Agos‘ta yer alan Baskın Oran’ın “Türkiye’nin müzmin (ve gönüllü) migreni: KKTC” başlıklı yazısı şöyle:
Milliyetçilik, kendi milletini başka milletleri aşağılayarak/bastırarak yücelten ve sonuçta bütün tarafların canına okuyan bir ideolojidir. Adanın tümüne sahip olmak isteyen Yunan milliyetçiliği açısından bu kural 15 Temmuz 1974’te yürüyüşe geçti. Ve beş gün sonra yani 20 Temmuz 1974’te Türkiye, askerî müdahalede bulunarak adanın bir kısmını ele geçirdi. O tarihte tüm dünyanın onayını almış olan bu olaydı. Ama dedik ya, milliyetçilik neticede milletin canına okur diye, Türkiye 14 Ağustos 1974’te ikinci bir harekata girişerek adanın %36,4’ünü denetime aldı. Koalisyon ortağı Erbakan aslında tüm adayı istiyordu, askerler de “savunması zor, küçük” bir alana sıkıştırılmaktan şikayetçiydi. İşte bu ikinci harekat dünyada hiçbir ülke ve hiçbir uluslararası kuruluş tarafından kabul edilmedi, işgal olarak nitelendi.
Geçen hafta CB Erdoğan ve erkanı, ayrıca CHP Gn. Bşk. Özgür Özel, bir yıldönümü kutlaması için Kıbrıs’a gittiler.
Temmuz sıcaklarının Akdeniz ikliminde insanların başına vurmasından mıdır nedir, temmuz ayının Türkiye açısından özel önemi var.
15 Temmuz neyi hatırlatıyor diye sorulsa, herkes “Fethullahçıların, tasfiye edilmelerine sebep olan başarısız darbe girişimleri” der. Oysa 15 Temmuz başka bir darbenin, bu sefer kısa süreliğine başarılı olup da yapanları yine pişman eden milliyetçi bir darbenin yıldönümüydü:
1967’de Yunanistan’ı ele geçirmiş faşist albaylar cuntası, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin (KC) Cumhurbaşkanı Makarios’a 15 Temmuz 1974’te Kıbrıs’taki Yunan alayında görevli bir grup subay eliyle bir darbe yaparak, gazeteci Nikos Sampson’u devlet başkanı ilan etmişti. Makarios tünellerden kaçarak canını zor kurtarmış, darbeyi işgal olarak ilan etmişti.
***
Daha ileri gitmeden, çok kısa bir tarihsel özet:
Nüfusunun %80’i Rum, %20’si Türk olan ada 1571’den beri Osmanlı egemenliğindeyken, Haziran 1878’den itibaren fiilen ve Temmuz 1923 Lozan Barış Antlaşması Md. 20’yle de hukuken İngiltere’nin (Birleşik Krallık) yönetimine verilmişti.
Yunanistan Enosis (adayı Yunanistan’a dahil etme) için teröre başlayınca ada Türkleri ve Türkiye karşı çıktılar. Sonunda, 11 Şubat 1959’da Londra ve Zürih’te yapılan kuruluş, ittifak ve garanti antlaşmalarının ardından bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti 16 Ağustos 1960’ta kuruldu. Rumlar cumhurbaşkanı, Türkler veto sahibi cumhurbaşkanı yardımcısı olacaktı. Türkler ayrıca yasama ve yürütmede %30’luk kontenjan alacaklardı.
Çözüm yürümedi. Çünkü milliyetçilik, yurtseverliğin aksine, kendi milletini başka milletleri aşağılayarak/bastırarak yücelten ve sonuçta bütün tarafların canına okuyan bir ideolojidir. Adanın tümüne sahip olmak isteyen ve Aralık 1963’teki “Kanlı Noel”le simgeleşen Yunan milliyetçiliği açısından bu kural 15 Temmuz 1974’te yürüyüşe geçti.
Ve beş gün sonra yani 20 Temmuz 1974’te Türkiye, askerî müdahalede bulunarak adanın bir kısmını ele geçirdi. Geçen hafta giden Erdoğan heyetinin kutladığı, o tarihte tüm dünyanın onayını almış olan bu olaydı.
Herkesin onayını almıştı, çünkü Garanti Antlaşması Md. 4, her üç ülkeye, KC’nin anayasal düzenini koruma görevini vermişti ve Türk askerî müdahalesi buna yönelikti. Nitekim, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi, 29 Temmuz 1974 tarih 573 s. kararıyla harekâtın uluslararası antlaşmalar çerçevesinde gerçekleştiğini belirtti.
Sonuçta, milliyetçilik yaparak adayı yüzüne gözüne bulaştırmış Yunan cuntası devrildi, Karamanlis Atina’da göreve döndü, adada da darbeci Sampson yerini Klerides’e bıraktı. (Makarios 1977’de vefat edecektir).
***
Ama dedik ya, milliyetçilik neticede milletin canına okur diye, Türkiye 14 Ağustos 1974’te ikinci bir harekata girişerek adanın %36,4’ünü denetime aldı. Koalisyon ortağı MSP’li Necmettin Erbakan aslında tüm adayı istiyordu, askerler de “savunması zor, küçük” bir alana sıkıştırılmaktan şikayetçiydi.
İşte bu ikinci harekat dünyada hiçbir ülke ve hiçbir uluslararası kuruluş tarafından kabul edilmedi, işgal olarak nitelendi ve Türk dış politikasının bugüne kadar süren en büyük migrenini teşkil etti. Türkiye, uluslararası planda feci biçimde yalnızlaştı.
KKTC ise, daha bile fazla: Bugüne kadar Türkiye dışında hiçbir devlet tarafından tanınmayan bir KKTC. Dış bir ülkeden mektup vs. gönderseniz, adresin sonuna “Mersin 10-Turkey” yazılması gereken bir KKTC. Hiçbir uluslararası havayolu şirketinin uçmadığı bir KKTC. Türkiye’den sayısı belirsiz Türkiyeli’nin kolonize etmek amacıyla yollandığı bir KKTC. Kumarhane ve üniversite turizmiyle ayakta durmaya çalışan bir KKTC.
Bu tecrit edilmişlik psikolojisi içinde 13 Şubat 1975’te Kıbrıs Türk Federe Devleti (KTFD) ilan edildi, 15 Kasım 1983’te de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC).
***
Diyeceksiniz ki, sadece karşılıklı milliyetçilikler mi sebep oldu bu durumlara. AB de kendi katkısını eklemeyi becerdi:
KC ile KKTC arasındaki son birleşme girişimini 2004 Annan Planı oluşturmuştu; iki “Parça Devlet”in yer alacağı, yönetimi dönüşümlü, federal bir Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti kurmak istiyordu. Bu devlet AB üyesi olacaktı ve İsviçre federal hükümeti ile kantonları arasındaki ilişkiye benzer biçimde işleyecekti.
Türkiye bir hata yaptı:
Yapılacak referandumlarda iki taraftan da “evet” çıkarsa birleşik cumhuriyet kurulacak ve AB üyesi olacaktı. Taraflardan birinin “hayır” demesi durumu da yine AB üyeliğiyle sonuçlanacaktı.
Türk tarafında %64,91 “evet” çıktığı halde Rum tarafında %75,38 “hayır” çıktı. Ve Rumların KC’si AB’ye girdi. Türkiye’nin AB üyesi adada tuttuğu otuz bin asker de işgal kuvveti durumuna düştü.
***
Adada dikkate değer bir kişi var: Kıbrıslı akademisyen, yazar ve siyasetçi Niyazi Kızılyürek. Güney’de yaşıyor ve Atina’daki Ankaralı Herkül Millas’ı hatırlatan biçimde meselelere objektif yaklaşabiliyor. Son seçime kadar, 1926’da Enosis’e karşı kurulmuş olan Kıbrıs Komünist Partisi AKEL’in Avrupa Parlamentosu temsilcisiydi. Durumu net biçimde özetliyor:
“KKTC’nin kuruluşu, Kıbrıslı Türklerin soyutlanmışlığını ve yalnızlığını daha da çoğalttı”.
Ama CB Erdoğan hiç bu kanıda değil; KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’la kendisi tam bir uyum içindeler. 20 Temmuz ziyaretinde şöyle dedi:
“Kuzey Kıbrıs bizim göz bebeğimizdir, canımızdan bir parçadır. Burası bize sadece şehitlerimizin değil aynı zamanda Hazreti Osman’ın, sahabenin, bu toprakları fetheden kahraman ecdadımızın da emanetidir (…) Kıbrıs’ta federal bir çözümün mümkün olmadığına inanıyoruz”.
Bir soru üzerine devam etti:
“Onlar askerî üs yapıyor, biz siyasi üs yapıyoruz. Bir külliye ile [başkanlık binası ve parlamento binası] yanında oraya hizmet verecek gayet güzel bir mescit yapıyoruz”.
***
Bu arada dünya yürüyor:
110.734 Kıbrıslı Türk’ün, 1960’dan beri Kıbrıs Cumhuriyeti’nden kaynaklanan hakları nedeniyle KC kimlik kartı aldığı belirtildi. KC pasaportu alanların sayısı ise 83.950.
Hatta KC yetkilileri, bazı şahısların KC pasaportlarını iptal etme veya yenilememe kararı aldıklarında, artık herkesin günahı kendi boynuna diyelim, bunların arasında KKTC Cumhurbaşkanı E. Tatar ve kimi bakanların da bulunduğu bildirildi.
***
Türkiye’nin büyük şanssızlığı, Yunan milliyetçiliği. Yunanistan’ın büyük şanssızlığı, Türk milliyetçiliği.
İkisinin ortak şanssızlıkları ise kendi milliyetçilikleri.