Fincancı Katırlar
Nasrettin Hoca bir gece mezarlığın yanından geçerken, “acaba şu öteki dünya nasıl bir yerdir, insan öldüğünde sorgu meleklerinin geldiği doğru mudur, gelirlerse acaba ne tür sorular sorarlar” diye bir meraka düşüp, boş bulduğu bir mezarın içine yatmış.
Hoca “melekleri” beklerken, bir gürültü duymuş. Başını mezardan çıkarıp, ne oluyor diye bakmış. Gürültünün nedeni meğerse, tam o sırada oradan geçmekte olan fincancı katırlarıymış. Katırlar bir anda hocayı karşılarında görüp de ürkünce, sırtlarındaki bütün yük yerlere saçılmış, fincanlar paramparça olmuş.
Katırların sahibinden sağlam bir dayak yedikten sonra, yüzü gözü yara içinde eve giden hocayı gören karısı; “Hoca bu ne hal?” diye sormuş.
Perişan haldeki hoca da; “Aman hanım sorma, öteki dünyadan geliyorum” demiş.
Bunun üzerine karısı, “Eee, nasılmış oralar?” diye soruverince, hoca da; “Fincancı katırlarını ürkütmediğin sürece, güzel,” yanıtını vermiş.
***
Dört yıla yakın bir aradan sonra Kıbrıs sorunuyla ilgili tarafları ilk kez bir araya getirecek olması nedeniyle yarın Cenevre’de başlayacak zirve, gerek adada gerekse uluslararası platformda büyük ilgi görüyor. Annan planı referandumunun yıldönümüne denk gelmesi de kuşkusuz zirveye dair heyecanı yükselten bir tesadüf. Ancak mevcut siyasi koşullar, zirvenin sonucuna dair yüksek umutlar barındırmıyor. Bir yanda BM parametreleri, diğer yanda Kıbrıs Türk tarafı ve Türkiye ikilisinin yeni hedefi. Bu iki uçurum arasından ortak zemin çıkarabilmek, pek de öyle kolay olacağa benzemiyor.
Burada uzun uzadıya kim ne diyor, kim ne istiyor teferruatına lüzum yok, bu hepimizin malumu. Kısa vadede artık sonuca bir katkı sağlama olasılığı bulunmasa da, uzun vadede fayda getirebilir düşüncesiyle, bence biraz da tartışılması gereken konu, geldiğimiz bu noktanın, aslında kaçınılmaz olan mı, yoksa göz göre göre “çağırdığımız” bir senaryo mu olduğu.
Bir Nasrettin Hoca hikayesinin içerisinde olsaydık, yukarıda yaptığımız gibi hocanın başına gelenlere gülüp geçebilirdik belki, ancak bizim kendi fincancı katırlar hikayemiz, ne yazık ki hocanınki kadar gülünesi değil.
Dokuz siyasi parti/oluşum, federal çözüm için güçlerini birleştirdiklerini, tek bir ağızdan, Kıbrıs sorununda üzerinde anlaşmaya varılmış olan zemine ve Birleşmiş Milletlerin ilgili tüm kararları ve parametrelerine bağlılıklarını açıkladılar hafta sonu. Ne güzel bir gelişme. Yıllardır hep istediğimiz, duymayı arzuladığımız bir ses bu. Ancak keşke çok daha önce yapılsaydı. Tatar-Çavuşoğlu ikilisi Cenevre’de bizim geleceğimizi belirlerken, adadan yükselen bu akil sese elbette çok ihtiyacımız var, ancak esas hayati ihtiyacımız, geleceğimizi belirleme yetkisini bu ikilinin eline bırakmamaktı. Olmadı.
O toplu ses, bundan tam altı yıl önce, Mustafa Akıncı’nın Cumhurbaşkanı seçilmesinin hemen sonrasına, Erdoğan, “KKTC Cumhurbaşkanı müzakereleri kendi kafasına göre götüremez” dediğinde yükselebilmeliydi.
Bugün o ortak açıklamanın altına imza atan siyasi partilerin TÜMÜ, Mustafa Akıncı, “KKTC Cumhurbaşkanı bostan korkuluğu değildir” dediğinde ses verebilmeliydi.
Ama gelin görün ki, kimileri, fincancı katırları ürkütmekten çok korktular. Onları ürkütmezlerse, her şeyin bizim için (aslında kendileri için) daha güzel olacağını sandılar ve sustular. Susmakla da kalmayıp, “niye susuyorsunuz?” diyenlere de çok ama çok kızdılar, onlar da sussun diye var güçleriyle çabaladılar.
“Ortak bir tehlikeye karşı tek vücut ses yükseltirken, sırası mı şimdi bu eleştirinin?” denecek, o birileri yine kızacak, şimdiden duyabiliyorum.
Ama evet, tam da sırası.
Kör parmağım kör gözüne olsa da, bu son altı yılda geleceğimizi bir türlü öngöremedik ama, en azından geçmişimizle yüzleşeceğiz ki, bu badireyi de 82’nci vilayet olmadan atlatabilirsek, ilerideki olası Cenevrelere yine böyle uzaktan bakıp da, geç kalınmış bir “irade Kıbrıslı Türklerindir” çığlığı atmak zorunda kalmayalım.