneye geçirilememesinin sebebi neydi? Nasıl oldu da oldu?

Niyal Öztürk: Yeşili Hat Tüzüğü’nde zaten işlenmiş gıdalar vardı ancak ürünlerin geçişi ile ilgili siyasi sıkıntılar vardı. Kıbrıslı Türkler, hatta Avrupa Birliği (AB) de uzun süre bu ürünlerin geçirilmesi ile ilgili Güney Kıbrıs’a baskı yaptı. Ekonomik örgütlerimiz, Ticaret Odası, Sanayi Odası ve Esnaf ve Zanaatkarlar Odası’nın bu konuda ciddi çalışmaları oldu.

Bu süreç ilk başladığında yaklaşık 10 yıl kadar önce, kümelenme ile ilgili fikirler konuşulmaya başlandı. AB Kıbrıs Türk toplumu için bütçe ayırırken odalar, birlikler, KOBİGEM, AB Koordinasyon Merkezi gibi kuruluşlarla görüşür. Bu tip kuruluşlardan, nereye bütçe ayrılması gerektiği konusunda görüş alınır. 10 yıl kadar önce Esnaf ve Zanaatkarlar Odası ile KOBİGEM, AB’den köydeki küçük üreticiyi kümelendirerek ekonomiye dahil etmek için bütçe ve teknik destek talepleri oldu.

Avrupa Birliği’nin Kıbrıslı Türklere yönelik başlattığı, Technical Assistance to Build the Capacity of Local Stakeholders (including Business Support Organisations) and Enhance the Competitiveness of the Private Sector (TAPS)- programında 2015’te Kıdemli Ekonomi Kalkınma Uzmanı olarak çalışmaya başladım. Yani hangi sektörün kümeleneceği, hangi bölgenin seçileceği, hangi fikirlerin değerlendirileceği ile ilgili çalışan ekibin kıdemli uzmanlardan bir tanesiydim.

AB’nin ayırdığı bütçe önce teknik destek içindi. Yol göstermek için bir ekip kuruldu. Ekibin görevlerinden biri kümelenmenin desteklenmesi idi. TAPS programı ile, 2016 yılından itibaren gelen kümelenme fikirlerini belli bir metodoloji çerçevesinde değerlendirdik. Bunlardan bir tanesi Esnaf ve Zanaatkarlardan gelen fikirdi. Başka fikirler de vardı, mesela Lefke’de eko-turizmle ile ilgili bir proje vardı. Şu anda Lefke Turizm Derneği tarafından yürütülüyor. Hem hizmetlerde hem ürünlerde kümelenme projelerini değerlendirdik. En güçlü puanı alan Büyükkonuk’da merkezi olacak olan zeytincilik projesi idi. Orada yerel halkla kümelendirme çalışmaları yaptık, üreticilere kooperatif kurma çalışmalarında yardımcı olduk. Ülkedeki potansiyel ürünlerden bir tanesi olan zeytinden köylülerin daha fazla kazanç sağlaması için teknik destek verdik. Yerel halk, biz gidip geldikçe, bu işin tamamen onların faydasına olacağını anladı. Büyükkonuk ’ta bir üretim kooperatifi kuruldu. İlk aşamada altı köy ile başladı. Aynı zamanda şemsiye görevi görerek birçok küçük köy kooperatifini çatısı altında birleştiren “Esnaf Zanaatkarlar Üreticiler ve Pazarlama Kooperatifi (EZKOOP)” kuruldu. Ürünlerin markalaşma ve pazarlama stratejilerinin geliştirilmesi, ürünlerin kalitesinin denetlenmesi, pazar bulunması ve bu kooperatiflerin daha kurumsal bir şekilde yönetilmesi sağlandı. Hammadde alımları, gıda denetimlerinin yapılması, pestisit alımı, budama yöntemleri gibi konularda bütünleşik olarak küçük kooperatiflere destek vermeye başladı. Biz de EZKOOP’un elinden tuttuk, teknik destek vermeye başladık. TAPS programı 2019 yılında tamamlandı. 2019 yılından sonra, ben kendi şirketim vasıtası ile danışmanlık vermeye devam ettim. Bazen gönüllü danışmanlık, bazen aldığımız destekler üzerinden bütçe yaratarak. Şu anda EZKOOP’taki unvanıma baktığınızda Pazarlama ve İş Geliştirme Müdürü kartım var.

Yeşil Hat Tüzüğüne geri dönersek, Yeşil Hat Tüzüğü zaten işlenmiş gıdaları içeren bir tüzüktü. Ancak güneyden sıkıntı çıkarıyorlardı. Bu ürünü denetleyemeyiz, nasıl denetleyebiliriz gibi bahanelerle ürünler kabul edilmiyordu. Şimdi buradaki gelişme bizim kara kaşımıza kara gözümüze olan bir gelişme değil. Tamam baskı yaptık, Avrupa Birliği de baskı yaptı ama güneyde bir ihtiyaç doğdu. İhtiyacın neticesinde de güneyden bir talep doğdu. Bizim adamız zeytinyağının ana vatanlarından biri, zaten zeytinyağı dünyada çok az sayıda ülkede üretilir. Bizim paramızın kıymetinin düşmesi, dünyada zeytinyağına talebinin artması, güneydeki politika değişimi neticesinde, güneydeki Bakanlar Kurulu altı tane niş/işlenmiş gıda ürünün, AB standartlarına uygun olması koşuluyla geçmesine karar verdi. Bunlar arasında zeytinyağı, reçel/macun, meyve suyu, harnup pekmezi, helva ve tahın bulunuyor. EZKOOP’ta ürettiğimiz Taş Değirmen Zeytinyağı ilk günden itibaren AB standartlarına uygun, en üst kalite seviyesinde natürel sızma zeytinyağı olduğu için geçiş sıkıntısız oldu.

Üretime başlamadan evvel, AB kodeksine uyum için, gıda mühendisleri ekibimiz bize bir kontrol listesi hazırladı. Hazırladığı bu kontrol listesine göre, ürünler 24 saat içerisinde toplanacak, randevu ile değirmene gidilecek, değirmenin başında bir tane gıda mühendisi duracak, gıda mühendisi değirmeni de denetleyecek. Çalıştığımız değirmen bizim kendi değirmenimiz değil, kümelenmenin bir parçası olan birlikte çalıştığımız değirmenler var. Orada başında da denetleyecek, çıkan ürün de test edilecek, bizim istediğimiz standartta ise alınacak diye baştan kurallar koyduk. İlk günden, bir tane bile şaşmadı, herkes kurallara uydu ve neticede yerel üreticiler, ilk günden beri en üst kalite seviyesinde, asiditesi düşük natürel sızma zeytinyağı üretti.

Denetime ek olarak kapasite geliştirme çalışmaları da yürüttük. Bizim ülkemizde geleneksel olarak zeytin yetiştiriciliği zaten var. Bizim ilk hasattan sonra yaptığımız iş “bu verimliliği nasıl arttırırız” üzerine çalışmak oldu. Tarım Bakanlığı ile beraber bir profesör getirdik, ortaya çıktı ki bildikleri budama teknikleri yanlıştır. Daha farklı bir budama yaparlarsa daha iyi olacak. Bunun gibi eğitimleri de verdik.

Yeşil Hat Tüzüğü kapsamında işlenmiş ürünlerin gümrüksüz Avrupa’ya ve güneye ihraç edilebilmesi Kıbrıslı Türklere ne kazandırır? Küçük ölçekli üreticiler bundan kazanç elde edebilir mi? Sırada başka ürünler var mı?

Öztürk: Şimdi şöyle düşünün, biz geçtiğimiz Haziran’ın başında Sanayi Odası ile beraber İngiltere’ye gittik. Gezide bizimle toplam 5 tane zeytinci vardı. Bizzat ben gittim oraya. Orada da gördük ki, ürettiğimiz ürün İngiltere’ye giderken üçüncü dünya ülkesi ürünü olarak gider, yani Kuzey Kıbrıs menşei ile gider ama AB ürünü olarak değil, üçüncü dünya ülkesi ürünü kategorisinde kabul edilir. Gitmeye gider sorun yok. Ürünün kalite standartları iyi, analizlerini de güneyde akredite laboratuvarlarda yaptırıyoruz. Sorunsuz İngiltere’ye giriyor. Ancak girerken üçüncü dünya ülkesi olarak girdiği için her 100 kiloda 104 Sterlin gümrük vergisi ödenmesi gerekiyor. Bu korkunç bir ek külfet getiriyor. Bu vergilerle İngiltere’deki zeytinyağı fiyatları ile baş edebilmemiz mümkün değil. Devletin bu vergileri sübvanse etmesi gerekir bir şekilde. En azından sektör güçlenene kadar. Veya güneye ürünleri geçirebilmemiz lazım. Güneye geçilince iki avantajımız var. Birincisi güneye satarak Euro kazanabiliriz. Sermaye açısından çok önemlidir, çünkü şişeyi Euro ile alıyorsun, etiketi Euro ile alıyorsun, kapağı Euro ile alıyorsun. Yerli üreticiye ödeme yaparken, o senenin rayiç bedeli üzerinden ödeme yapıyorsun. Kooperatif olduğumuz için amacımız kar yapma değil, yerel üreticinin kazanmasıdır. Yani üreticinin malına karşılık ne kadar yüksek fiyattan verebilirsek onu vermeye çalışırız. Başka bir açıdan da söyleyeyim, 3 yıl içinde, şu anda ülkedeki zeytin üretimi kadar yeni ekilmiş fidanlardan ürün toplanacak. İstatistiklere bakıldığında iç pazara yetecek kadar zeytin var, fazlasını göndermek lazım, yoksa iç piyasa şişecek. Kıbrıslılar zeytinyağını kendi çevrelerinden alır, sonra raftan satın alır. Kuzeyde sadece çalışan kesim raftan zeytinyağı alıyor. Güney büyük bir pazardır ve ciddi bir talep var. Güneye satmanın böyle bir avantajı var.

İkincisi, eğer biz becerip güneye geçirdiğimiz ürünleri yurtdışına gönderebilirsek, ürün AB’den çıktığı için gümrük vergisi olmayacak. Bizim nasıl büyük bir şeyi başardığımızın kimse farkında değil. Çok önemli bir şey başardık. Çığır açtık. Bu işin en güzel yanı da bütün bunlardan kazanan küçük üreticilerdir. Çünkü bu iş kooperatif adına yapılıyor. Bizim açtığımız yolda birinci şart kalite, biz bu sayede bu başarıyı elde ettik. Eğer ürünler kaliteli üretilir, doğru kanallardan akredite bir şekilde sertifikalandırabilirse, ürünlerimizin güneyden dünyayı gezme şansı daha da artar.

Kaliteyi regüle etmek, Kooperatifin yaptığı çok önemli bir görevdir, çünkü bizim zeytin yasalarımız 1960’lardan kalma olduğu için sınıflandırmayı kapsamıyor. Sadece zeytinyağı olarak geçiyor, kodeks yoktur. Yasada natürel sızma, natürel birinci, rafine yağ, çeşnili yağ yok bizde. Zaten denetim sıkıntısı da var, yani raftaki yağın üzerinde ne yazdığına kimse bakmadığı gibi içine de bakmaz. Bizim ihracat kapısına zorladığımız ürünlerin kalite standardını yükseltmemiz lazım. İhracat yapabilmemiz için söylediğimiz kalitede ürütmeye mecburuz. Aksi halde bizi o kapıdan içeri sokmazlar. Sadece bizim burada yaptığımız analiz de önemli değil. İhraç ettiğimiz ülkede, herhangi bir üründen numune alınıp analiz de yapılabilir, oradan da sıkıntı yaşanabilir. Ama bizim kurtuluşumuz bu ürünü üçüncü dünya ülkelerine göndermekten ziyade, dünyada en çok tüketim artışının beklendiği Avrupa’ya göndermektir. Hem yakın hem de tüketim var. Sırada tanımlanan birkaç tane daha ürün var. Pekmez, reçel, macun gibi ürünlerin de Yeşil Hat üzerinden geçebileceği bilgisini aldık. Biz yakın zamanda pekmez, macun ve reçeli de geçirmeyi deneyeceğiz. Bunların güncel analiz sonuçlarını bekliyoruz. Gelir gelmez deneyeceğiz.

Avrupa Birliği vatandaşı olan Kıbrıslı Türk üreticilerinin Avrupa ile ilişkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Avrupa pazarı Kıbrıslı Türklere açık mı?

Öztürk: Kıbrıslı Türkler ürettikleri ürünleri zaten Avrupa pazarına sunabiliyorlar. Önümüzde engel olarak gördüğümüz birçok şey fonksiyonel engeldir. Örneğin Devlet Laboratuvarının akredite olmaması, ya da ürünlerin Türkiye üzerinden ihraç edilmesi. Türkiye’den çıkış yapabilmek için, Türkiye’deki bir laboratuvarda analiz yapmak lazım. Ürünün kalitesinin tutturamazsak AB pazarına giremiyoruz. İzolasyon var diyoruz ama, orada bir kalite standardı var. O standardı yakalayamayan ürünler pazara giremez. Etiket kanununu ciddiye almak lazım. İçeriğini, kapağını, ambalajını umursamazsan doğal olarak sıkıntılar çıkabiliyor. Bu çalışma özellikle standartları düzgün olan ürünlerin yolunu açacaktır. Bugüne kadarki ihracat ürünleri incelendiğinde çok ciddi miktarda yaş sebze ve meyvenin gönderildiğini görebiliriz. İşlenmiş gıda ile ilgili sınırlandırmalar olduğunu görülür. Bu bir yandan kalite ile ilgilidir ama diğer bir yandan da ada ülkesi olmanın dezavantajlarıdır. Ada ülkesi olduğumuz için, ambalajı yurt dışından yüksek maliyetlerle elde edebiliyoruz. Sorun sadece, ilişkiler, izolasyon ya da kalite de değil, ürünlerle kıyaslamalı avantaj sağlamaktır. Komşularınla aynı ürünleri ürettiğin için rekabet edemiyor olman da etkiliyor. Avantajlı ürün ya hiçbir yerde olmayan (niş) ya da bizde daha erken olan üründür. Aynı zamanda katma değer sağlamazsak rekabet edemeyiz. Bunu da ürünlerimizi doğru markalaştırıp, ürünlerin kalitesinin belli bir noktaya getirilmesi ve bir hikayesinin olması ile sağlayabiliriz. Örneğin ürün aldığımız bin yıllık ağaçlar var. Bunların iyi pazarlanabilmesi gerekiyor.

Kıbrıslı Türklerin kendi ayakları üzerinde durması mümkün mü? Bunu nasıl başarır?

Öztürk: Mümkündür. Önce kafalarda bitmesi, vizyon olarak ortaya konması gerekir. Her konuda planlama yapılması gerekiyor. Tarımsal ürünlerden, yangınları önleme konusuna kadar. Ekonomik kalkınma hedeflerinin net olarak ortaya konması ve bunun için stratejik planlama yapılması gerekiyor. Bugüne kadar devletin yaptığı çok fazla sayıda stratejik planlama çalışmasına katıldım. Artık dünyada donörler, parayı verirken senin buna dair planın, hedefin, eylem planın nedir diye sorar. AB bunu 10 yıl evvelden beridir sorar. Türkiye Cumhuriyeti de son dönemde soruyor. Planı yazdıktan sonra bir de onu takip edip hayata geçirmek lazım. Sadece yazması da yetmez. Özel sektör stratejisini 10 sene önce, KOBİ stratejisini 7 sene önce yazdık. T.C. de AB de bunu ister. Onlar olmasa, IMF olsa, o da bunu ister. Artık bizim hedefimiz nedir, mevcut durum nedir, bu hedefimize nasıl varabiliriz, neler yapmamız lazım, bunun alt yapısının ne olması lazım planlayıp yürümemiz lazım. Göz göre göre artık kendi zararımıza olan şeyleri yapmamız lazım. Daha verimli olmalıyız. İnsan kaynaklarımızı daha verimli kullanmalıyız, finansal kaynaklarımızı daha verimli kullanmalıyız. Dünyada çok net bir dijitalleşme var. Dijitalleşmeye giderken “nasıl olursa olsun dijitalleşelim” diye düşünmememiz lazım. Bizim kıymetli kaynaklarımızı, verilerimizi herkesle paylaşmamız lazım. Bununla beraber, daha yeşil, daha sürdürülebilir, iklim krizine karşı önlem almış bir ülkede nasıl bir ürün deseni yapmamız lazım, tarımsal olarak planlamamız lazım. Türkiye’den su geldi. Bunula ilgili yeterli çalışma yapılmadı. Şu anda iklim değişikliği var bununla ilgili bir çalışma yapılmadı. Hep üstünkörü yapılıyor ama devlet kurumlarının “evet kardeşim ben bunu yapıyorum, hükümet değişse de bunu yapıyorum” diyeceği bir şekil olmalıdır. İki yıllık bir hükümetin kendi ayaklarının üzerinde durmak için yapabileceği herhangi bir şey yoktur. Örneğin, EZKOOP projesi sadece benim 7 senedir çalıştığım bir projedir. Proje ise 7 yıldan daha uzun bir süredir devam ediyor. Başarıya ulaşmak için süreklilik gerekiyor. Devlet de bunu yapmalı. Burada sorun gelen giden bakanlarda değil. Bakanlığın elinde hazırlanan plana göre ölçülebilir veriler var mı? Önemli olan odur. Bakanın görevi günü birlik birinin iş takibini yapmak değil, kendini ve bakanlığını çizilen plana göre denetlemektir. Bakan, planı, vizyonu ortaya koyup, dönüp de bunun yapılıp yapılmadığını denetleyendir. Eksikleri tamamlayan kişi de odur. Kurumsal hafızanın sürekli değişmesi çok önemli bir sıkıntı. Her yeni parti iktidara geldiğinde, vizyonun değişmesi çok kritik sıkıntılar yaratıyor. Verimsizliğimizin, ilerleyemememizin sebeplerinden biri plansızlık.

EZKOOP projesi, her gelen hükümetten destek aldı. AB’nin teknik desteği ile başladı, bu sayede kümelenme ve kooperatifleşmenin gelişmesi sağlandı. Bu proje ikinci aşamada aynı zamanda hem AB hem Türkiye tarafından hibelerle desteklendi. Bunun da altını çizmek isterim. Ayrıca çok teşekkür ederiz. Yeni dönemde de her iki tarafta da projeye hibeler ayrılacağını öğrendik. Bizimkiler yapamıyor bari donörler yapsın.

Kıbrıslı Rum Lider Nikos Anastasiadis’in kuzeye sunduğu Güven Yaratıcı Önlemler paketi için ne düşünüyorsunuz? Fuat Oktay GYÖ’ler için “ızdırap artırıcı planlar” dedi. Siz bunu nasıl değerlendirirsiniz?

Öztürk: Kimin için ızdırap olduğunu algılayamadım. Önce onu belirtmek isterim. Daha açık olursa daha mutlu olurum. Ben bir ekonomik kalkınma uzmanı olarak herhangi bir ızdırap göremedim. Elbette ki sorgusuz sualsiz hiçbir şey kabul edilememelidir. Politika biliminde madalyonun daima iki yüzü vardır. Sana bir şey veriyorsa karşılığında mutlaka bir beklentisi vardır. Ama bunların çok ciddi potansiyeli olan şeyler olduğunu vurgulamak istiyorum. Bizim limanlarımızın açılması önümüzün açılmasıdır. Az önce küçücük bir ihracatın ne kadar büyük bir önemi olduğunu konuştuk. Limanların açılması, ürünlerimizin önünün açılması ve bizim ekonomik gelişimimizin önünde çok büyük fırsattır. Hem turizm açısından hem ihracat açısından da kritiktir. Ayrıca lojistik olarak da çok önemlidir. Ticaret ve turizm sektörlerinde omuzumuzdaki yükün hafifletilmesi olarak görüyorum. Onun dışında Maraş’ın açılımı doğru istişare edilirse, gönül rahatlığı ile söyleyebilirim ki bizim inşaat, turizm sektörleri ve onlara bağlı olan yirmiden fazla alt sektörün çok ciddi ilerlemesini sağlayacaktır. Sınırların açılmasının bizim için ne büyük bir artısı olduğunu, bizim ekonomik krizden çıkabilmemiz için önemli bir döviz akışı sağladığını görmemek için kör olmak gerekir. Bu kadar net! Kör olmak gerekir! Sadece GYÖ’ler değil aynı zamanda ne kadar fazla kapı açılırsa ekonomik olarak o kadar avantajımıza olacağını düşünüyorum.

Ercan’ın BM gözetiminde dünyaya açılması Ersin Tatar’ın deyişiyle Kıbrıslı Türklerin ada üzerindeki egemenliğini geriye mi götürür?

Öztürk: Boğaziçi Üniversitesi’nde Politika Bilimi okudum, ama sayın Ersin Tatar’ın yaptığı bu açıklamaya anlam veremedim. Anlayamadım yani.

Mağusa Limanı’nın da dünya pazarına açılaması söz konusu. Bunun yararı var mı? Liman açılırsa Türkiye üzerinden ihracattan daha mı kazançlı olur?

Öztürk: Babamın ben daha üniversitede iken anlattığı bir anekdotu aktarmak istiyorum. Babam işi gereği Amerikan ürünleri ile çalışıyordu. Bir iki yılda bir, konteynır dolusu malzeme getiriyordu. Babam o zaman bana konteynırın olduğu gemi Larnaka’ya geldiğinde mal oluşu 1 lira ise Mağusa’ya geldiğinde mal oluşunun 3 lira olduğunu söylemişti. Yani doğrudan ticaret yapmak varken ürünün Mersin üzerinden dolaşarak gelmesi her halükarda bize lojistik anlamında daha pahalıya mal oluyor. Zaten küçük bir ülke olduğumuz için siparişimiz de küçük oluyor. Giderken de aynı sorun var. Navlun fiyatları kıyasladığında kuzeyden çıkışın maliyetinin daha yüksek olduğunu görüyoruz. O nedenle kesinlikle evet eğer Mağusa Limanı açılırsa önümüz açılır. Üçüncü dünya ülkesi muamelesi görmekten çıkarız. Limanın açılması AB müktesebatı dondurulmuş AB toprağı olan burayı, AB menşeli ürün ihracatı yapabilir duruma getirir. Ayrıca ihracat potansiyelinin artmasıyla bizim de yediğimiz içtiğimizin, daha kaliteli olması anlamına gelir.

 

“Türkiye ile ticarette sorun yaşanıyor, T.C. bize ambargo uyguluyor” diyen üreticiler var. Buradaki sorun nasıl aşılır?

Öztürk:Benim gördüğüm kadarı ile her bir sektörü teker teker ele almak lazım. Daha önce yaşanmış örneklerde belli kalite beklentilerinin olduğunu gördük. Neticede çoktan yasaları geçmiş, Türkiye bizden birçok konuda 20-25 yıl ilerdedir, çoğu yasalarda da AB uyumluluğu vardır. Orada da beklenen belli başlı kriterler vardır. Bazen o kriterlere uymadığı için takılabiliyor. Bazen de oradaki analizler uzun sürdüğü için ürünler çürüyebiliyor, bu da başka bir sorundur. Bir diğeri de Türkiye kendini korumak için çeşitli dönemlerde bazı kararlar alır. Pandemide de ilaç meselesinde yaşadık. O aldığı kararlarla belli sektörlerini koruma altına alır. Zaman zaman belli ürünlerin dışarıdan alınmasına müsaade etmez. Bu kararı verenler bir bütün olarak bu kararı verir, durup KKTC de vardı diye düşünmez. Ancak sen uyarırsan, “ilaç aldığımız başka bir kaynak yok” dersen kararı esnetirler. Bu da biraz proaktif olmakla ilgilidir. Bir de bürokratik yapılar engel çıkarıyor olabilir. Hem bizim kendi bürokratik yapılarımız hem de karşı tarafın bürokratik yapıları. Bazen hızlı çözüm üreten yapılar olmayabiliyor ve bu arada bir kamyon patates çürüyebiliyor.

Kıbrıs’ın kuzeyinde Euro’ya geçiş mümkün mü? Euro’ya geçiş, yaşadığımız ekonomik buhrandan bir çıkış yolu olabilir mi?
Euro’ya geçmeden önce atılması gereken adımlar var. Nasıl ki AB’ye kabul edilen aday ülkelerin bir geçiş süreci oldu bizim de aynı şekilde o geçiş sürecini yürütmemiz lazım. Unutmamalıdır ki Euro’ya geçen her ülkede kısa süreli bir adaptasyon ve pahalılık süreci de yaşandı. O nedenle tüm bunlar bir süreçtir. Ama uzun vadede baktığımız zaman TL gibi sürekli değişen ve sürekli değer kaybeden bir para biriminden daha stabil bir para birimine geçmek her türlü bizim faydamıza olur. Buna ek olarak GYÖ’ler adapte edilir ve limanlarımız da açılırsa çok faydalı olur. Bizim önümüzdeki bu engeller kaldırılır, bir de Euro’ya geçersek herkes rahatlayacak ve önünü görecek.

Biz burada hammaddeyi alırken hep yabancı para ile alıyoruz, Türkiye’den bile gelse yabancı para ile alıyoruz, Türk malları dahil. Ev kiralarken, satın alırken yabancı para ile yapıyoruz. Burada tek TL kullanan aslında maaşlı çalışan kesim. Bu da en çok çalışan kesimin mağduriyetine sebep oluyor.

Türkiye ile Mali Protokol imzalanmadan burada çarklar döner mi?

Öztürk: Döner. Dörtlü hükümet döneminde döndü. Zaten bir ülke eğer “kendi başıma çok egemenim” diye naralar atıyorsa ilk yapması gereken kendi başına ayakta durmasıdır. Bütün dünyada böyle. Tabii ki ülkeler zaman zaman sorun yaşayabilir, dışardan fon alabilir. Ama öncelikle “ben kendi ayağımın üzerinde nasıl dururum” diye bir plan yapıp yürütüyor olması lazım. O nedenle evet mali protokol olmadan da yürüyebilir, daha önce de yürüdü. Bunu da ispat ettik.

Kooperatifleşme ile ilgili ciddi çalışmalarınız var. Kooperatifleşmenin bize ne gibi bir yararı var? Kuzeyde kooperatifçiliğin önü açık mı?

Öztürk: Kuzeyde kooperatifçiliğin önü açıktır. Kooperatifçilik geleneğimiz de var bizim. Daha önceden açılmış şu anda donmuş olan birçok kooperatif var. Burada yapılması gereken bu kooperatiflerin artık dünya normlarına daha uygun daha kurumsal bir şeklide yönetilmeleri için destek sağlamak gerekiyor. Bu büyük bir eksikliktir. Bu kooperatiflerin teknik desteğe ihtiyacı var. Çünkü küçük bir köy kooperatifinin kurumsal şekilde yapılanması, normlara uygun yönetilmesi kolay bir şey değildir. Bu demokratik yapının kurulması, ortaklık muhasebesinin ortaya konması ile ilgili çalışmalar yapılması gerekir. Ama çok ciddi potansiyelimiz var. EZKOOP çok güzel bir örnektir. Çalışmaya başladığımızda, Karpaz’daki üreticileri bir araya getirip, birinci kalite zeytin yağı üretip, İngiltere’ye, Avustralya’ya, ya da güneye satacağımıza kimse inanmadı. Zaman ister, emek ister ve bunun için ayrılmış teknik ve finansal destek için fon ister. Daha fazla örnek yaratılması için bunların göz önünde bulundurulması gerekir. Bunlar kendi başına haydi hop diye olmuyor. Mutlaka teknik ve finansal desteğe, yönlendirmeye ihtiyaç var. Kooperatif Mukayyitliğinin yasalarının gözden geçirilip modernleştirilmesi gerekir. Devletin burada yapması gereken ilgili yasaları düzenlemektir. Diğer bir görevi ise kümelenme ya da kooperatifleşme çalışmalarına finansal ve teknik destek sağlamak, ağ kurmak. Bir kooperatif daha iyi öğrenebilsin diye, başka bir kooperatifle, üniversitelerle, ilgili bakanlıktaki uzmanlar ile sürekli birlikte çalışması gerekir. Kamunun, uluslararası donörlerden bu konuda daha fazla teknik ve finansal destek talep etmesi gerekir. AB uyum süreçleri takip edilmeli, Türkiye’deki iyi örnekleri izlenmesi, makine-ekipman için gereklilikler araştırılarak fon ayrılmalı, tarımsal ürünlere yönelik modern işleme tesisleri için destekler sağlanmalı.

Sadece üretim alanında değil, birçok alanda kümelenme çalışmalarımız sürüyor. Örneğin turizm alanında ekoturizme yönelik Lefke’de devam eden bir proje var. Adada turizme yönelik açılabilecek alanlar var. Yeter ki bir katma değer yaratalım. Kümelenme sadece ürünler bakımından değil, hizmetler bakımından da düşünülmesi gereken bir konudur. Ülkemizde bu konuda birçok fırsat bulunuyor.

DAUSEN

Girne Belediyesi

Gönyeli Alayköy Belediyesi