Ankara boşalttı Atina doldurdu
Türkiye'den Emekli Büyükelçi Ömer Önhon, dünyada yalnızlaşan Türkiye'nin dış politikasındaki olumsuzlukları anlattı.
Suriye kitabının yazarı Emekli Büyükelçi Ömer Önhon, Türkiye’den gazeteci Taha Akyol’un sorularını cevapladı:
Büyükelçiler krizinden daha büyük kriz Türk dış politikasının genel durumu ve birçok ülkeyle krizler yaşanmasıdır diye yazdınız. Niçin?
Son yıllarda, gerek komşu bölgelerimizde gerek daha uzaklarda, ABD’den Mısır’a, Bangladeş’den Bahreyn’e, Hindistan’dan Hollanda’ya birçok ülkeyle sorunlar yaşadık ve yaşıyoruz.
Siyasetimizdeki yeni anlayış ve uygulamalarla birlikte, yaklaşım ve yöntemden kaynaklanan sorunlar da dış politikamızda olumsuzluklara yol açmıştır.
Büyükelçiler krizi de, tek başına bir kriz konusu değildir. Genel sorunlar bütününün sadece bir parçası olarak ortaya çıkmıştır Adalet mekanizmasının işleyişinden uluslararası anlaşmalardan kaynaklanan yükümlülüklerin yerine getirilmesine, ülkemizin imajından ikili siyasi ilişkilere pek çok konuyla da bağlantılıdır.
YUNAN TÜRKİYE’Yİ KUŞATIYOR
‘Yunanistan anlaşmalarla Türkiye’yi kuşatıyor’ diye yazdınız. Açar mısınız?
Yunanistan ezelden beri Türkiye’yle yatar, Türkiye’yle kalkar. Türkiye haseti, korkusu, ne derseniz deyin, Yunanistan’ın onanmaz yarasıdır.
Son dönemde Yunanistan, gayet planlı ve bilinçli bir stratejiyle, Türkiye’nin birçok ülkeyle yaşadığı gerginlikleri ve yarattığı boşlukları doldurma temelinde bir politika oluşturmuştur. Dağınık Yunanlılar bu defa planlı programlı bir iş yapıyorlar.
Yunanistan, ilişkilerimizin gerildiği İsrail, BAE, Suudi Arabistan, Mısır gibi ülkelerle yakınlaşarak işbirliği mekanizmaları tesis etti. Askeri alanda, enerji alanında ve diğer alanlarda anlaşmalar imzaladılar. Doğu Akdeniz Gaz Forumunu oluşturdular. Fransa ve ABD’yle de savunma anlaşmaları imzaladılar. En son geçen gün Doğu Akdeniz’de 8 ülke ortak tatbikat yaptılar.
Bütün bu girişimlerde, faaliyetlerde ve oluşumlarda ortak payda Türkiye’dir. Daha önce başka vesilelerle ifade ettiğim gibi bunlar ekseriyetle Türkiye’nin, bu kapsamda olumsuz anlamda, “birleştirici gücünün eseridir”.
Öte yandan, Yunanistan ve GKRY, Türkiye’yle ikili meselelerini AB-Türkiye meselesi haline getirmeyi başarmışlardır. Avrupa Birliği Komisyonu 2021 Genişleme Paketi raporuna bakarsanız, Yunanistan’ın ve GKRY’nin Doğu Akdeniz, Ege ve Kıbrıs konularındaki görüşlerini göreceksiniz. Bu konular, Türkiye-AB ilişkilerinin ilerlemesinin ön şartı haline getirilmiştir.
Amaç, ülkemizi yalnızlaştırmak ve sıkıştırmak, Kıbrıs’da, Ege’de, Akdeniz’de ve Trakya’da Yunan/Rum politikalarını ülkemize empoze etmektir.
Ama ne kadar hormon takviyesi yapılırsa yapılsın, Yunanistan’ın çapı, imkan ve kabiliyetleri bellidir. Ne kadar yalnızlaşmış olursa olsun Türkiye’nin imkanları ve gücü de bellidir. Dolayısıyla, nihai kertede Yunanistan Türkiye’den zorla bir şey alamaz. Ama yıpratır ve zarar verir. Şu anda yaptığı da budur.
TÜRKİYE’NİN DOSTLARI?
Batı’da sizin de yazdığınız gibi Türkiye’nin yeminli karşıtları var. Ama dostları da vardı. ABD ve Avrupa’daki Türkiye dostları nerede? Niye kaybettik?
Türkiye karşıtı gruplar, özellikle Rum ve Ermeni lobileri, başta ABD olmak üzere dünyanın her yerinde karşımıza çıkarlar ve çıkmaya devam edeceklerdir.
Bunların karşısında her zaman, Türkiye’nin stratejik öneminin, gücünün, potansiyelinin farkında olan, dostluğunun ve müttefikliğinin önemini idrak eden ve ülkemizin yanında yer alan kurumlar, gruplar, şahsiyetler, yazarlar çizerler bulunmaktaydı.
Son dönemlerde, Türkiye ile muhtelif ülkeler arasında ortaya çıkan gerginlikler, Türkiye’nin kimi konulardaki tutumu, ülkemiz hakkında ortaya çıkan algı ve imaj bu gruplara da olumsuz olarak yansımıştır. Bunlar şimdi ya saf değiştirmişlerdir ya da sessiz kalmaktadırlar.
İHVAN UĞRUNA…
Muhafazakâr iktidarın İslam dünyasıyla da ilişkileri gergin. Neden? İhvan faktörünün etkisi var mı?
Müslüman Kardeşler Örgütü/İhvan-ı Müslimin geçen yüzyıl Mısır’da kurulduğundan beri Orta Doğu, Arap dünyası ve İslam dünyası siyasetinin şu veya bu şekilde önemli bir parçası olmuştur.
2011’de başlayan Arap Baharı İhvan’a alan açtı. Tunus ve Mısır başta olmak üzere çeşitli bölge ülkelerinde ya yönetime geçtiler ya ortak oldular.
Körfez ülkeleri başta olmak üzere muhtelif Arap ülkeleri İhvan’ı terör örgütü olarak tanımlarlar ve varoluşsal tehdit olarak değerlendirirler.
İhvan’ın 2011’de Mısır’da yönetime gelmesi bilhassa büyük kaygı yaratmış ve İhvan karşıtlarını harekete geçirmiştir. 2013’te Mısır’da Mursi yönetimine askeri darbeyle son verildi. Sonraki dönemde, İhvan’la öyle veya böyle irtibatlı olan Katar, Sudan, Tunus’ta da muhtelif gelişmeler yaşandı.
İhvan karşıtı ülkeler Türkiye’yi de İhvan’dan taraf gördüler, İhvan üzerinden Orta Doğu’da etki ve hakimiyet alanı yaratmak peşinde olduğunu değerlendirdiler. Ayrıca, Türkiye’nin Arapların iç işlerine müdahale ettiğini ileri sürdüler.
Bu unsurların Arap dünyasında karşılaştığımız sorunların başlıca nedenlerinden olduğunu düşünüyorum.
S-400 NEYE YARADI?
Türkiye’nin S-400’ler alması, on yıllık Suriye krizinin bir parçası. S-400’lere gerçekten ihtiyacımız var mıydı? S-400’ler bizi kime karşı korur?
Suriye, İran gibi komşularının hava savunma alanındaki yeteneklerine mukabil, Türkiye’nin hava savunma sistemine (HSS) sahip olmaması uzun yıllardır tartışma konusu olmuştur.
Bu ihtiyacın giderilmesi için çeşitli zamanlarda adımlar atılmış ancak sonuçlandırılamamıştır. İhtiyaç listesindeki başka silahlara öncelik verilmiş, HSS ihtiyacının da NATO imkanlarıyla karşılanması yoluna gidilmiştir.
Ancak, HSS sahibi Batılı ülkelerle ikili ilişkilerde yaşanan gerilimler ve sistemi NATO’dan da karşılamakta sıkıntıyla karşılaşabileceğimize dair emareler nedeniyle Türkiye kendi HSS’ne sahip olma kararı almıştır.
Önce Çin sistemine yöneldik, ama iptal ettik. ABD’den Patriot almaya yöneldik, o da olamadı. Olmama nedeni için biz hem şartlarımızın karşılanmadığını hem Kongre engelini neden gösteriyoruz. ABD tarafı ise, almak isteseydik alabilirdik görüşünde ısrarlı.
Doğrusu her ne ise, sonuçta Türkiye Rusya’nın S-400 sisteminde karar kıldı. Bu alımı, Rus uçağının düşürülmesinden sonra barışma paketinin bir unsuru olarak da tanımlayanlar da var.
Normalde böyle kritik bir karar öncesinde devletin uzmanları teklifler, değerlendirmeler hazırlarlar, yetkililer zararlarıyla, yararlarıyla, olası tüm yansımalarıyla konuyu enine boyuna tartışırlar, bu sürecin sonunda da devlet aklıyla, ortak akılla ve siyasi iradenin uygun görmesiyle bir karar alınır ve uygulanır. S-400 alımında bu süreç ne ölçüde uygulandı acaba?
Herhalükarda, S-400 alımıyla birlikte, ABD’yle ilişkilerimiz gerildi, CAATSA yaptırımları devreye girdi, F-35 programından çıkartıldık, F-16 modernizasyonu konusunda ilave pürüzler doğdu, paramız ve parası ödenen uçaklarımız içerde kaldı.
Askeri bakımdan değer miydi hususunun değerlendirmesini en doğru askerler ve konunun uzmanları yaparlar. Ama genel siyasi güvenlik penceresinden bakınca, benim gördüğüm, S-400 alımının Türkiye açısından her anlamda ciddi maliyeti olduğu ve kazandığımızdan çok kaybettiğimiz yolundadır.
KOBANİ DÖNÜM NOKTASI
Kitabınızda, 2014’te PYD’nin elinde bulunan Kobani’ye DEAŞ’ın saldırmasının dönüm noktalarından biri olduğunu yazıyorsunuz. DEAŞ’a karşı ABD neden Türkiye ile değil de PYD ile işbirliğini seçti?
ABD, Suriye’nin hemen yanıbaşında ikinci en büyük orduya sahip NATO üyesi ve stratejik ortağı Türkiye dururken DEAŞ’la savaşmak için müttefik veya ortak olarak YPG’yi tercih etti.
Niye derseniz, Türkiye ile ABD arasında son yıllarda oluşan güven eksikliğinden ABD’nin YPG’yi kolay yönetebileceği düşüncesine kadar bir dizi neden aklıma geliyor.
ABD’nin, Türkiye’nin yelpazenin her noktasındaki İslami referanslı gruplarla fazla yakın olduğuna dair endişeler taşıdığını ve Türkiye’ye belli konularda şüpheyle yaklaştıklarını da Amerikalı yetkililerin çeşitli zamanlarda basına yansımış olan değerlendirmelerinden görüyoruz.
YPG DOĞAL KAYNAKLARA HAKİM
Kitabınızda PYD/YPG’nin Kuzey-Doğu Suriye’de doğal kaynakların çok büyük kısmına el koyduğunu, asker ve memur 235 bin kişiye maaş verdiğini yazıyorsunuz. ABD’nin bu konudaki rolü nedir? YPG ne planlamaktadır.
Şu anda Suriye’de Amerikan silahlarıyla donatılmış, ABD tarafından eğitilmiş ve ABD’nin koruma şemsiyesi altında bulunan YPG/SDG yapılanması var.
Türkiye’nin rahatsızlığını bildirmesine ve uyarılarına mukabil ABD bu yapılanmayı destekleme politikasından vazgeçmiyor. Özellikle Afganistan rezaletinden sonra YPG’ye desteğini kesmesi, Suriye’den çıkıp YPG’yi yalnız bırakması da kolay değil çünkü Biden için maliyeti çok yüksek olur.
YPG de DEAŞ’la mücadele, Suriye’de demokratik yönetim kurulması gibi perdelemelerle kendi gündemini yürütüyor.
Nedir bu gündem? İlk aşamada, Suriye’de tesis etmiş olduğu otonom yapılanmayı daimi hale getirmektir. Sonrasının nasıl gelişeceği şartlara göre şekillenecektir.
SURİYE’NİN BÜTÜNLÜĞÜ
Suriye’de Türkiye’nin güvenlik endişesini giderecek bir çözüm nasıl olabilir?
Türkiye’nin güvenliği için, 911 kilometre ortak sınır paylaştığımız Suriye’nin istikrara kavuşması çok önemlidir.
Şu hususu özellikle kaydedeyim, Suriye krizinin çözümü meselenin kaynağında yani Suriye’dedir. Uluslararası camia buna katkıda bulunmalı, destek vermelidir.
YPG ve İŞİD ülkemiz için doğrudan tehditlerdir. Rusya ve İran’ın bu ülkedeki mevcudiyetleri de Türkiye açısından iyi değildir.
Kaygılarımızı giderecek çözüm, Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması ve istikrarın sağlanabilmesinden geçer. Bunun için Şam’da hangi taraftan, hangi mezhepten, etnik kökenden olursa olsun, ülkenin birliğini sağlayacak ve muhalifler dahil tüm Suriyelileri kucaklayabilecek bir lider olmalıdır.
Bu liderin serbest ve adil seçimlerle seçilmesi, ülkedeki milis gruplarının lağvedilmesi, silahların toplanması, yurtdışındaki sığınmacıların güven içinde geri dönüşlerinin sağlanması, zaman içinde ülkedeki tüm yabancı güçlerin çekilmesi gerekir.
Bunların nasıl yapılabileceği BMGK 2254 sayılı kararda mevcuttur. Eksik olan, Esad rejimi başta olmak üzere değişik aktörlerin bu kararı uygulama iradesidir.
DIŞ POLİTİKANIN KREDİ NOTU?
Türk dış politikasında “restorasyon” gerektiğini söylediniz. Açar mısınız?
Her ülkenin dış politikasının temelinde, doğal olarak, ulusal çıkarlar bulunmaktadır.
İş, çıkarların, çıkarların haleldar edilmesine yol açmayacak şekilde savunulmasıdır.
Türkiye geçmişte de sorunlarla karşılaştı, uğraştı. O zamanlar milli çıkarlarımız, haklarımız korunmuyor muydu? Gayet iyi korunuyordu.
Diplomasinin türlü yöntemleri, ilişkiler kullanılıyordu. Krizler devlet aklıyla, tecrübesiyle, refleksiyle ele alınıyordu. 1998’de Suriye ve 1990’larda Ege örneklerinde olduğu gibi askeri güç kullanımı olabileceğine dair nihai uyarıların yapıldığı ve kararlılığın muhtelif yöntemlerle sergilendiği zamanlar da olmuştur. Kıbrıs çıkarması ve Irak’a yönelik sınır ötesi operasyonlarda olduğu gibi, gerektiği takdirde askeri güç kullanılmasından da kaçınılmamıştır.
İçinde bulunduğumuz dönemde, dış politikamız hem ilişkiler bakımından hem yapısal/kurumsal anlamda sorunlar yaşamaktadır.
Dış politikamızda uzun süredir popülizm, ideolojik yaklaşım ve tepkisel ataklar belirleyici olmuştur.
Birçok ülkede, ülkemizle ilgili olumsuz yönde bir algı ve imaj oluşmuştur.
Diplomasinin esnekliklerinin yerini keskin dönüşler almıştır. “O zaman niye öyle yaptık, şimdi ne değişti de böyle yapıyoruz” sorularını sıkça soruyoruz.
“Bu konunun mesele haline gelmesi gerekiyor muydu” veya “bu mesele nasıl oldu da bu boyutlara taşındı” dedirten de sayısız örnek bulunmaktadır.
Dışişleri Bakanlığı’nın ve profesyonel diplomasi kadrolarının dış politikadaki rolü ve katkıları önemli ölçüde sınırlandırılmıştır.
Dış politikada da tanıtma çok önemlidir. Ama tanıtma, başarısızlığı başarı gibi gösterecek şekilde veya bir başarıyı 10 gösterecek biçimde paketleyip kamuoyunuza pazarlamak değildir.
Türkiye gibi bir ülkenin uluslararası camia nezdindeki güvenilirlik ve iş yapılabilirlik konularındaki “kredi notunun”, kredibilitesinin yüksek olması ve bu düzeyin korunması olmazsa olmazdır.
İmkanlar bakımından bugün düne nazaran daha ileri bir yerdeyiz ve dünyanın daha fazla noktasında mevcudiyetimiz bulunmaktadır.
Ama başarılı diplomasi ve dış politika birçok vasfın toplamı ve bunun doğru yönetilebilmesidir.
Mevcut durumda, o noktada olmadığımızı düşünüyorum.
Kaynak: Karar