Seçim ‘temizler’ mi?

“Kıbrıslı Türklerin büyük bir çoğunluğu toplumsal iradenin çalındığının farkında ve Türkiye ile ilişkileri, neredeyse işkence altındaki bir birey gibi acı çekerek izliyor”. Bugün Kıbrıs siyaset bilimcilere sordu...

Kıbrıslı Türklerin tercih özgürlüklerinin elinden alınması ve aleni şekilde yaşanan irade gaspı, demokratik seçimlere olan güveni derinden sarstı. Yaklaşan erken genel seçimlerde sandığa gitmeme kararını açıklayan azımsanmayacak bir kitle var. Türkiye’nin tarih boyu seçimlere müdahale ettiği ve artık buna karşı güçlü bir boykot bloğu yükselmesi gerektiği görüşü hakim. Bugün Kıbrıs, siyaset bilimcilere ülkenin bu koşullarında seçim gerçekleştirmenin bir anlamı olup olmadığını sordu.

PROF. DR. YÜCEL VURAL: MEŞRU OLMAYAN LİDERLİKLER…
“KıbrıslıTürk toplumu uzun zamandan beri özgür bir seçim yapamıyor. Cumhurbaşkanlığı için yapılan son seçim ise ‘müdahale’nin doruk noktasına ulaştığı bir seçim oldu. Kıbrıslılar arasında, bahsettiğiniz türden, yani ‘irade kaybı’ndan kaynaklanan yaygın bir kaygı vardır. Kendinden fiziki anlamda daha güçlü olanla baş edememe durumundan kaynaklanan bir çaresizlik psikolojisi, kapana kıstırılma duygusu ve tercih ve beklentilerinin ayaklar altına alınmasından kaynaklı bir toplumsal gerilim hali yaygındır. KıbrıslıTürkler’in büyük bir çoğunluğu toplumsal iradenin çalındığının farkındadır ve Türkiye ile KıbrıslıTürk toplumu arasındaki ilişkileri, neredeyse işkence altındaki bir birey gibi acı çekerek izlemektedir.

Dışarıdakilerin yanlış/eksik verilere dayalı kanılarının aksine, benim gözlemim bu egemen duyguların sadece solcu, entelektüel ve barış aktivisti kişilerin duyguları olmadığı, tam tersine soldan sağa tüm siyasal renkler içinde yer bulan, çeşitli toplumsal kesimlerin ortak bir duygusu ve inanışı olduğu şeklindedir.

Türkiye ile Kıbrıslı Türkler arasındaki ilişki aslında ‘güçlü olanla’ ‘zayıf olan’ arasındaki ilişkidir. Bu açıdan bakıldığında denge KıbrıslıTürklerin aleyhine şekillenmektedir. Ama bu ilişkinin bir de ‘haklı olan’ ve ‘haksızlık yapan’ boyutu vardır. Bu boyut dikkate alındığında KıbrıslıTürkler büyük bir potansiyel oluşturuyor. Türkiye Cumhuriyeti hükümeti, Kıbrıs’taki eylemleriyle hem KıbrıslıTürklerin demokratik gelişimine engel oluyor hem de onları tarihleri boyunca hiç arzu etmediği bir karanlığın içine sürüklemek istiyor. KıbrıslıTürkler, 1930’lu yılların bir aydınının dediği gibi ‘olaylara cami penceresinden bakmıyor.’ Zayıf taraf olarak KıbrıslıTürkler, haklı olduklarını ve güçlünün eylem ve hareketlerinden zarar gördüklerini fark ettiği için ayakta kalabiliyor.

Kıbrıs gibi Avrupa coğrafyasının parçası olan bir yerde, seçimler her koşulda önemlidir. En ağır müdahaleler olsa bile, müdahale sonucu oluşan liderlikler meşru olamıyor. Yani seçimler bize ne kadar demokrasiye ve özgürlüğe sahip olduğumuzu gösterdiği için her koşulda önemlidir.

Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri, zayıf ama haklı olan KıbrıslıTürk toplumunu yok saymayı tercih ederek bir nevi çatışmayı körüklerken, aslında, AB’nin bir parçasıyla kavgaya girmekte ve kendisi ile dünya arasındaki bir çatışmanın fitilini ateşlemiş olmaktadır. Bunun ne kadar tehlikeli bir eğilim olduğunu başka örneklere bakarak anlayabiliriz.

Tüm yaşanan ve yaşanması muhtemel olumsuzluklardan KıbrıslıTürkler zarar görebilir.

Ama küçük ve kendi olanakları dikkate alındığında ‘savunmasız’ bir toplumun iradesini gasp edip ona zarar verenlerin kazanabileceği de söylenemez.”

PROF. DR. BÜLENT EVRE: PÜSKÜRTMENİN YOLU SANDIK
“Öncelikle seçimlere dış müdahale veya karışmacılık, hem ulusal hem de uluslararası boyutlarda bir sorun olup, sadece ülkemizde değil, en demokratik ülkelere dahi görülebilen etik dışı bir olgu. Siyaseti salt güç ilişkileri üzerinden kavrayanlar, etik değerleri kolaylıkla bir tarafa bırakabiliyor. Ancak siyasetin, etikle birlikte anlam kazandığına inananlar, -ki demokratik rejim aslında böyle bir birlikteliğin vücut bulmuş formudur- müdahale gibi tercih özgürlüğüyle bağdaşmayan pratikleri sineye çekemezler.

KKTC-Türkiye ilişkileri bağlamında seçime yönelik karışmalar veya müdahaleler algısı, tarafların siyasal pozisyonlarına göre değişmektedir. Örneğin Annan Planı döneminde TC hükümetinin Kıbrıslı Türklerin plana “evet” demeleri yönünde aktif bir biçimde çalışma yapması, sol kesimlerce bir tür “ittifak” veya “işbirliği” olarak değerlendirilirken, sağ cenahta travmatik bir müdahale olarak algılanmıştı. Benzer bir biçimde, son Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, Türk hükümetinin Ersin Tatar’a açık destek vermesi, sol ve demokrat kesimlerde başka bir travma etkisi yaratırken, sağ cenahta “Anavatan yanımızda” hissiyle karışık bir tür “dayanışma” olarak meşru görülebilmiştir.

Kıbrıs Türk halkının iradesini erozyona uğratacak her türlü girişime karşı öncelikle politik-sivil aktörler arasında bir toplumsal sözleşmeye ihtiyaç vardır. Buna göre sizin siyasal hedeflerinize hizmet etmeme pahasına da olsa, kategorik olarak müdahale karşıtlığında pozisyon alabilmeniz gerekir. Ben nihai olarak bu konudaki sorumluluğun Kıbrıslı Türklerden kaynaklandığını düşünenlerdenim. Mevcut güçler dengesi içerisinde ve özne olmayı siyasi ufkuna yerleştirmiş olan siyasal aktörler, öncelikle kendi eylemlerinden sorumludur. Aksi halde sürekli olarak belirlenen nesne statüsüyle ancak şikayet edip dururuz. Örneğin her müdahale olgusunun gerisinde bu müdahaleyi davet eden Kıbrıslı Türk siyasilerin olduğu da artık bilinmektedir. Bu konuda ortak bir etik-politik duruşun sergilenmesi, her türlü yasal düzenlemeyi öncelediği gibi, pratikte de daha operasyoneldir.

Yaklaşan Genel Seçimlere yönelik olarak da özellikle sol ve demokrat kesimlerde bir umutsuzluk olduğunu ve seçimlerin sorgulandığını görüyoruz. 2000’li yıllardan bu yana dünyadaki yaygın trendle paralel bir biçimde, ülkemizdeki seçimlere katılım oranı dramatik bir biçimde düşmektedir. Bu düşüşün birçok nedeni olmakla birlikte, son müdahale ile birlikte siyasal katılımın daha da düşebileceğini öngörebiliriz. Çünkü iradenizin işe yaramadığı hissi, siyasetten çekilmeyi ve siyasal sistemden yabancılaşmayı beraberinde getirir. Ancak müdahaleleri geri püskürtmenin barışçıl yolu da yine sandığa gitmekten geçer. Seçimlerdeki kampanyanın hangi tema altında yürütüleceği önemli. Örneğin müdahale ve müdahale karşıtları ekseninde bir kampanya çeşitli farklılıkların eklemlenerek ortak bir mücadeleye dönüşmesine imkan verebilir. Ayrıca siyasal partilerin kendi partisel çıkarlarını azamileştirmeyi mi tercih edecekleri, yoksa işbirliği ve ortak mücadeleyle toplumsal çıkar ve iradeye mi yatırım yapacakları bu süreçte etkili olacaktır.”

DOÇ. DR. SERTAÇ SONAN: BOYKOT SAĞ PARTİLERE YARAR
“Gerek son Cumhurbaşkanlığı seçiminde yaşananlar gerekse Ulusal Birlik Partisi’nin genel başkan belirleme sürecinde yaşananlar, bize bir kez daha, hiç de normal olmayan bir ülkede yaşadığımızı hatırlattı. Özellikle 2002-4 dönemindeki kırılmanın ardından siyasi hayatımızda yaşanan nispi normalleşmeden sonra toplum olarak bunu biraz unutmuştuk. Hatırlamış olduk…

Bu şartlarda, açıktır ki yapılacak bir erken genel seçim bütün sorunlarımızı çözmeyecektir. Seçimlere sihirli değnek muamelesi yapmamak lazım; hele de bizimki gibi normal olmayan, yarım yüz yıldır, bir yapısal sorunlar yumağı içerisinde yaşamaya çalışan bir ülkede…

Her haliyle iflas etmiş olsa da, meclis çoğunluğunu bir şekilde elinde tutan mevcut azınlık hükümetinden seçmenin iradesinin daha iyi bir şekilde sandığa yansımasını sağlayacak yasal düzenlemeler yapmasını beklemek de saflık olacaktır. Dolayısıyla orada da pek bir ışık görünmüyor.

Ama tüm bunlara rağmen, erken seçim, parlamenter sistemlerde, tam da şu anda bizde olduğu gibi, siyasetin çarklarının sıkıştığı zamanlarda, bir supap vazifesi görebilir. Ben, bu şartlarda bile, yapılacak bir genel seçimin şu andakinden çok daha iyi bir meclis aritmetiği ve hükümet formülü ortaya çıkarabileceğine inanıyorum. Bunu bana, her ikisi de çok kısa sürmüş olsa da, son 10 yılda yaşadığımız iki geniş tabanlı koalisyon hükümeti deneyimi söyletiyor. 2013 yılında ülkeyi erken seçime götüren geçiş hükümeti de, 2018 yılında yapılan seçimden sonra oluşturulan 4’lü koalisyon da, mevcut şartlarda dahi iyi işler yapılabileceğini göstermiş, topluma az da olsa bir ümit verebilmişti. Tabii bunları söylerken, şunu da eklemem gerek: Ben 2020’de yaşandığı ölçüde bir müdahalenin önümüzdeki genel seçimde yaşanmayacağını düşünüyorum. Umarım yanılmam.

Bu noktada, muhalefet partilerine büyük görev ve sorumluluk düşmektedir. Umarım onlar da son birkaç yılda yaşananlardan bir ders çıkarmışlar ve stratejilerini buna uygun olarak yeniden belirlemişlerdir çünkü önlerinde çok ciddi bir sınav vardır. Toplumun karşısına çıkaracakları programlar ve adaylarla, seçmeni bir kez daha, önce sandığa gitmeye, sonra da kendilerine oy vermeye ikna etmeleri gerekmektedir. Eğer bunu başaramazlarsa, son üç seçimde hızlı bir şekilde düşüş gösteren seçime katılmama eğilimi daha da ivme kazanacaktır. Bu da, maalesef bizi, bir kez daha, şu anda iktidarda olan partilere mahkum edecektir çünkü boykotun genel olarak sağ partilere yaradığı görülmektedir.

Son olarak, seçmenin de oy verirken, bireysel, günlük çıkarlar değil toplumsal çıkarlar ve hükümette gösterilen performans temelinde oy vereceğini ümit ediyorum. İçinden geçtiğimiz salgın süreci bize kamusal sağlık ve kamusal eğitim altyapımızı ne kadar ihmal ettiğimizi bir kez daha gösterdi. Bir de, doğru ve hızlı kararlar alıp, uygulayabilmenin önemini… Umarım seçmenler de bizi yönetecekleri seçerken bunun bilinciyle hareket eder ve buna göre oy verir.”

DAUSEN

Girne Belediyesi

Gönyeli Alayköy Belediyesi