Bugün Kıbrıs/Emine Yüksel
Barolar Birliği İnsan Hakları Komitesi Başkanı avukat Aslı Murat, Kıbrıs’ta insan ticareti ve işçi getirme uygulamalarının ciddi bir sorun haline geldiğini belirtti. Ülkeye işçi getirmenin yalnızca Çalışma Dairesi tarafından yasalar çerçevesinde yapılabileceğini hatırlatan Murat, buna rağmen birçok kişinin bu yasağı ihlal ederek açıkça insan ticareti yaptığını vurguladı.
Murat, “İnsan ticareti suçu, hukuk sistemimize 2020’de girmiştir. Ancak yıllardır farklı sektörlerde varlığını sürdürüyor. Pasaportların zapt edilmesi, işçilerin borçlandırılması ve kötü koşullarda çalıştırılması artık sıradan bir hale geldi” dedi. Devletin bu duruma göz yummasının son derece tuhaf olduğunu dile getiren Murat, toplumun da bu sorunu umursamadığını ifade etti.
Murat, insan ticaretine karşı etkili bir mücadele için yasal eksikliklerin giderilmesi gerektiğini vurgulayarak, “Ancak devlet içinde bu suçları işleyen çeteler ve onlara fırsat tanıyanlar var” diye ekledi. Murat, insan ticaretinin önlenmesi için yurtdışından işçi getirilmesine yönelik katı kurallar içeren sistemin acil olarak hayata geçirilmesi gerektiğini vurguladı.
Avukat Aslı Murat ile sosyal ve yapısal sorunları konuştuk…
– Ülkede artan suç oranlarının önüne geçebilmek için neler yapılmalı?
Suçlar kamu düzenini, toplumun huzur ve güvenliğini bozan fiillerdir. Bu sebeple bireye karşı işlense bile aslında toplumun genelini ilgilendirir. Cezalandırmada, suç işleyen insanın ıslahının amaçlanması yanında topluma da bir ders verilir aslında. Ama bizde devlet sadece suç işlendikten sonraki aşamada devreye giriyor. Mahkemelerdeki ceza davalarında yaşanan yoğunluk ve cezaevinin yeni yapılmasına rağmen kapasitesini kısa sürede aşması da bunu kanıtlıyor. Suçun önlenmesi kısmında ihmale varacak bir boşluk var. Halbuki önemli olan suçun ortaya çıkmadan engellenmesidir. Bu noktada özellikle yoğunlukla işlenen suçların ortaya çıkış nedenleri üzerine saptama yapıp, gereken sosyal politikaları hayata geçirmek gerekir. Mesela Mahkeme’nin yayınladığı 2023 istatistiklerine göre uyuşturucu maddeler ile ilgili suçlar birinci sırada, resmi evrakta sahtecilik – sahte resmi belge düzenleme – başkasının kimliğine bürünme gibi suçlar ise ikinci sırada yere alıyor. Fiziksel ve cinsel şiddet gibi suçların da azımsanmayacak bir noktaya varıldığı görülüyor. Devletin geri kalanı bunları görüyor ama ne yapıyor? Hatta şu anki hükümetin, devlet idaresine atadığı pek çok kişi bile sahtecilik suçlarından yargılanmayı bekliyor.
Tabii ki suçtan arınmış bir toplum yoktur ama bu kadar küçücük bir ada yarısındaki suçluluk oranları, daha fazla zaman kaybetmeden mercek altına alınması gereken boyuttadır. Önemli olan suça iten sebepleri tespit edip, onları mümkün olduğunca ortadan kaldırmaktır. Özellikle Sosyal Hizmetler Dairesi’nin güçlendirilerek suçların yoğun olarak meydana geldiği fiziki ve sosyal ortamların tespit edilmesi ve her bölgenin kendi koşulları çerçevesinde özel çalışmalar yapılması gerekir. Son zamanlarda dikkatimi çeken bir diğer husus da, bazı bölgelerde farklı toplumsal grupların gettolaşmasından kaynaklanan sorunlardır. Ekonomik ve sosyal farklılıktan ziyade kültürel manada da değişken bir yapıya doğru evriliyoruz. Bunu muhafazakar bir yereden söylemiyorum ama eğer bu yapılar arasında bir entegrasyon sağlanmaz ve gettolaşan bölgelerde hizmet veren devlet kurumları feodal ilişkilerin etkisi altına girerse sorunlar daha da büyüyecektir. Bu sorun beraberinde adalet mekanizmasının çalışmasını engelleyecek, hak ihlallerini arttıracak ve yabancı düşmanlığını körükleyip toplumsal gruplar arasında ciddi çatışmalara neden olacaktır.
Tabii ki bu yük sadece bir Daire’nin omuzlarına bırakılmayacak kadar ağırdır. O yüzden İçişleri – Eğitim – Sağlık Bakanlıklarını da işin içine katacak, ortak çalışma grupları oluşturmak işe yarayabilir. İçişleri Bakanlığı belediyeler aracılığıyla yerele merkezin sunduğu hizmeti ulaştırma konusunda yetkilidir. Okullar ve Hastaneler (veya sağlık ocakları) gerek suç işleme gerekse suça maruz kalma hususunda yüksek riskli kişilerin tespit edilebilmesinde işlevsel ortamlardır. Küçük yaştan itibaren müfredata dahil edilecek insan hakları ve aktif yurttaşlık dersleri de bu noktada önleyici politikalar içerisinde değerlendirilebilir.
Suçun önlenmesi konusunda Polis Teşkilatı yanında, devletin denetim yapacağı sivil mekanizmaların da daha aktif bir şekilde faaliyet göstermesi gerekir. Mesela ülkede ciddi bir kayıt dışı yaşam sorunu vardır. Bu da beraberinde suçun ortaya çıkmasında uygun bir ortam sağlıyor. Sosyal korumanın dışında kalan kişiler suça itilir. Cezaevindeki kişilerin % 80’i yabancı, bunların çok büyük kısmı da kayıt dışı bir şekilde ülkede yaşamaktaydı. Genellikle öğrenci vizesi veya işçi ön izli ile gelip kayıt dışına düşen kişilerden bahsediyorum. Peki üniversiteler, işverenler ve muhaceret sistemi arasında niye hala bir otomasyon sistemi kurulup da takip ve denetim yapılamıyor? Okula gitmeyen, ön izinle getirildiği iş yerinde çalışmayan kişilerin doğrudan bildirilip tespit edilebilmesi gerekiyor. Tabi bu aşamada özellikle işçiler söz konusu olduğunda, kayıt dışına düşme hususunda işverenlerin yarattığı sıkıntılar da var. İş yasasında işverenlerin sorumsuzluğu üzerine tespit edilen cezaların da arttırılması gerekir. Şu anki cezaların, caydırıcı ve sömürü koşullarını engelleyici olduğunu düşünmüyorum. Af çıkararak kayıt dışılıkla mücadele edemezsiniz, bunun çözümü denetim ve kontrolü sağlamaktan geçer.
– Son geçirilen af yasasıyla mahkemelerin cezaevine gönderdiği suçluların cezalarının3’de birini tamamladıktan sonra şartlı tahliyeyle salıverilmesini nasıl değerlendirirsiniz?
Şartlı Tahliye Tüzüğü çıkarıldığı dönemde uygun bir yöntem olarak düşünülse de bugün artık tüzükle değil, yasa ile düzenlenecek yeni bir sisteme ihtiyacımız var. Diğer ülke örneklerine bakıldığında, cezayı veren Mahkeme, mahkumun şahsi durumu ve suçu işlediği koşullara bakarak, verdiği hapsi cezası bitmeden uygulanabilecek tedbirlere de karar verebiliyor. Mesela bir süre cezaevinde kalan, içerde uygulanan rehabilite sistemine uyum gösteren kişilerin mahkumiyet süresi dolmadan, devletin takibinin devam etmesi koşulu ile salıverilmesi mümkün. Ama dediğim gibi kimse henüz cezası bitmeden cezaevinden çıktığında kendi haline bırakılmamalı. Bizde maalesef öyle. O yüzden yeni bir yasa hazırlanıp, tıpkı uyuşturucu kullanıcılarına uygulanan Denetimli Serbestlik gibi bir sistemin hayata geçirilmesi gerekiyor. Bu süreçte, kişinin katılacağı eğitimlerin düzenlenmesi, belki çalışıp maddi anlamda güçlenebileceği bir iş bulabilmesi, psiko – sosyal destek alması gibi hizmetlerin devlet tarafından sağlanması gerekir. Aksi takdirde yeniden suç işleyip cezaevine döner ki bunun örneklerini çok sık görüyoruz. Cezaevi içindeki meslek edindirme kurslarının eksikliklerden dolayı gerçekleşmemesi, eski ve yeni cezaevinde sayıları 1000’e yaklaşan ve belki de geçen kişilerin tek bir psikologtan hizmet alabilmesi, kalabalığın yarattığı kargaşa ortamı ve fiziki yetersizlikler, yabancıların yaşadığı dil bariyeri gibi unsurlar içerdeki rehabilitasyon sürecini de baltalıyor. Denetimli Serbestlik Yasası kapsamında da son zamanlarda ciddi sorunlar yaşanıyor. Mesela en önemli takip aracı olan uyuşturucu kullanımını tespit edecek kitler devlette yok. E siz bu durumda kişiye Mahkemece sunulan bu seçeneğin takibini ve o süreçte yeniden uyuşturucu kullanıp kullanmadığını ne şekilde ölçeceksiniz? Kısacası kalabalıklaşan cezaevinin nüfusunu azaltmak için uygulanan bu tüzük değişiklikleri suçun önlenmesini sağlamıyor, aksine ceza adaleti sistemine zarar veriyor.
– Özellikle kadına ve çocuğa yönelik cinsel ve fiziksel şiddet vakalarında devletin (polis, sosyal hizmetler, öğretmenler ve ilgili diğer kamu görevlilerinin) yeterli müdahalede bulunduğunu düşünüyor musunuz?
Son yıllarda fiziki ve cinsel şiddet vakalarında ciddi bir artış yaşanıyor. Mahkemeler de bu doğrultuda önüne getirilen meselelerde ciddi cezalar vermeye başladı. Son günlerde çok ciddi cinsel nitelikli suçlar Mahkemelere yansıdı. Özel hayatın gizliliğini ihlal (ayrıldığı sevgilisinin fotoğraf ve bilgilerini sosyal medyada paylaşmak) ve cinsel taciz (çıplak görüntüsü çekmek) – saldırı – engelli bir kız çocuğuna tecavüz – çocuk istismarı gibi. İdeal olan bu gibi suçların ortaya çıkmadan engellenmesidir. Açıkçası geçmişe nazaran daha yasal düzenlemeler ve bazı mekanizmalar açısından ilerlediğimizi düşünüyorum. Ama uygulamada sorunlar hala mevcut. Mesela 2014 yılında yasası Meclis’ten oybirliği ile geçen TOCED hala tam teşekküllü faaliyete geçirilmedi. Aksi olsaydı bahsedilen hak ihlallerini engelleyici adımları pek çok bakanlık (İçişleri, Sağlık, Maliye) ve Polis Teşkilatı ile istişare içinde çözüm üretecek bir mekanizma hayata geçecekti. Bölgelerde Şiddeti Önleme ve Danışma Merkezleri kurulabilecekti.
Bu tip problemler özellikle Polis, Sosyal hizmetler (+ TOCED), Okullar ve Hastanelerin işbirliği içinde ve her birinde çalışacak özel birimlerle ortadan kaldırılabilir, tespit edilebilir. Bunun için ciddi ve kararlı bir devlet yapılanması gerekir. Yasa bu imkanı sunuyor. ALO 183’ü kaç tane kadın veya kaç tane çocuk biliyor? Eğer devlet alanı boş bırakır, feodal ilişkiler devreye girer, şiddet uygulayıcısı korunur ve şiddeti normalleştirici icraatlar ortaya koyulursa, hak ihlallerini önlemeniz mümkün olmaz. 2018 yılında Polis Teşkilatı içinde TOCED Yasası’na göre kurulan Kadına Yönelik Şiddete Müdahale Birimleri ilk başlarda daha efektif çalışsalar da yıllar içinde gevşemeler ve bölgeler arası farklı uygulamalar karşımıza çıkmaya başladı. Sosyal Hizmetlerin, Yenierenköy ve Mehmetçik’teki merkezleri boş bırakıldı, hizmet vermedi. Öğretmenler ve doktorlar gibi kamu görevlileri bu gibi fiillerin raporlanması ve tespit edilmesinde hayati bir göreve sahip. Ama çoğu zaman güvenlik endişesi ile ihbarda bulunmuyor olabilirler. Anlaşılır bir şey. Belki de yasal manada güvence sağlanarak ihbar zorunluluğu getirmek gerekir. Yine de bu koşullarda bile bir kadının veya çocuğun şiddet, istismar ve ihmale uğradığını bilen kişilerin bunu bildirmesinin hayat kurtarıcı olduğunu söylemem gerekiyor. Göz yumduğumuz her olay ölümle neticelenebilir. Gelenek görenek, kültürel değerler gibi kavramların örtebileceği hiçbir şiddet türü yoktur. Kutsal aile masallarına kapılmayıp; haklarını bilen, birbirini güçlendiren ve şiddeti meşrulaştırmayan sağlıklı bireylerden oluşan aileler yaratmalıyız.
– Ülkeye giriş çıkışlarda yeterli denetim yapılmadığı defalarca dile getirildi. Bununla ilgili yapılması gereken en acil adım nedir?
Muhaceret Yasası kapıdaki memurlara geniş yetkiler tanıyor. Yani giriş – çıkışlardaki keyfilik ve rahatlığın uygulamadan kaynaklandığını söylemek mümkün. Tabii ki bu noktada en sorumlu kişi baş muhaceret memuru olarak yasada belirtilen İçişleri Bakanı’dır. Bizim sınırlarımız suç örgütlerine hizmet edenlere kol kanat açarken, mevzu savaş ve zulümden kaçan sığınmacılar olduğu zaman gayet kapalı olabiliyor. Uluslararası mekanizmalar tarafından aranan kaç tane kriminal kişi KKTC’te tespit edildiğini öğrenince bu husus daha iyi anlaşılıyor. Pek çok kişi buranın bir kara delik olduğunu ve kolayca giriş yapıp rahatlıkla yaşayacağı bir yer olarak görüyor. Hatırlayın, 6 Şubat depreminde de yıkılan binaların sahiplerinden birkaç kişi anında Kıbrıs’a kaçmıştı. Suçlular tarafından sığınılacak liman olarak mı görülüyoruz acaba? Bunun ciddiyetle ele alınması ve irdelenmesi gerekir. Ülkeye öğrenci – işçi – turist olarak gelen kişilerin ülkede kaldıkları sürece takibini yapacak bir otomasyon sistemi kurmak ve girişinden itibaren adres değişikliklerinin zorunlu bildirimine kadar olan pek çok adımda kontrolün sağlanması gerekir. Tabii ki girişlerde hangi izinle giriş yapıyorsa ona göre belki de daha ayrıntılı sorgulamaların yapılması ile de süzgeç daraltılabilir. Bu aşamada sanırım ciddi bir nüfus politikasını ihtiyaç var. Çünkü memlekette işçi – üniversite ihtiyacının ne olduğunu bilmiyoruz. Hal böyle olunca keyfilik ve suiistimaller ortaya çıkıyor.
Bir diğer sorun da vatandaşlık politikası. Yasadaki istisnai vatandaşlık verilmesi meselesi siyasi bir rant olarak kullanılıyor. Resmi gazetede istisnai vatandaşlıkların gerekçeleri yazılıyor. Adı üstünde istisnai olarak, çok ender verilmesi gereken vatandaşlık çok basit gerekçelerle verilebiliyor. Mesela Ağustos başında Mahkemeye yansıyan bir olayda, 4 ay önce vatandaş yapılan bir kişi, 20 yaşındaki bir kadına cinsel saldırıda bulunduğu gerekçesi ile tutuklandı. Bilinçli şekilde kontrol edilmeyen nüfus hareketleri ve ne idiği belirsiz kişilere verilen vatandaşlıklar, toplumun “kalabalıklaşması” sonucunda tüm kamusal hizmetlerin sunulmasını ve ülkedeki yaşam koşullarını zorlaştırıyor, siyasi egemenliğe müdahale ediyor ve insanların suça maruz kalmasına neden oluyor.
– İşçi getirme adı altında ülkede yapılan insan ticaretinin önüne nasıl geçilir?
Öncelikle hatırlatılması gereken tek gerçek, bu ülkeye işçi getirmenin Çalışma Dairesi dışında yasak olduğudur. Yani bunu açık bir şekilde, reklam vererek yapan her bir kişi vakit kaybetmeksizin tespit edilip gereken yapılmalıdır. Bu kadar açık bir şekilde yasak olan bir fiilin gerçekleşmesi, idarenin buna göz yumması çok tuhaf. İnsan ticareti suçu hukuk sistemimize çok geç bir tarihte, 2020 yılında girdi. Halbuki yıllardır çok farklı sektörlerde gerçekleşen bir olay. Pasaportun zapt edilmesi, işçilerin borçlandırılması – ülkeye gelirken yüklü paralar vermek zorunda kalması, sömürü koşullarında köle gibi çalıştırılmaları yabancı olduğumuz bir tablo değil.
Bugün narenciye işçileri üzerinden konuşuyoruz ama yıllardır gece kulüpleri, evde bakım (çocuk – yaşlı – engelli), inşaat, hizmet sektörü gibi pek çok alanda gerçekleşiyor. Genellikle yabancıların başına geldiği için toplum olarak da pek umursamıyoruz. Devlet kadar toplumun büyük bir kesiminin de sessiz kalarak, hatta bu işi yapıp fail olarak bu konuda sorumlu olduğunu düşünüyorum. İnsan ticaretini önlemek, sadece suç kapsamına almakla olmuyor. Mağdurları koruyucu ve tazmin edici mekanizmaları içeren yasal eksikliklerin de giderilmesi gerekiyor. Ama maalesef son örnekte de gördüğümüz üzere, önceki örneklerde de devletin içinde de bu fiilleri gerçekleştiren çetelerin uzantıları ve onlara imkan yaratanlar var. O yüzden mücadele sekteye uğruyor. Çünkü bu alanda ciddi bir para dönüyor, kara paradan bahsediyorum. İnsan ticareti ile mücadele, suç örgütleri, çeteler ve kara para aklayıcıları ile mücadeleden geçiyor. İlk etapta ve ivedi şekilde, yasaya aykırı faaliyet gösteren bu aracıların durdurulması gerekir. Buna ek olarak, ihtiyaç duyuluyorsa yurtdışında işçi getirilmesine yönelik, insan ticareti – insan kaçakçılığı ve sömürüye zemin yaratmayacak katı kuralları içeren bir sistemin hayata geçirilmesi gerekiyor.
– Yıllardır Kıbrıs’ın kuzeyinde bir sorun olan ve son günlerde etkisini en şiddetli şekilde hissettiğimiz, çeteleşme/aşiretleşme düzeninin önüne geçmek için sizce ne gibi önlemler alınmalı?
Kontrolsüz bir şekilde göç alan bir ada yarısıyız. Çetelerin veya aşiret – tarikat düzeninin sadece yabancı kaynaklı olduğunu söylemiyorum ama sosyal entegrasyonun gerçekleştirilmediği, devlet hizmetlerinin (güvenlik – eğitim – sağlık gibi) eşir koşullarda toplumun geneline ulaştırılmadığı bir yerde gettolaşma olur, o da beraberinde çetelere alan açar – şiddeti doğurur. Herkes kendini yaşadığı yerin efendisi olarak tanımlar ve hak ihlaline neden olsa da kendi düzenini kurar. Burada müdahale etmesi gereken tek güç devlet idaresidir. Eğer siz ortamı boş bırakırsanız, eğitim kalitesini her çocuk için yükseltmezseniz, işsizlikle baş etmezseniz, liyakatsizliği ve yasa tanımazlığı başarı olarak gösterir hatta devleti de keyfi şekilde yönetirseniz, kamunun malını har vurup harman savurur ihalelere yolsuzluk karıştırırsanız, yaptığınız siyasi atamaların adı “sahte diploma” ve rüşvet aldığı iddiaları ile gündeme gelirse, tabii ki çeteler de rahatlıkla cirit atabilir, feodal ilişkilerini kullanan tarikatlar toplumun en kılcallarına sızabilir. Çünkü siz devleti kendi bataklığınız olarak yönetiyorsunuzdur. O bataklığa konan sinek de çok olur. Bu düzeni değiştirecek ciddi bir siyasi iradeye ve dönüşüme ihtiyaç var. Toplumun da üzerindeki ölü toprağını atması gerekir tabii.
– Devletin özellikle son dönemde çöken sosyal politikalarının yeniden ayağa kaldırılması için atılması gereken adımlar nelerdir?
Bu ülkede eğer birilerine haksız şekilde yedirilmezse, peşkeş çekilmezse maddi güç var. Toplumun ihtiyaçlarına kanalize edilmesi, Sosyal Hizmetler Dairesi’nin maddi olarak ve uzmanlık alanında güçlendirilmesi, özel – kamu eğitimi arasındaki uçurumun kapatılması, yüksek öğrenim ve meslek edindirme eğitimi alanında gerçek ihtiyaçları saptayacak, ülkenin geleceği olan gençlerin iş olanaklarını arttırıcı imkanları yaratacak eğitim politikalarının hayata geçirilmesi, çocukları ilgilendiren yasaların vakit kaybetmeksizin değiştirilmesi, özellikle gettolaşmış bölgelerin (İskele – Karpaz başta olmak üzere) sosyal ve ekonomik manada mercek altına alınması ve sanırım en başta ülkeyi yönetenlerin neden olduğu sosyal çürüme ve vasatlığın ortadan kaldırılması gerekir.