Bugün Kıbrıs

Solyalı: “Siz kimsiniz de ilahiyat müfredatına göre yasa değiştirme taahhüdü verirsiniz?”

Bugün Kıbrıs

CTP Milletvekili Ürün Solyalı, Meclis Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada, Mağusa’da yeni bir ilahiyat koleji yapılmasını öngören protokolün görüşülmesini, Kıbrıslı Türklerin gerçek gündeminin önüne konan ideolojik bir perde olarak nitelendirdi. Solyalı, sözlerine, ülkenin esas sorunlarının yine geri plana itildiğini vurgulayarak başladı ve şunları söyledi:

“Bugün yine benden önceki konuşmacıların da altını çizdiği gibi esas dertlerimizi, esas konuşulması gereken politikaları, yani dar gelilinin gündemini, eve nasıl ekmek götürüleceğinin projelerini, sağlıklı, kurumsal, uygun nitelikli kamusal sağlık alanının, eğitim alanının, ulaştırmanın nasıl bu halka hizmet olarak sunulacağını değil de aslında çıkarmış olduğumuz bir dersi hemen unuttuğumuzu görüyoruz.”

Solyalı, son bir yıl içinde ve öncesinde laiklik tartışmasının belli dönemlerde özellikle gündeme getirildiğini hatırlattı ve bu tartışmaların tesadüfi olmadığını söyledi: “Nazım Bey burada, hep kendine söylerim, laiklik tartışması hep sizin eğitim bakanlığınız döneminde bir tartışma olarak gündeme gelir; bu yazdaki kurslardan, dediği gibi Doğuş Hanım’ın ilgili cemaatlerin yapılanmasına, hatta ve hatta Türkiye ile imzalanmış olan geçmişteki protokollerde dinin devletin merkezinde yerleştirileceğine kadar altına imza attığınız belli ayrımcı ve bunu bir anlamda maalesef topluma tartışma konusu olarak gündeme getirdiğiniz alanlar vardır.” Solyalı, bu yılki bütçe tartışmalarında da din hizmetleri ile eğitim ve sağlık hizmetlerine ayrılan payın yan yana konuşulacağını hatırlatarak, yaratılan öncelik sıralamasına itiraz etti.

“EĞİTİMİ ‘SEKTÖR’ DİYE TANIMLAYAN BU PROTOKOL UTANÇTIR”
Konuşmasının ilk bölümünde Solyalı, protokolün mantığına ve diline işaret etti ve bunu “kafanın nereden bozulduğunu gösteren” bir yaklaşım olarak nitelendirdi. Protokolün hem genel gerekçesinde hem de amacında eğitimi bir “sektör” olarak tanımladığına dikkat çeken Solyalı, “Bu protokol de Doğuş Hanım siz söylemediniz ama protokolün kendi, yani uluslararası bir protokol olarak kendi hem temel genel gerekçesinde hem de amacında eğitimi bir sektör olarak tanımlar” dedi.

Solyalı, bu anlayışın kamusal ortaokul ve lise eğitiminin özüne aykırı olduğunu savunarak, “Gidiyor bizim örneğin eğitim bakanımız ve burada ortaokul ve lise öğreniminin, eğitiminin bir sektör olacağı, olduğu konusunda hiç arkasına bakmaksızın bir imza atabiliyor ve temel amacında bu sektörde bir yatırıma sahip olmanın taahhüdünü alıp geliyor. Şimdi bu zaten, tırnak içinde söyleyeyim, kafanın nereden bozulduğuna işaret eden bir pozisyondur” ifadelerini kullandı. Bu yaklaşımın gerçekte kamusal eğitimin, özel okullara ve piyasaya doğru itildiği bir yapıyı beslediğini savunan Solyalı, “Eğer ortaokul, kamusal ortaokul ve lise eğitimini bir sektör olarak tanımlıyorsanız, bunun gerçeği bir şekilde bize özel okullara kaymaklı olan kamu eğitimi olarak geri döner ve burada hiçbir çalışmanın yapıldığını görmedik” dedi.

Solyalı, bu nedenle onay yasa tasarısının içine giren “kamu eğitiminin bir eğitim sektörü olduğu” ifadesini ağır biçimde eleştirdi ve “Bu onay yasasının yasası içerisine kamu eğitiminin bir eğitim sektörü olduğu ifadesi utançtır. Eğitim Bakanı’nın bunu imzalaması daha büyük utançtır. Bu, bu yasama organının bu protokole onay vermemesi için birinci gerekçedir” diyerek hem bakanlığı hem de tasarıyı hedef aldı.

“MECLİS’TE ONAYLANMAYAN 2023 İKTİSADİ VE MALİ İŞBİRLİĞİ ANLAŞMASI HUKUKİ ZEMİN OLAMAZ”
Solyalı, protokolün hukuki zeminini de tartışma konusu yaptı ve tasarının Meclis’ten geçmemesi için ikinci önemli gerekçesinin de bu olduğunu söyledi. Protokolün 2023 yılında Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Hükümeti arasında imzalanan İktisadi ve Mali İşbirliği Anlaşması’nı zemin kabul ettiğini hatırlatan Solyalı, “Bu protokol 2023 yılında Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Hükümeti arasındaki iktisadi ve mali işbirliği anlaşmasını zemin kabul eder. Şimdi biz bu anlaşmayı meclisin herhangi bir safhasında onay yasası olarak onaylamadık” dedi. Bu nedenle 2023 tarihli anlaşmanın, bugün önlerine gelen onay yasa tasarısına hukuki dayanak oluşturamayacağını savunan Solyalı, “Dolayısıyla 2023’te imzalanmış olan mali ve iktisadi işbirliği anlaşmasına zemin hukuksal olarak çok mümkün olmadığı iddiasındayım bu onay yasası ve bağlı protokolünün” ifadesini kullandı.

Bu görüşünü, geçmişte büyük tepki çeken Gençlik ve Spor Koordinasyon Ofisi süreciyle ilişkilendiren Solyalı, “Koordinasyon Ofisi diye bir ofis kurulma heyecanı vardı ve ofiste de aynı tartışmaları, yani egemenlik hakkından, bir şekilde bizim kültürümüzle, bizim burada yoğrulmamızla, insanlarımızın yönetme heyecanıyla değil, tamamen dışarıdan ithal ettiğiniz sistemlere karşı çıkma anlamında Anayasa Mahkemesi’ne başvuru yapılmıştır” sözlerini hatırlattı ve Anayasa Mahkemesi’nin o dönemde usul ve esas bakımından önemli uyarılar yaptığını anımsattı. Solyalı, Mahkemenin bir yandan usulüne uygun geçirilen protokollerin doğrudan Anayasa Mahkemesi’ne götürülemeyeceğini ifade ederken, diğer yandan usul sakatlıklarına da işaret ettiğini aktardı ve bu bağlamda hükümeti bir kez daha usul konusunda uyardığını söyledi.

“ÖĞRETMENLER, EĞİTİM UZMANLARI, VELİLER KOMİTEYE ÇAĞRILMADI”
Solyalı, protokolün Meclis Hukuk ve Siyasi İşler Komitesi’ndeki görüşme sürecini de eleştirdi ve bu kadar önemli bir konuda doğrudan etkilenecek paydaşların çağrılmadığını vurguladı. “Bu protokol hukuk komitesine geldiğinde bütün ısrarlarımıza rağmen örneğin öğretmenler davet edilmedi. Örneğin Eğitim Bakanlığı’nın çeşitli kademelerinden buraya katkı koyacak insanlar davet edilmedi. Veliler davet edilmedi. Bu işte pedagojik formasyonu olan, gerçekten düşünsel anlamda akademik çalışmalar yapan, eğitimin nasıl daha kaliteli ve halkın geneline yayılabileceğiyle ilgili çalışma yapan insanlar bütün ısrarlarımıza rağmen davet edilmedi” diyen Solyalı, karar süreçlerinin kapalı kapılar ardında yürütülmesinin kabul edilmez olduğunu vurguladı.

Hatta ilk komite toplantısına Eğitim Bakanlığı’nın dahi katılmadığını hatırlatan Solyalı, “İlk toplantıya Eğitim Bakanlığı gelmediği için toplantı ertelendi. Bu kadar peşine düştüğünüz bir protokol oldu” diyerek, bir yandan böylesine hassas bir konuda ısrar eden hükümetin diğer yandan komite sürecini ciddiye almadığını söyledi.

“PROTOKOLDE EĞİTİMİ İLAHİYAT MÜFREDATINA BAĞLAYAN TAAHHÜTLER VAR: SİZ KİMSİNİZ?”
Solyalı, protokolün en kritik noktalarından birinin de ilahiyat müfredatına ilişkin maddeler olduğunu söyledi ve Anayasa ile Milli Eğitim Yasası’na açıkça aykırı hükümler içeren bu maddeleri sert biçimde eleştirdi. Protokolün 3. maddesinin 3. ve 4. fıkralarına atıf yapan Solyalı, “Bu okul dedi, sağa sola bakmayacak ve ben size taahhüt ederim ki ilahiyat müfredatı eğitim ve öğretimi yapacaktır. Bu protokolün madde 3’ünün 3’ü, çok net okunur. Bunu şöyle yorumlamaya kimse yeltenmesin. ‘Öyle yazdık ama aslında uyguladığımız pozisyon tam da böyle değildir, biz sulandırırız belli şeyleri de ona göre yaparız’ diyecek kadar sakın ileri gitmeyin. Çünkü altında da yaptığınız imzalama, yani ‘biz bu okulda ilahiyat müfredatı eğitimi ve öğretimi yaptıracağız’” sözleriyle bakanın taahhüdünü hatırlattı.

Solyalı, protokolde bunun da ötesine geçen bir taahhüt bulunduğunu, ilahiyat müfredatının uygulanmasına engel teşkil eden yasaların değiştirilmesinin de imza altına alındığını vurguladı: “Daha ileri de giderek dediniz ki eğer bu müfredatın uygulanmasına engel olursa eğer herhangi bir yasa, yani Milli Eğitim Yasası engelse buna, ‘ben size taahhüt ederim ve derim ki’ dediniz siz imzanızla ‘ben onları da değiştireceğim’.” Bu noktada kürsüden hükümete dönerek “Siz kimsiniz? Sorun net. Siz kimsiniz daha bu ülkede ilahiyat müfredatının temel olacağı, buna aykırı durumda olan yasalar da varsa bunların değişikliğiyle ilgili bir taahhütü verebilecek bir protokole imza atarsınız?” diyerek hem hukuki hem de siyasal meşruiyet sorunu ortaya koydu.

Bu ifadelerin din ve vicdan özgürlüğü ile eğitim hakkı gibi çok temel hak alanlarını doğrudan ilgilendirdiğini belirten Solyalı, bunun “başka bir tartışma” boyutu olduğunu, ancak önce anayasal çerçevenin altının çizilmesi gerektiğini söyledi.

“ANAYASANIN LAİKLİK VE EĞİTİM HÜKÜMLERİNE BOMBA KOYAN BİR İMZA ATTINIZ”
Solyalı, protokoldeki taahhütlerin Kıbrıs’ın kuzeyinde yürürlükte olan anayasal düzenle bağdaşmadığını savundu. Anayasanın başlangıç kısmında Atatürk ilke ve devrimlerine, devletin şekli olarak laiklik ilkesine ve egemenlik haklarına açık şekilde vurgu yapıldığını hatırlatan Solyalı, Milli Eğitim Yasası’nın da aynı çizgide hükümler içerdiğini vurguladı. “Bu ülkedeki anayasada eğitim nasıl geçer biliyor musunuz? Sizin sunmak zorunda olduğunuz eğitim bu ülkede 59. maddede nasıl geçer biliyor musunuz? Devlet, eğitim ve öğretim ödevini yerine getirirken, Atatürk ilke ve devrimleri doğrultusunda ulusal kültür ve manevi değerlerle bezenmiş bir muhteva, çağın teknolojisinin gelişimine uygun bir şekilde müfredatını hazırlar ve gençlere sunar” diyerek, anayasanın çizdiği çerçeveyi okudu.

Bu çerçevenin tam tersine, bakanın ilahiyat müfredatını temel alacağına ve buna aykırı yasaları değiştireceğine dair taahhütte bulunduğunu hatırlatan Solyalı, “Siz, burada bize dersiniz ki ben ilahiyat eğitimi vereceğim, eğer bunu engelleyen yasalar varsa onları da değiştireceğim. Ey muhatap, kusura bakmayın tekrar sorarım: Siz kimsiniz de bu taahhüdü verirsiniz?” diyerek protokolün hem Anayasayı hem de Kıbrıslı Türklerin yıllardır korumaya çalıştığı toplumsal dengeyi hedef aldığını söyledi. Solyalı, “Bu, sadece anayasanın ilkelerine değil, bu toplumun hoşgörüsüne, bu toplumun fabrika ayarlarına, bu toplumda özellikle son dönemde birleşme, bütünleşme, kardeşlikle alakalı söylediğimiz ve bunun takdir edildiği birçok alana da bomba koyar bir imzadır. Bu, anayasadan ve toplumsal birliktelikten geri dönmesi gereken bir adımdır” diyerek, tasarının geri çekilmesi çağrısını güçlendirdi.

“EGEMENLİK HAKKINI, DENETİM YETKİSİNİ VE EKONOMİK FAYDAYI DA DEVREDEN BİR PROTOKOL”
Solyalı, protokolün yalnızca müfredat ve eğitim anlayışı bakımından değil, egemenlik ve ekonomik fayda bakımından da kabul edilemez nitelikte olduğunu söyledi. Beşinci maddeye dikkat çeken Solyalı, “Beşinci madde çok açık bir şekilde sizin bu ülkedeki yapım işlerindeki dahil kontrolünüzü, denetiminizi, bu ülkedeki diğer denetim kurumlarının elindeki yetkileri ve güçleri Türkiye Cumhuriyeti’nin Eğitim Bakanlığına devredecek durumda olan bir protokoldür. Egemenlikten de vazgeçtiyseniz gelin bu kürsüde söyleyin, bütün halk sizi duysun ve dinlesin. Dolayısıyla bu da olabilecek bir şey değildir” diyerek, protokolün uygulanmasının Kıbrıs’ın kuzeyindeki kamu otoritesinin içini boşaltacağını savundu.

Bunun yanında protokolün ekonomik boyutunu da eleştiren Solyalı, inşa edilecek okul için kullanılacak tüm malzemelerin vergi ve diğer yükümlülüklerden muaf tutulduğunu, böylece yerel ekonomiye hiçbir katkının kalmadığını belirtti. “Öyle bir protokol imzaladınız ki bu memleketten bir iğne alınamayacak duruma gelecek. Bir iğne… Bir okul yapacak muhatabınız ve bu memlekette bir iğneyi dahi, bir çiviyi dahi o okula çakmakla alakalı bir girişimde bulunmayacak. Çünkü getireceği her şey, malzemeleri, mefruşatı, inşaat malzemeleri, makinesi, her şeyi muaf tuttuğunuz, onlarla ilgili diğer yasaları değiştirmeyi bu protokolle taahhüt ettiniz ve bırakın diğer tartışmaları, ekonomiye de bu yapılırken zerre faydası olmayacak bir protokole imza attınız” sözleriyle bu durumu anlattı.

“DEPREME DAYANIKLI OKULLAR YARIM KALDI, MAĞUSA’DA ÇADIR VE KONTEYNER SINIFLAR DURURKEN İLAHİYATTA ISRAR EDERSİNİZ”
Solyalı, eğitimin yapısal sorunlarını somut rakamlarla ortaya koyarak, hükümetin önceliklerini sorguladı. Depreme dayanıklılık çalışmalarıyla ilgili verilen bilgilere atıf yaparak, “2023’ten itibaren 128 okulun 92’si güçlendirmeye tabi olarak kılındı diye bir bilgi aldım. Bunlarla alakalı sadece 68 tanesi örneğin Bakanlar Kurulu kararıyla blokaj aldı. Bunların 53’ü için sözleşme imzalayabildi ve sadece 32’si tamamlandı. Sadece 32’si. 3. yıla girerken tam okulların depreme dayanıklılık işlemleri” dedi ve bu tablonun vahametine dikkat çekti.

Mağusa’daki durumu daha da çarpıcı örneklerle anlatan Solyalı, “Mağusa’da, ki Mağusa’ya Mağusalılar benden daha iyi söyleyecek, önce çadır sınıflar, sonra konteyner sınıflar kurulmak münasebetiyle aslında geçici olan bir formülün aksine kalıcı bir yöntem haline gelir. Çünkü nüfus çalışmanız da yoktur, nüfus çalışmanız olmadığı için o okullar sürekli öğrenci almak zorunda kalır” sözleriyle hem plansız nüfus politikasını hem de kalıcı hale gelen geçici çözümleri eleştirdi. Mağusa’da yapı denetimine tabi tutulan ve deprem güçlendirmesine ihtiyaç duyulan 23 okuldan yalnızca 11’inin tamamlandığına dikkat çeken Solyalı, “Siz bize bugün dersiniz ki ‘biz aslında bunlarla ilgilenmeyeceğiz, gerekli altyapıları yapmayacağız ve bize bir protokolle sunulan belli başka nitelikli bir okul inşasını bugün yasamadan geçireceğiz.’ Hiç olmadı. Gerçekten olmadı” dedi.

Bu noktada doğrudan o okullardaki çocuklara ve ailelerine atıf yapan Solyalı, hükümete uyarıda bulundu:

“Önce burada saydığım okulların velilerinden, öğrencilerinden, öğretmenlerinden özür dileyin. Deyin ki ‘biz sizin okullarınızın güvenli okullar olmasını, sizin okullarınızın nitelikli eğitim yapması için altyapısını, tahtasını, sınıfını güçlendirmeyeceğiz; buraya başka amaçlarla başka nitelikli okullar yapacağız’ deyin, özür dileyin ve o insanlardan bir şekilde sizi affetmesini dileyin. Affedeceklerini düşünmem.”

“SENDİKALARI İTİBARSIZLAŞTIRMAK YERİNE KAMUSAL EĞİTİMİ GÜÇLENDİRMEK ZORUNDASINIZ”
Solyalı, hükümetin eğitim alanında sendikalarla ve paydaşlarla iş birliği yapmak yerine, öğretmeni itibarsızlaştıran ve cezalandırıcı bir dil kullandığını söyledi. “Siz yapmanız gerekeni yapmanız lazım. Yani bu ülkedeki kamu okullarına öncelikle güvenlik, sonrasında ve beraberinde nitelik; öğretmenlerle, aile birlikleriyle, öğrencilerle buralarda ciddi şekilde kaliteli kamusal eğitimi vermekle ilgili çalışmalar yapmak zorundasınız. Bunun için mücadele eden sendikaları da itibarsızlaştırmak hakkınızda olmamalı. Çünkü kimse ne bireysel hakkının peşindedir ne de kendi cebinin” diyerek, kamusal eğitimin güçlendirilmesi için diyalog ve ortak akıl çağrısı yaptı.

Solyalı, protokolün eğitim sisteminin bütünlüğünü bozduğunu, bütünlüklü bir planlama yerine parçalı ve dışa bağımlı bir yapıyı dayattığını savundu: “Bu protokol, bütün eğitim sistemini tartışmamızı getiren ve sizin eğitim sisteminde bütünlüklü bir planlamayı, güçlü nitelikli bir eğitim sistemini, uygun, ucuz ve hatta bedava kamusal eğitimi tasarlamanızı gözden kaçırdığınızı, hatta bunu istemediğinizi ortaya koyar” dedi.

“BU ONAY YASASINI GERİ ÇEKİN, TOPLUMA AÇIKÇA AÇIKLAYIN”
Konuşmasının sonunda Solyalı, hükümete açık bir çağrıda bulundu ve protokolün onay yasa tasarısının Meclis’ten geri çekilmesini istedi. “Bu anlamda size saydığım bütün gerekçelerle lütfen burada bu protokolün onay yasasını geri çektiğinizi toplumla paylaşın” diyen Solyalı, eğitim sisteminin geleceğini ilgilendiren bu kadar kritik bir adımın, ne hukuki zemini ne de toplumsal meşruiyeti bulunduğunu vurguladı.

Solyalı’nın konuşması, hem protokolün teknik ve hukuki boyutlarını masaya yatıran ayrıntılı eleştirileri hem de laiklik, egemenlik, kamusal eğitim ve sosyal adalet başlıklarını bir arada ele alması bakımından Meclis’teki ilahiyat koleji tartışmalarına damga vuran müdahalelerden biri oldu.

Exit mobile version