Halil Duranay ile pandemide sanat üzerine…
"Pandemi zaten gösterdi ki aslında hepimiz için çökmekte olan bir dünya var, uygarlık çöküyor ve bizim uygarlık, medeniyet dediğimiz şeylerin çok da işe yaramadığını gördük. Demek ki biraz daha fazla dışarısı ile, ötekilerle konuşmayı öğrenmek gerekiyor."
Dünyamız, sihirli bir değnek dokunmuş gibi hiç beklemediğimiz bir anda hayal bile edemeyeceğimiz bambaşka bir düzene uyandı. Alışkanlıklarımız, rutinimiz altüst oldu, varlığımızı sorgulamaya başladık. Hayatımızdaki birçok şey belki de bir daha eski haline dönmemek üzere değişti. Yüzyıllardır var olabilmek adına değişen şartlara uyum sağlamış olan insanoğlu, bu değişim ile birlikte kendini yeni düzene uydurma çabalarına girişti. Hayatımızda birçok alanda değişim ve dönüşümler yaşanırken, sanatın aynı kalması beklenemezdi.
Sanat alanında dünyada birçok gelişmeyi yakından izlerken, bu yeni düzene uyum sağlamak için adamızda neler yapılıyor merak ettik. Sanat alanındaki girişimleri ile adından sıkça söz ettiren Rüstem’s, 360 Sanal Sergi ile Project Cornaro’yu sanatseverlerin beğenisine açtı. Rüstem’s Kültür Sanat Danışmanı Halil Duranay ile bir yandan Project Cornaro’yu konuşurken, diğer yandan da adamızda ve dünyada yeni düzenin sanata etkilerini değerlendirdik.
Bize kısaca kendinizden bahseder misiniz?
Ben Halil Duranay. 2012’de İstanbul merkezli bir yayınevi olan Kült’ü kurdum. Hala aynı yayınevinin Genel Yayın Yönetmenliğini yürütüyorum. Yarı zamanlı akademisyenim. 2013’ten beri çeşitli üniversitelerde Sosyoloji ve Kültür Teorisi alanlarında dersler vermeye devam ediyorum. 2018’de Rüstem’in renovasyon sürecine dahil oldum ve şu anda Rüstem’in Kültür Sanat danışmanlığını yürütüyorum.
Rüstem Kitabevi ve galerisinden bahseder misiniz? Galeri fikri nasıl gelişti? Galeride ne tip sergilere yer veriyorsunuz? Sanatçılar seçilirken nelere dikkat ediyorsunuz ve sanatçılarla çalışma şartlarınız nelerdir?
Rüstem 1937’den beri faal olan bir kitabevi. 50’lerde yayıncılığa başlamış. Şu an Rüstem’in varisi olan Ali Bey (Ali Rüstem) 2010’larda kitabevini bir kültür alanına çevirme girişimlerine başladı. 2018 itibariyle daha ciddi bir renovasyon sürecine girdi Rüstem. Bu renovasyona dahil olan şeylerden bir tanesi sanat galerisi, bir diğeri müze projesi ki halihazırda üstünde çalışılıyor ve ayrıca geçen sene itibariyle ana alana eklemlenmiş olan 400 metrekarelik yarı açık etkinlik ve performans alanı olarak faaliyet gösteren bir yer var. Dolayısı ile Rüstem Kitabevi ismini kitabevi bölümü için kullanıyoruz. Genel olarak Rüstem’s ismini kullanmaya başladık. Dolayısı ile burası artık sadece kitapevi fonksiyonu olan bir yer değil, kitabevi yanında bir kültür sanat merkezi olarak faaliyet gösteriyor. Kollektif bir anlayışımız var dolayısı ile net görev tanımları yapılmış birkaç kişinin yürüttüğü bir oluşum değil. Belli dönemlerde sanat tarihçileri, arkeologlar, mimarlar, koleksiyonerler çalışmalarımıza dahil oluyor. Bunların içinde en hızlı faaliyete geçirebildiğimiz sanat galerisi oldu. Aslında bu alan dünyadaki sanat galerisi normlarına uygun bir yer değil ama kendi karakteri olan ilginç bir butik galeriye dönüştü.
Aslında biraz canımız ne istiyorsa onu yapıyoruz burada. Bu galerinin büyük bir ticari katkısı yok dolayısıyla biz de şu anda, Ali Rüstem’in de deyimiyle, eğleneceğimiz, sevdiğimiz, uyumlu, zaman geçirmekten zevk aldığımız insanlarla bir şeyler tasarlayıp kendi partimizi yapıyoruz.
Sergileri seçerken aramızda istişare ediyoruz. Sanatçı arkadaşlarımızın organize ettiğimiz, küratörlüğünü yürüttüğümüz sergileri oluyor. Aslında biraz canımız ne istiyorsa onu yapıyoruz burada. Bu galerinin büyük bir ticari katkısı yok dolayısıyla biz de şu anda, Ali Rüstem’in de deyimiyle, eğleneceğimiz, sevdiğimiz, uyumlu, zaman geçirmekten zevk aldığımız insanlarla bir şeyler tasarlayıp kendi partimizi yapıyoruz. Bunları yaparken de çok nitelikli sergiler oluyor. Bunlardan bir tanesi Picasso, Dali ve benzeri sanatçılara ait koleksiyonlardan bir şeyler toplayıp düzenlediğimiz ‘Hidden Treasures’di. İsmet Vehit Güney müzayedesinin etkisi oldukça büyük oldu. Onun öncesinde Esra Plümer Bardak ile beraber yaptığımız Cevdet Çağdaş sergisi vardı. Zamanında Kıbrıs’ta müthiş işler yapmış Fluxus ve HP Galeri gibi galeriler vardı. 90’lara baktığımızda hem yapılan işler anlamında hem de o dönemki sanatçıların ve sanatseverlerin dayanışması anlamında büyüleniyoruz. Klasiklere dönüp kültürel mirası devam ettirmek aslında biraz kendi kendimize eğlenmek ve biraz da hafıza tazelemek adına yapılıyor. Özellikle yeni nesil bu sanatçıları bilmiyor. Kısacası bizim isteğimizle şu an galeri biçimleniyor. Sanatçılarla özel bir protokol yapmıyoruz ama sanatçıyı ve galeriyi güvence altına almak adına yapılan birtakım yasal anlaşmalarımız oluyor.
Galerinizin yeni/genç sanatçılara yönelik, yeni/genç sanatçıları destekleme konusunda bir politikası var mı?
Bu gibi etkinliklere devam edebilirsek ve bunun sonunda da bir fon toparlayabilirsek, birinci olan kişiye para ve benzeri ödüller vermek yerine, örneğin Berlin’de 3 aylık sanat eğitimi ya da becerebilirsek sanat eğitiminin bursunu karşılayabilme gibi imkanlar sunmak istiyoruz.
Genç sanatçılara kapımız sürekli açık. Bize sergi talebi ile gelen insanları geri çevirmiyoruz. Her gelen talebi sergiye dönüştürüyoruz diye bir şey değil bu tabi. Bir rafinelik süzgecimiz var. Yapılan işin sadece birtakım dışavurumları oraya koymasından ziyade bir derdinin olması bizim için önemli. Özellikle gençler daha fazla çağdaş sanatla haşır neşir. Genç sanatçıları teşvik etmek için geçen yıl İş Bankası ile ortak bir proje geliştirdik ve gençler arası resim yarışması düzenledik. Bu yarışmada tek kıstasımız sadece güzel sanatlarda okuyan, kendi profesyonel kariyerlerini sanat alanında devam ettirmek isteyen genç öğrencilere açık olması idi. Bu gibi etkinliklere devam edebilirsek ve bunun sonunda da bir fon toparlayabilirsek, birinci olan kişiye para ve benzeri ödüller vermek yerine, örneğin Berlin’de 3 aylık sanat eğitimi ya da becerebilirsek sanat eğitiminin bursunu karşılayabilme gibi imkanlar sunmak istiyoruz.
Şu anda devam eden Project Cornaro 360 Sanal Sergi ile ilgili olarak bilgi verebilir misiniz? Fikir nereden çıktı? Nasıl gelişti?
Cornaro Kıbrıs için de önemli ama genel hatlarıyla yani o Erken Rönesans sürecini düşündüğünüz zaman dünya için de önemli bir tarafı var. Biraz sansasyonel de bir kadın.
Cornaro dönemi için bakıldığında bir kere çok magazin bir kadın. Fantastik denecek bir hayat hikayesi var. Aslında Cornaro’ya olan ilgim Ahmet Hilmi ile yaptığımız sohbetlerden sonra yeniden alevlendi. Bir tarihçi olarak inanılmaz verilere ulaştı. Cornaro Kıbrıs için de önemli ama genel hatlarıyla yani o Erken Rönesans sürecini düşündüğünüz zaman dünya için de önemli bir tarafı var. Biraz sansasyonel de bir kadın. Dolayısı ile Cornaro benim takıntılı olduğum tarihi figürlerden biriydi. Sonra Cornaro üstüne bir sergi nasıl yapılabilir diye düşünmeye başladık. Tabii orijinal bir Cornaro’yu buraya getiremezsiniz. Ben bunu çok isterdim, mesela Bellini’nin Cornarosu’nu buraya getirmek gibi. Zaten kafamda da projelendirildi ve belki de pandemi izin verseydi bu da mümkün olabilirdi. Tabii bu hem teknik sebeplerden hem de birtakım diplomatik sebeplerden çok mümkün değil. Proje Cornaro üç ayaklı bir sergi olarak başladı. Sergi planı kafamda ilk geliştiği zaman tanıdığım, ürettiğini bildiğim insanların kapısını çaldım. Kapısını çaldığım beş kadın, Mehveş Beyidoğlu, Şebnem Elings Aydeniz, Hatice Tezcan, Gözde Kasapoğlu ve Diler Ertuğ da beni geri çevirmedi sağ olsunlar ve çok süratli bir şekilde serginin birinci ayağını oluşturduk. Entelektüel uğraşları olan beş tane kadının Cornaro’yu nasıl gördükleri ve 500 sene son bildiğimiz o Bellini’nin gaddar portresi üstünden hareket ederek nasıl yorumlayacakları üstüne odaklandık. Beş farklı bakış açısından ve beş farklı disiplinden gelen beş kadının çalışması ile biraz da “interdisciplinary” bir sergi ortaya çıktı. Kolektif, küçük ama keyifli bir sergi ortaya çıktı. Beş parça küçük eserden oluşan ama hacmi olan ve anlattığı bir hikayesi ve derdi olan küçük bir sergi oldu. Bunun adı “Project Cornora – 1” dolayısı ile bunun devamı gelecek. Lockdown dolayısı ile fiziki sergiyi yapamadık bu yüzden her şey normale dönünce ikinci etapla beraber birinci etapta kullanılan eserleri de harmanlayıp bu sergiyi en azından kuzeydeki bütün şehirlere taşımak istiyoruz.
Kıbrıs’ta genel anlamda sanatı nasıl değerlendirirsiniz? Dünya’da sanatın gelişimi ile bir kıyaslama yapabilir misiniz?
Bence lokalleşme derdi bazı coğrafyalarda hatalı anlaşılıyor. Yerel sorunlara çok bağlanmak bir yerden sonra üretimi kısırlaştıran bir şey. Özellikle bir entelektüelin, sadece sanatçı olarak demiyorum, daha fazla dünya ile konuşması lazım. Evet evdeki sorunlar evdeki dertler önemli ama evdeki dertler bir süre sonra bütün afakınızı ele geçiriyor, sizi abluka altına alıyor. Siz artık bir yerden sonra bir kavanozun içinde kalıyorsunuz. Ama şunu gözlemliyorum özellikle yeni jenerasyon dünya ile konuşuyor. Eski kuşakta çok değerli, evrensel nitelikte isimlerimiz var ama yeni nesil biraz daha fazla kendini dünyaya açmış durumda. Biraz da pandemi zaten gösterdi ki aslında hepimiz için çökmekte olan bir dünya var, uygarlık çöküyor ve bizim uygarlık medeniyet dediğimiz şeylerin çok de işe yaramadığını gördük. Demek ki biraz daha fazla dışarısı ile, ötekilerle konuşmayı öğrenmek gerekiyor.
Dünyada yaşanan siyasi ve toplumsal olayların veya teknolojinin sanatı nasıl etkileyip dönüştürdüğünü sanat tarihinden biliyoruz. Şu anda dünyamız hiç alışık olmadığımız dönemlerden geçiyor. Son bir yıldır online yaşam hiç alışık olmadığımız şekilde hayatımıza girmiş durumda. Sizce bu değişim genel anlamda sanatta nasıl dönüşümlere yol açacak? Sanata etkisi neler olabilir? Siz galeri olarak bu değişime uyum sağlamak için ne gibi yenilikler hayata geçirdiniz?
Bence radikal değişiklikler yaşayacak sanat. Sanat için olumlu değişiklikler olacak ama sanat pazarı denen şey için bence bir revizyon sürecine giriyoruz. Dünyada baktığınız zaman sanatçıyı, üretimi, eseri kapsayan bir sanat var. Eserin üretim süreci ve onun toplum ile kurduğu ilişki ya da dünya ile kurduğu ilişkiyi okuduğumuz biz sanat prosesi bu. Bir de öbür tarafta sanat marketi, sanat pazarı dediğimiz bir alan var. Galerilerin, bienallerin, sanat müzelerinin olduğu bir organizasyon bu. Bu organizasyon tipik bir kültür endüstrisi makinası, öyle ki zamanı geliyor bir temayı parlatıyor, zamanı geliyor bir sanatçıyı parlatıyor. Adı sanı olmayan isimlerin küratörler tarafından parlatılıp, bütün serginin satıldığı deklare ediliyor. Fakat aslında serginin kendileri tarafından satın alınıp rezervlendiği ve belli aralıklardan sonra piyasaya sürülüp ederinin çok üstüne satıldığı sahtekarlıklara çok tanık oluyoruz mesela. Bunun ticari finansal bir boyutu var ve büyük bir pazar bu. Bugün Sothys’in, Christies’in sanat müzayedelerine baktığınızda pandeminin içinde bile milyonlarca doların döndüğü bir sektörden bahsediyoruz. Koleksiyonerler ve sanatı yatırım olarak gören kişiler, yani sanat yatırımcıları pandemiyi bir avantaja da çevirdi. Savaş zamanında da bu böyle olur, dünyadaki bu tip büyük krizlerde de böyle olur. Dolayısı ile bu market durmadı ama bu market tuhaflaştı. Bunların bienallerle, festivallerle, galerilerle yürütülen fiziki bir pazar ağları var. Şu anda fiziki koşullardan dolayı bu vitrinleri değiştirmek zorunda kaldılar. Diğer taraftan dünyada çok büyük, bu işin lokomotifi olan MOMA ve Metropolitan gibi müzelere baktığınız zaman daha pandeminin ilk aşamasında çok süratli bir şekilde hemen kapandıklarını görüyorsunuz çünkü bunların ellerinde çok güçlü sermayeleri var. Fakat bu pazar bence fiziki zeminini kaybedecek. Bienaller, ya da büyük galeriler, sanat fuarları bence evrimini tamamlayacak. Artık bunlar sanallaşıyor. Nitekim biz de o sürecin içine girdik. 360° sistemleri geliştirdik, sergiler kurduk, dijitalleştirdik ve insanlar görmesini sağladık.
Sanat piyasası dediğimiz şeyin yani işin endüstri tarafının bir bocalama yaşayacağını düşünüyorum. Ama öbür taraftan bence sanatçılar için bambaşka pozitif bir süreç olacak.
Kısacası bu durum sanat pazarı için finansal açıdan bir balans bozukluğu yaratacak kesinlikle. Ben fiziki marketin artık kaybettiğini, negatif anlamda değil ama bunun bildiğimiz haliyle artık olmayacağını, farklı bir aşamaya geçildiğini görüyorum. Sanat piyasası dediğimiz şeyin yani işin endüstri tarafının bir bocalama yaşayacağını düşünüyorum. Ama öbür taraftan bence sanatçılar için bambaşka pozitif bir süreç olacak. Çünkü kimliklerimizden daha fazla uzaklaşıp varlıklarımıza daha fazla geri döndüğümüzü düşünüyorum. Dolayısı ile varlıksal tarafları daha güçlendirilmiş sanat eserleri ile karşılaşıyoruz çünkü insanlar daha fazla kendileri ile konuşmaya başladılar. Tabii herhalde bir de ölüm korkusu mu diyelim yani Mallarme’nin dediği gibi %50 zar atımı bir şey var şu an. Sanatçı dediğimiz kısmın İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra geçirdiği o avangart prosesleri bir daha geçireceğine inanıyorum. Aslında yapılan işlerden ve gelen sergilerden de gözlemliyoruz onu. Yani o Avangard dönemi ve keskin bir kırılmayı yaşayacağız diye düşünüyorum sanatta.
Online sergiler konusunda ne düşünüyorsunuz? Sizce online sergiler fiziki sergilerin yerini tutacak mı?
Bir sanat eserine baktığınız zaman onunla fiziki uzamı, zamanı ve mekanı paylaşmak, onunla bir ilişki kurmak bambaşka bir şeydir. Bu durum dijitalde yaşayabileceğiniz bir şey değil. O bambaşka bir şey ama eserin değerini öldürür mü? Ben öldürmez diye düşünüyorum, tam tersi eseri yayacak ve daha da yaygınlaşacak.
İlk söylentiler başladığında ve acaba tam kapanma gelebilir mi gibi sorular gündeme geldiğinde alanın büyükleri, devleri bunun altyapı çalışmalarını yapmaya başladılar. Zaten pandemiden çok önce de, son 5-6 yıldır bir çok müze envanterlerini dijitalleştirmeye, sanal sergilerini de seksiyon seksiyon açmaya başlamışlardı. Bunun avantajı yanında handikabı da var. Avantajlarından biri Kıbrıs’ta yaptığımız sergiyi artık Kıbrıs’a kapatmamamız. Serginin videosunu, fotoğrafını çekersiniz, kataloğu paylaşırsınız ama kurulduğu haliyle topografik bir tur atmakla aynı şey değil. Dolayısı ile tüm sergilerin kurulu olduğu şekli ile uluslararası alana çıkma payı yükseldi. Yine gidemediğimiz ziyaret edemediğimiz müzeleri ziyaret etme şansımız doğuyor. Öbür taraftan bir başka avantajı da aslında bence envanterleme açısından kusursuz bir teknik. Mevcut sergiyi fotoğraflayıp video kayıtlarını alabilirsiniz, kalem kalem yazabilirsiniz ama şöyle düşünün ki siz artık sanal olarak girip bundan 50 sene sonra bile bizim 2021’de burada açtığımız sergiyi kurduğumuz haliyle ziyaret etme şansınız var. Hem arşivleme açısından hem de dünyanın herhangi bir yerinde açılmış bir müzeyi ya da bir sergiyi izleyebilme açısından müthiş bir özgürlük sağlayacak. Diğer taraftan, handikabına gelecek olursak, orijinal sanat eserinin, Benjamin’in de dediği gibi, bir aurası vardır. Bir sanat eserine baktığınız zaman onunla fiziki uzamı, zamanı ve mekanı paylaşmak, onunla bir ilişki kurmak bambaşka bir şeydir. Bu durum dijitalde yaşayabileceğiniz bir şey değil. O bambaşka bir şey ama eserin değerini öldürür mü? Ben öldürmez diye düşünüyorum, tam tersi eseri yayacak ve daha da yaygınlaşacak.
Son olarak yine galerinize dönelim. Yeni projeleriniz nelerdir?
Önümüzde yeni projeler var. Durmuyoruz zaten. Sürekli temas halindeyiz, sürekli birilerini dürtüklüyoruz. Çok nitelikli dokümantasyon sergileri var kafamızda. Bunlardan bir tanesi Birinci Dünya Savaşı ile ilgili olacak ve savaşın bitişinin yıldönümüne denk gelecek. Şu anda aşamalarını netleştirmediğimizden dolayı çok detay veremiyorum. Tabi buna savaşın Kıbrıs ile bağlantısını ve Kıbrıs’taki katırcı birliklerini de dahil edeceğiz. Onun dışında sayfa ve yazı kavramlarının seyri ile ilgili bir sergi planı var. Yazının kağıt üstündeki izi, 500 senelik hikayesi parşömenler, 1500lerde basılan kitaplar, yazmalar üstünden yürütülecek ve 20. yüzyıla kadar gelecek bir serüven. Bir de detayları şu an gizli olan ve uzun süredir üstünde çalışılan bir sergi projesi var ki bu serginin çok fazla bileşeni, çok fazla katılımcısı var. Bu sergi, Kıbrıs’taki modern sanatı başlatan en önemli isimlerden bir tanesi olan Olga Rauf sergisi olacak. Daha önce yaptığımız İsmet Vehit Güney ve Cevdet Çağdaş saygı (tribute) sergilerimizin devamı niteliğinde bir sergi olacak bu. Bunlarla beraber 2022 Nisan’ına kadar planladığımız teorik tarafı tamamlanmış, birtakım anlaşmaları da yapılmış 15 sergi projesi var. Örneğin, Ayhatun Ateşin koleksiyonundan seçilmiş özel bir grup eserin bir aya yayılacağı ve sonra bir müzayede ile birleşeceği özel bir sergi ayı planlıyoruz. Yine Mete Hatay’ın prensipte anlaştığımız ve detaylar üzerinde çalıştığımız çok enteresan bir projesi var. Projelerimizin detayları netleştikçe onları da paylaşacağız.
Cornaro Sergisini sanal olarak ziyaret etmek için tıklayınız.