Bugün Kıbrıs

Barolar Birliğinden yolsuzluk iddiaları için adli makamlara ve Meclis’e çağrı: HAREKETE GEÇİN!

Bugün Kıbrıs/Emine Yüksel

Kıbrıs Türk Barolar Birliği Başkanı Hasan Esendağlı ile gündemdeki gelişmeleri konuştuk. Yolsuzluk iddialarının tavan yaptığı şu günlerde siyasilere olan güvenin gittikçe azaldığı bir dönemden geçerken Esendağlı’ya göre bu iddialar araştırılmalı, sonuca ulaştırılmalı, ya kişiler aklanmalı ya da cezalarını çekmeli… İsias Davası için ise teknik hazırlıkların sürdüğünü kaydeden Esendağlı, davanın seyrini bilirkişi raporlarının belirleyeceğini kaydetti. Kıbrıslı Türk avukat Akan Kürşat’ın Roma’da süren dava sürecine de değinen Esendağlı, konunun hukuki değil siyasi olduğu görüşünde…

Emine Yüksel: İsias Davası ile başlayalım… Hukuki sürecin liderliğini üstlenen kurum olarak Adıyaman’daki 5 günlük mahkeme sürecini değerlendirir misiniz? Daha önce böyle bir usül uygulanmadığı yönünde bilgiler var. Hakim de bunu mahkemede dile getirmişti…

Hasan Esendağlı: Duruşmaya 3 Ocak olarak tek bir gün tayin edilmesine rağmen gittiğimizde üç günlük bir duruşma periyodunun bizi beklediğini biliyorduk daha önce yapılan konuşmalardan. Ama beklediğimizin de ötesinde, mesaiyi çok aşan duruşmalar oldu. Hem de üçüncü günün sonunda gece yarısını bulmuş olmamamıza rağmen bitmedi ve cumartesi gününe kaldı. Bu gerçekten alışılmışın dışında. Oradaki meslektaşlarımızın da evet bazen blok duruşmalar konuyor Türkiye’de, bizde de yapılabiliyor bu. Ama bu kadar yoğun ve mesai saatlerini aşan bir çalışma şekli çok rastlanılan bir şey değildi. Mahkemenin ön prosedürlerle ilgili davayı getirmek istediği bir aşama vardı. Onu tamamlayıncaya kadar devam etti. Nitekim cumartesi günü geç saatlerde de bitmiş oldu. Bize söylenen bundan sonraki celselerin daha normal usulde ilerleyeceği. Yani tek bir gün olarak duruşma günü verileceği ve mesai saatlerine mümkün olduğu kadar riayet edileceği.

Böyle bir yoğun çalışma herkes için bir ilk oldu. Ama iyi oldu. Belli bir aşama katedildi. Şimdi zaten artık davanın daha kritik bir aşamasına geldik. Özellikle bilirkişiye havale meselesi davanın bel kemiğini oluşturacak, yönünü belirleyecek. Bir binanın yıkılması, depremin bunda etkisi, yapım kusurlarının bunda etkisi tamamen teknik bir meseledir. Duruşma salonunda ne kadar çok iddia yapılırsa yapılsın, bu işin gidişatına bilirkişi raporu yön verecek. Üç aylık bir erteleme verilmesinin sebebi de bilirkişi raporunun gidip gelmesine olanak sağlamaktır. O bilirkişi raporunun dönüşüne göre, bence davanın gideceği yön belli olacak.

E.Y.: Yani sanıkların mahkemedeki beyanları bilirkişi raporunun gerisine düşecek?
H.E.: Bence öyle olacak. İki tarafın da iddiaları işin sonunda elbette ki temel iddiaları yani sanıkların kusurlu olup olmadıklarına dair karşılıklı çelişen temel iddiaları desteklemeye yöneliktir. Ama bir deprem oldu mu? Oldu. Bu bir olgu. Bu bina yıkıldı mı? Yıkıldı. Burada can kayıpları oldu mu? Oldu. Bunların hepsi olgu. Bunların arasındaki nedensellik bağını ortaya koyacak olan şey, bilirkişi raporudur. Sanıklar ne diyor, “deprem çok büyüktü bina sağlamdı ama bu büyüklük karşısında dayanamadı.” Biz ne diyoruz, “Hayır, senin binan doğru yapılsaydı, kurallara uygun yapılsaydı, malzemeden çalınmasaydı, statik hesaplara uyulsaydı bu depremde yıkılmazdı. Şimdi bunların cevabını bilim verebilir. Dolayısıyla bilirkişi raporları teknik olarak bu hususu inceleyecek. Şu ana kadar yapılmış olan savcılık tarafından yapılmış bilirkişi raporlarında kusurludur sanıklar. Aynı içerikte veya daha kapsamlı raporlarda benzer saptamaların yapılması halinde oradan mahkumiyete doğru ilerleneceğini düşünüyoruz.

E.Y.: Mahkeme heyetinin tavrını nasıl buldunuz?
H.E.: Mahkeme heyeti oldukça genç hakimlerden oluştuğunu gözlemledik. Özellikle duruşmayı olaysız gerginlik olmadan atlatma konusunda yoğun bir çaba içerisindeydiler. Her iki tarafa da izleyicilere de mümkün olduğu kadar toleranslı davrandıklarını gözlemledik. Ben de en fazla dikkatimi çeken yaklaşımları bu oldu.

E.Y.: Bilirkişi raporları en çok konuşulan konulardan biri. Siz de önceki açıklamalarınızda mahkemenin neticesini etkileyeceğini söylemiştiniz. Bizim bu konudaki durumumuz nedir? Nerelerden istenecek bilirkişi raporları? Bunların güçlü olması için hangi kurumlardan alınması gerekir?
H.E.: Duruşmanın geldiği aşamada, mahkeme yirmi günlük süre belirledi, bilirkişi olarak hangi üniversiteye göndereceğini dosyayı. Taraflara dedi ki o güne kadar bilirkişiye ulaşmasını istediğiniz belge, fotoğraf, plan, kroki, proje ve rapor elinizde ne varsa iletebilirsiniz dedi. Dolasıyla Türkiye’deki avukatlarımızla birlikte yoğun olarak mahkemenin bilirkişiye göndermesini istediğimiz belge, bilgi, fotoğraf, kayıt, video ve özellikle uzman raporu hazırlıkları içerisindeyiz. Bugün Meclis’te de komite toplantısının gündemi buydu. Cumartesi günü Başbakanlık nezdinde tüm avukatlarımızın davet edildiği bir toplantı yapacağız. Bu dosyanın teknik hazırlıklarıdır.
Bilirkişiye dosya gönderilmeden önce dosyaya girmesini istediğimiz her konuyla alakalı hazırlık yapılıyor şu anda.

E.Y.: Eldeki verilerle suç vasfının değiştiğini söyleyebilir miyiz? Yani bilinçli taksirden olası kasta dönüşecek diyebilir miyiz? Yoksa daha dosyaya eklenmesi gereken önemli deliller olacak mı?
H.E.: Suçun vasfını ya da hukuki nitelemesinin değişti demek için daha erken, davanın daha çok erken bir safhasındayız. Onunla ilgili olarak da özellikle bahsetmiş olduğumuz bilirkişi raporlarının beklediğimiz gibi çıkması halinde, onunla ilgili olarak da bu defa hukuk bilim insanlarından bu suçun vasfının değişip değişmediğine dair teknik bilirkişi raporları istenecek ve davanın sonuna kadar bu olguların olası kast olarak nitelendirilmesi gerektiğine dair argümanlarımızı ısrarlı bir şekilde ileteceğiz mahkemeye.

E.Y.: TDP Genel Başkan Yardımcısı Nevzat Özkunt, Mine Atlı’nın dava olası kasta dönerse aksini ispatlayıp beraat edebilirler uyarısını geçtiğimiz hafta katıldığı bir TV programında dile getirmişti. Böyle bir şey mümkün mü?
H.E.: Türkiye’deki meslektaşlarımızın verdiği görüşe göre, mahkeme tarafların yani savcıların da müşteki avukatlarının da ve sanık avukatlarının da yaptığı hukuki nitelemelerle bağlı değil. Dolayısıyla olgular, herhangi bir suçun varlığını ortaya koyuyorsa, mahkeme orada mahkumiyet verebilir. Yani olası kasttan ileri götürdüğünüzde bilinçli taksirden mahkumiyet şansı ortadan kaldırmazsınız. Eğer olgular onu gösterirse oradan mahkumiyet çıkar. Şu anda savcılık iddianamesinde bilinçli taksir yer alır ama buna rağmen mahkeme olası kasttan mahkumiyet vermelidir dememizin sebebi de budur. Çünkü mahkeme hukuki nitelemeyle bağlı değil. Olguları koyacak, o olguların hangi suçu oluşturduğuna kanaat getirirse oradan mahkumiyet verecek.
Yani eğer olası kast ispatlanamazsa bilinçli teksirden veya ortaya çıkan başka bir suçtan mahkumiyet vermesinde engel yok Türkiye’deki mevzuata göre.

E.Y.: Güvenlik ve yer sıkıntısı nedeniyle yüz yüze yargılama yapılamadığı beyan edildi. Bu konudaki görüşünüz nedir? Sizce 5 gün boyunca yapılan çapraz sorgulama başarılı oldu mu?
H.E.: Türkiye’deki bu sorgulama tam anlamıyla bizdeki çapraz sorgu/istintak dediğimiz müesseseyi karşılamıyor. Çok etkili bir müessese olduğunu ben düşünmüyorum oradaki usulde. Yine avukatlarımızın ifadesine göre, yüz yüze yapılacak olan bir sorgulamadan biraz daha etkisiz kaldı, online olması sebebiyle. Aileler biliyorsunuz çok ısrarlı bir şekilde mahkeme salonunda hazır olmalarını istediler. Sanıkların uzakta olması, mahkeme salonunda fiziken bulunmamalarının savunmalarını yaparken bir miktar rahatlattığına da tanık olduk. Bunların hepsi doğru, birer handikap. Ama öte yandan, ben duruşmada hazır olmamalarını kişisel çok olumsuz bulmuyorum, çünkü oldukça kalabalık bir heyetle oradaydık. Aileler, hukukçular, siyasiler ve diğer arkadaşlar. Oradaki güvenlik koşulları hepimizin rahat hareket edebilmesine göre ayarlanmıştı. Onların oradaki varlığı bunu değiştirirdi. O kadar rahat olmazdı, gerginlik çıkma olasılığı daha fazla olurdu. Benim kişisel görüşümdür bu, neticede kurumsal olarak başka bir pozisyonda oradaki avukatlarımız yüz yüze yargılama yapılması noktasını savundular, ailelerin de talebi bu olmasına rağmen ben yüz yüze olunmamasının faydalarının da olduğunu da gözlemledim. Ortaya çıkması muhtemele olan sorunların önüne geçildi böyle olunca.

E.Y.: Avukatlar arasındaki koordinasyon nasıl? Ortak çalışmalar hakkında bilgi verir misiniz?
H.E.: Şu an itibarıyla o koordinasyonun mümkün olduğu kadar yükselmesi ve ortak çalışma yapılması noktasında bir duruş sergiliyoruz. Hem biz Kıbrıs Türk Barolar Birliği olarak koordinasyon yapan ekip olarak hem ailelerimiz hem de devlet yetkilileri. Bugün Meclis’teki toplantının konularından biri de buydu. Bu sebeple tüm avukat ekipleri Kıbrıs’a davet edildiler. Bir çalışma toplantısı gerçekleştirilecek. Birbirlerinin yaptıkları çalışmalardan haberdar olarak koordine bir şekilde ilerleyecekler. Davanın sağ salim ilerlemesi için bu koordinasyonun yüksek bir şekilde ve sürekli olması konusunda herkes hem fikir.
Sayın Başbakanın bir daveti oldu, bizim koordinasyonumuzla tüm avukatlar geliyor. Cumartesi günü bir çalışma toplantısı yapılacak, akabinde de belli zamanlarda tekrar edilecek.

E.Y.: KKTC Devletinin davaya katılımı konusunu biraz açar mısınız? Katılırsa ne olur?
H.E.: KKTC Devleti ailelerin yanında olduğunu göstermeye çalışıyor depremin ilk gününden beri. Bence bunu da her şekilde gösterdiler. Bu konuda haklarını teslim etmek gerekir devlet yetkililerinin. Davaya müdahil olarak katılmak da onu göstermenin yollarından biridir. Ancak anladığımız Türkiye’deki mevzuata göre suçtan zarar gören olmadığı için doğrudan davaya müdahil şekilde taraf olması çok mümkün değil teknik olarak. Bu olmayacak gibi görünüyor. Ancak avukatıyla da, Başbakanıyla, bakanlarıyla, milletvekilleriyle tüm devlet yetkilileriyle oradadır zaten devlet, ailelerin arkasındadır. Bunu gösteriyor, salondadır fiziken. Neticeye çok fazla tesiri olacağını düşünmüyorum KKTC devletinin resmi olarak davaya taraf olmasının ya da olmamasının.

E.Y.: 26 Nisan’a kadar avukatlar nasıl hazırlıklar yapacak?
H.E.: Avukatlar şu anda tamamen bilirkişi raporuna dayanak teşkil edecek dokümanların, belgelerin, bilgileri, raporların, fotoğrafların toparlanmasının peşindedirler. Herkes kendi alanında belli bir kolda bu çalışmaları yapıyor. Biz de bunlara destek veriyoruz. Şu an odaklanılan şey bu. Çünkü artık 26 Nisan’da davadaki belgelerin delillerin değerlendirilmesi dediğimiz daha esaslı bir aşamaya geçilecek.
Bilirkişi raporu mahkemeden önce hazır olursa UYAP sistemine yüklenecek ve oradan görüp değerlendirebileceğiz.

E.Y.: Rehber avukatları arasında Can Atalay’ın da avukatı olan biri var. Milletvekili seçilen Can Atalay’ı anayasa mahkemesinin ısrarlı kararına rağmen hapiste tutan Türkiye’deki yargıdan ne bekliyorsunuz?
H.E.: Yani Türkiye’deki yargının sorunları zaman zaman hep konuştuğumuz konular. Can Atalay meselesi çok fazla siyasetin odağında olan bir mesele. Maalesef Can Atalay konusunda yaşananlar Türk yargısı için hiç iç açıcı değil, umut verici değil. Ancak İsias davasıyla alakalı bu yönde bir etki ve bu yönde bir gidişat gözlemlemedim. Yani burada mahkemenin tarafsız ve bağımsız bir şekilde yargılamasını yaptığını gölgeleyecek herhangi bir unsurla karşılaşmadık. En azından bizim davamız maksatları bakımından böyle bir şeyin bugüne olmadığını değerlendirdiğimizde dava sonuna kadar da böyle bir etkinin olmayacağını umut ediyoruz.

E.Y.: Ebrar sitesi sanıklarının mahkemenin istediği bilirkişi raporundan sonra tahliyesine karar verildi. 1400 kişinin öldüğü sitenin sahibi de tahliye edildi. Bunları nasıl değerlendiriyorsunuz? İsias davasına etkisi olur mu?
H.E.: Benim aldığım haber Ebrar Sitesi müteahhidinin tutuklu olduğu başka bir davadan, yıkılan başka bir apartmandaki tutukluluğundan kaynaklı tahliye edildi. Ebrar Sitesi davasından dolayı hala daha tutukluluğu devam ediyor. Ama fark etmez neticede bir tahliye kararı var ortada, depremle alakalı tahliye kararı var. Bilirkişi raporuna dayanak yapılarak verilen bir tahliye kararı var. Evet budur. Yani Türkiye’de depremdeki suçluları, depremdeki neticeleri bertaraf etmeye yönelik suçluları ciddi şekilde cezalandırmaya yönelik bütünlüklü bir tavır yok. Bazı illerde neredeyse hiç doğru dürüst dava hazırlığı yapılmamış. Bu bizi davamızı son güne kadar, ciddi şekilde takip etmemiz, ısrarlı şekilde takip etmemiz, sürekli olarak uyanık olmamız konusunda uyarıyor. Asla rehavete kapılmamız gereken bir dava olduğu konusunda bizi uyardı aslıda.
Davanın en önemli dayanağı bilirkişi raporu olacak. Dolayısıyla bilirkişi raporunu destekleyecek argümanları şu anda hazırlıyoruz. Bilirkişi raporundan sonra da yine raporun gücünü, eğer istediğimiz gibi çıkarsa, teyit edecek çalışmalarla destek vermeye devam edeceğiz.
Bilirkişi raporunun doğru çıkması için elimizden gelen her türlü bilgiyi ve belgeyi, bilimsel desteği paylaşıyoruz. Yaptığımız şey bu.

E.Y.: İsias davasıyla ilgili söylemek istediğiniz, topluma vermek istediğiniz bir mesaj var mı?
H.E.: Biraz önce söylediğim gibi, gerçekten hukuki mücadele bir yana devletin ve tüm toplumun davanın arkasında birleşmesi tek yürek olması destek vermesi süreci bugüne kadar en önemli faktör olduğunu düşünürüm. Bu dayanışmanın davanın son gününe kadar devam etmesi çok önemli. O yüzden davanın arkasında olmaya, ses vermeye devam etmek lazım.

E.Y.: Bakanlarla ilgili ortaya atılan yolsuzluk ve rüşvet iddiaları var. Bu iddiaların sonucunda ne olması bekleniyor? Daha önce de çıkan birçok iddia vardı, kimseye bir şey olmadı.
H.E.: İddia kendi başına değerli bir şey değil. Ama iddianın içeriği suç isnadıdır. Bildiğimiz anlamda suç isnat ediliyor birilerinin yolsuzluk yaptığı, rüşvet aldığına dair. Burada görev savcılığa düşer, polise düşer. Gerekli soruşturmalar, tahkikatlar yapılmalı. Eğer bunlar sadece dedikodudan ibaretse adı geçen kişilerin aklandığının kamuoyuyla paylaşılması, yok aksi yönde bir bulguya da varılırsa gerekli yargılamaların yapılması gerektiğini düşünürüm bir hukukçu olarak. Daha öte de bir yorum yapmam bu aşamadaki bilgilerimle doğru olmaz.

E.Y.: Baro olarak bu meselelerle ilgili ne düşünüyorsunuz? Hukukçular olarak temiz eller operasyonu talebiniz olacak mı?
H.E.: Temiz eller operasyonu mu derler başka bir şey mi derler bilmiyorum ama işin sonunda ortada siyasete güveni azaltan, toplumun devlete olan güvenini ve bağlılığını azaltan bir sürü iddia dolaşıyor. Bunların adli makamları ilgilendirdiği oranda adli makamlar tarafından soruşturulması gerektiğine inanırım. Dediğim gibi, ortada en azından bir flu alan, gri alan kalmasın. Temizlensin. Ya olumlu yönde ya olumsuz yönde temizlensin. Bence araştırılması gerekli tahkikatların yapılması ve kamuoyuyla paylaşılması elzemdir. Ama bir operasyon yapacak kadar veri var mıdır yok mudur onları ilgili makamlar değerlendirecek. Sadece birilerinin çıkıp iddia etmesi üzerine birilerini suçlu ilan etmek de doğru değil. Ama diğer taraftan iddialar çok önemlidir. İddiaların merkezindeki kişiler çok önemli kişilerdir. İlla ki bu konuların araştırılması ve bilgilerin paylaşılması gerekir. Meclis’in de gerekirse bu konuda soruşturma komitesi kurması gerekir. Adli makamların da gerekli inceleme ve araştırmaları resmen başlatması gerekir.

E.Y.: İtalya’da tutuklanan Kıbrıslı Türk avukatla ilgili bir gelişme var mı? TMK ile ilgili kurulan komiteyle birlikte bundan sonra ne yapmayı düşünüyorsunuz?
H.E.: Kıbrıs sorununun en önemli başlıklarından bir tanesi mülkiyet. Çözümü en karmaşık olan konu da mülkiyet. Ve Rumlar uzun yıllar Avrupa İnsan Hakları Mahkemesindeki davalar yoluyla Türkiye’yi bu anlamda Türkiye’nin elini çok daralttılar. Taşınmaz Mal Komisyonu bu anlamda çok büyük bir kazanımdı. Türkiye ve KKTC açısından. Çünkü Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından etkin iç hukuk yolu olarak kabul edildi ve AİHM’deki davaların önü kesildi. Hem AİHM’deki süreçlerin önünü kesmesi hem de mülkiyet sorununa kişiler arasında özellikle Rum mülk sahiplerinin mülklerinden feragat etmesi noktasında çözüm de ürettiği için uzun vadede mülk sorununun çözülmesine de katkı koyan bir prosedürdü. Ancak Taşınmaz Mal Komisyonunun etkinliği ve etkin iç hukuk yolu olduğu noktası yeniden tartışmaya açıldı. Özellikle son zamanlarda süreçlerin yavaşlamasından kaynaklı Rumlar AİHM’e tekrar Taşınmaz Mal Komisyonunun etkin iç hukuk olmaktan çıkarmak üzere adımlar attılar. Bu asla Türk tarafının menfaatleriyle uyan bir gelişme olmaz. Çok olumsuz bir gelişme olur. Böyle bir tehlikenin ortaya çıkmasını engellemek için TMK etkinliğinin çalışma yöntemlerindeki sonuç alıcılığını artırılması için elimizden ne gelir noktasındaki soruyu sorduk kendimize ve bu yönde çalışma yapmaya karar verdik. Hemen muhataplarımızla da görüşmeye başladık. Bu yöndedir komitenin çalışmasının genel anlamda Kıbrıs sorununda Türk tarafının duruşuna mülk sorununa AİHM’deki pozisyona katkı sağlamak üzere yola çıktık. Kıbrıs Türk tezlerine destek vermek üzere yola çıktık, gayemiz budur.
Meslektaşımız Akan Kürşat’ın İtalya’da alıkonulması tamamen siyasi ve Kıbrıs sorunuyla alakalı Rumların politik duruşlarıyla alakalıdır. Asla hukuki zemini olan bir süreç olduğunu düşünmüyoruz. Sadece ellerindeki Avrupa Tutuklama Emri şeklindeki hukuki enstrümanı suistimal ettiklerini ve kötüye kullandıklarını düşünüyoruz. Bu da bize hem meslektaşımızın başına gelen bu tatsız olay ve onun özgürlüğünden şu anda mahkum bırakılması hem onun için endişe etmemize ve üzülmemize yol açıyor ama daha da önemlisi mülk sorunuyla alakalı Kıbrıs Türk tarafının Avrupa İnsan Hakları sözleşmesine, AİHM içtihadına, BM parametrelerine uygun duruş sergilememesi durumunda bir tehlikeyi işaret ediyor. Bu da bizim açımızdan dikkatle ele alınması gereken bir husus. Yargılanma sürecini de yakından takip ediyoruz.

E.Y.: Sizce Türk tarafı açılan bu davalardan dolayı iç hukukta bir değişikliğe gider mi? Rum mallarının takasına yönelik ya da TMK’da çözümlenen malların satışını onaylamak gibi.
H.E.: Bilmiyorum, tüm alternatifler sağlıklı bir şekilde getirisiyle götürüsüyle değerlendirilmeli. Tüm kesimlerce hem siyasilerce hem hukukçularla değerlendirilmeli. Muhakkak bir pozisyon alınmalı. Aksi takdirde toplum bireyleri bu şekilde tehlikeyle karşı karşıya kalır ki bu hiç istenmeyen sonuçlar doğurur hepimiz için.

E.Y.: Şöyle bir görüş de var; güneydeki yönetim, kuzeyde kalan Rum mallarının satışıyla ilgili bireyleri yargılayacağına bunun önünü açan yöneticileri yargılamalı. Bununla ilgili ne düşünüyorsunuz?
H.E.: Rum tarafının buradaki gayesi zaten hukuki bir neticeye varmak değil, endişe yaratmaktır. Endişe yaratarak kuzeydeki Rum mallarının satışını bir şekilde engellemek veya konuyu hiç olmazsa politize etmek noktasında yaklaşır. Şu anki gaile de bu yaptığı atakla bunu başarmış gibi görünüyor, o endişeyi yaratmış gibi görünüyor. Politik olarak değerlendirileceği için öyle bir neticeye varırlar mı varmazlar mı onu benim öngörmem mümkün değil.

E.Y.: Yapılabilir mi böyle bir şey?
H.E.: Bunu yaptıklarına göre onu da yapamazlar mı? Rumların bu anlamda ne yapabileceklerini ben çok sınır koyamıyorum kafamda. Neticede bir yasa yapıyor, herhangi bir fiili bir suç haline getiriyor, daha sonra da o suçu işlediğini iddia ettiği Kıbrıslı Türkler hakkında tutuklama kararı çıkartıyor. Bu yine yapılabilecek bir şeye benziyor. Bunu yaparak Kıbrıs sorununun çözümüne olumlu katkı koyuyorlar mı? Biz bu arada KKTC’nde mülk satışlarıyla Kıbrıs sorununun çözümüne olumlu katkı koymadığımızı ben ifade edeyim. Onların da BM Genel Sekreterinin özel temsilci görevlendirdiği bu dönemde müzakerelere ya da Kıbrıs sorununun çözümüne olumlu katkı koymadığını net olarak söylemek lazım.

E.Y.: Uluslararası hukuk bakımından bu yapılanlar yasal mı?
H.E.: Avrupa Birliği üyesi oldukları için kendi ülkesindeki bir vatandaşına karşı suç işlendiği iddiasıyla tutuklama emri çıkarttı gibi görünür. AB Hukuku bakımından yaptığı şey çok bir tuhaflık yok. Ama İtalyanlar işin iç yüzünü bilmez. Hileli mal satışı olarak değerlendirir. Kıbrıs’taki siyasi durum, ikiye bölünmüşlük, bu tarafta başka bir devletin fiilen de olsa kurulmuş olması, buradaki kanunların olması, Annan Planı ve sonrasından haberleri yok. Onlar sadece Kıbrıs Cumhuriyeti vatandaşı birinin hileli mal satışı adı verilen bir suçu işlediğini ve arandığını bilir. Akan’ın her gün güneye geçtiği halde yıllardır tutuklanmadığı bilgisi bile onlarda yok şu an.

Exit mobile version