Türkiye ve Yunanistan yeniden yakınlaşıyor. Peki Atina’daki dostane iklim süreklilik arz edebilir mi? Uluslararası İlişkiler uzmanı Alexandros Despotopoulos, Independent Türkçe’den Dora Mengüç’ün sorularını yanıtladı. Röportaj şöyle:
“Kardeşlik antlarıyla silahlanma yarışı at başı gitmektedir. Uzo ve rakı masalarında yaşlı gözlerle kucaklaşılmakta ama Kıbrıs, kıta sahanlığı, azılıklar, Avrupa gibi somut konulara değinildiğinde buz gibi bir hava esmektedir. Türk-Yunan ilişkileri son 150 yıldır iyi olmamıştır. Kötü komşuluğun nedenlerini tanımlamadan, temelde yatan nedeleri su yüzüne çıkarmadan bu ilişkiler düzelebilir mi, sürekli bir uyum sağlanabilir mi?”
Yazar Herkül Millas, “Türk-Yunan İlişkilerine Bir Önsöz” kitabında, 1989’da iki ülke ilişkileri böyle tanımlamıştı.
Yıllar geçti hala konuşulanlar aynı, mevzulara bakılan pencereler de pek değişmedi.
Ankara ve Atina tıpkı bir hafta önce olduğu gibi yakınlaşma adımları atıyor ama mesele yakınlaşmanın kalıcı olup olmayacağı.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Yunanistan Başbakanı Kiryakos Miçotakis, geçen hafta Dostane İlişkiler ve İyi Komşuluk Atina Bildirgesi’ni imzaladı.
Evet, bugünlerde iki ülke başkentinden Ege’ye doğru yine dostluk rüzgarları esiyor.
Peki işbirliğine yönelik birçok adımın atıldığı bu yeni dönem ne denli kalıcı olacak?
Ankara ve Atina gerçekten temelde yatan nedenleri ele alabilir mi, bahar havası sürekli bir hale dönüşebilir mi?
Türkiye ile Yunanistan’ın avantajları, dezavantajları ne?
Kıbrıs hala her şeyin kilidi ve anahtarı olan en önemli mesele mi?
Yunan Bilimler Akademisi Türk ve Modern Asya Araştırmaları Bölümü öğretim üyesi, uluslararası İlişkiler uzmanı Alexandros Despotopoulos ile bu konuyu konuştum.
“Sorunların anında iyileşmesini bekleyemeyiz”
Türkiye ve Yunanistan arasındaki diyalogun temelli düşmanlık mantığı yerine olumlu gündeme dayanmasını nasıl yorumluyorsunuz? Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın son ziyareti gibi, bu tür ziyaretlerden hemen çözümler beklemeli miyiz?
Şu aşamada, güçlü bir şekilde pozitif gündemin arkamızda bıraktığımız yıllardaki gerginliklerden çıkmanın tek çözümü olduğuna inanıyorum. İki ülkenin ilişkileri son 2-3 yılda zarar gördü, bu nedenle bu sorunların anında iyileşmesini bekleyemeyiz. Bu nedenle pozitif gündem her iki ülke için de sorunlara neden olabilecek zor konulara dokunmadan, her iki ülke için de kazan-kazan durumu yaratabilecek konuları tartışma seçeneği sunar. Her iki tarafın da hala çözmesi gereken sorunları olduğunu anladığımızı düşünüyorum. Ancak bu süre zarfında gerginlik çıkarmak için bir nedenimiz yok. Önyargılı konuları tartışabiliriz, böylece bize güven inşa etmeye yardımcı olabilecek sözde pozitif gündemi sürdürebiliriz ve zamanla en ciddi ve zorlu konularla başa çıkabiliriz.
“Atina Bildirisi bir anlaşma değil ama ilişkiyi sakin sularda tutmaya yarayabilir”
Hatırlayabileceğiniz gibi sadece bir yıl önce savaş tehditleri Ankara ve Atina ilişkilerini domine etti ve şimdi yakınlaşma belirtileri var. Erdoğan ve Miçotakis arasında iyi komşuluk ilişkileri kurmak için imzalanan ortak bildiriyle dostluk ilişkisi mi canlanıyor? Atina Bildirisine dayalı olarak gerçekten iki ülke yeni bir sayfa açabilir mi?
Bence bu her iki ülkenin elinde. Geçmişte de bazı dostluk anlaşmalarımız vardı. Aslında her iki ülkenin de Bulgaristan’a karşı bir askeri anlaşması var ancak o dönemde durum biraz farklıydı. Hâlâ politik bir belge. Atina Bildirisi ise bir anlaşma değil. Ancak ilişkiyi sakin sularda tutma konusundaki her iki tarafın istekliliğini gösteriyor. Maalesef nehrin her iki tarafında da bu yaklaşıma inanmayan insanlar olduğunu da unutmamalıyız. Ankara’da gördük, Atina’da gördük… Yine de umut var. Önümüzdeki yılın daha sakin geçebileceği ve iki ülke ilişkilerine yeni bir dönemin gelebileceği umudu var. Ancak hala bir süre alacağını düşünüyorum. Sürekllik olması ve her iki ülkenin de bunun üzerine inşa etmesi gerekiyor.
Atina Bildirisi, 1930’daki anlaşmanın rolünü üstlenebilir mi?
Türkiye ve Yunanistan arasındaki sorunları birkaç başlık altında kategorize etmek mümkün gibi görünüyor. Kıbrıs’taki anlaşmazlıklar, azınlık konuları ve özellikle son yıllarda yasa dışı göç… Bildirinin nasıl bir katkısı olacak bu sorunlara?
Evet, bu gerçek bir anlaşma değil. Ancak gerilimleri önlemek ve sorunları belki barışçıl bir şekilde çözmek için önemli kararlar alıyor.
Herşeye rağmen bu bildiri 1930’daki Türk-Yunan Dostluk, Tarafsızlık ve Uzlaşma Operasyonu Antlaşması gibi bir rol üstlebilir mi?
Olabilir. Bu umut zaten var. Kolayca tartışılabilecek konular var. Bunlar jeopolitik farklılıklarla bağlantılı olmayan konular. Ancak diğer yandan Yunanistan ve Türkiye ilişkilerinin büyük sorunu gündemdir. Örneğin Türk tarafından belirtilen bazı konular Yunan tarafında mevcut konular olarak kabul edilmiyor. Örneğin, Ege’deki Kardak-İmia olayı… Bu iki ülke arasında gerçekten çok farklı bir yaklaşım olduğunu göstermişti. Örneğin, Atina Ege’nin değer anlaşmalarıyla sonuçlanmamış hiçbir bölgesi olmadığını kabul etmiyor. Bu nedenle, bu konularda anlaşmak çok zor. Aslında, ne hakkında konuşacağımıza anlaşmak çok zor. Ancak aynı zamanda bazı güncel dönemlerimiz olabilir, kolayca çözülebilecek konuları tartışabiliriz.
İki ülkeyi birbirine yakınlaştıran ekonomik güçlükler mi?
Türkiye ve Yunanistan’ın ekonomileri çok iyi bir görünüm sergilemiyor. Son birkaç yılda benzer deneyimler yaşadılar. 90’ların sonlarındaki Kardak olayını hatırladığımızda şimdi iki ülkenin liderleri en azından bir hafta boyunca adaları turizme açmayı düşündüklerinden bahsediyor. İki ülke arasındaki yakınlaşmanın sadece ekonomik sıkıntılardan kaynaklandığını düşünenler var, siz nasıl bakıyorsunuz?
Şimdi burada iki husus var. Birinci olarak, her iki ülke de turizimden faydalanabilir. Evet, Yunanlar güzellikleri sever. Örneğin denizi severler. Türkiye’de de ziyaret edilecek harika yerler var. Ben de her ikisini seviyorum. Bodrum’u, İstanbul’u, İzmir’i ve denizi seviyorum. Birçok Yunan arkadaş Türkiye’yi ziyaret etmek ister. Aynı şeyler birçok Türk arkadaş için de geçerli. Onlar da Yunan adalarına gitmeyi severler. Bu nedenle her iki ülkenin de seyahat edenler için hayatı kolaylaştırmak için önlemler alabilmesi pozitif bir adım. Aynı zamanda, bu benim için sadece finansal bir şey değil. İki halkın birbirini tanıması, birlikte zaman geçirmesi ve kültürel olarak bir arada olmaları daha önemli. Bence buradaki büyük anlaşma ekonomik yönlü elbette ama turizm de önemli bir ekonomik faktör. İki milletin birbirine daha da yaklaşmasıyla bazen bu şekilde zorlukların ve yanlış anlamaların üstesinden gelirsiniz. Benim için çok olumlu bir adım ve genel olarak Türkiye’nin Avrupa’daki ziyaretçilerinin hayatını vize düzenlemeleri ve benzeri konularda kolaylaştırma konusunu tartışmanın zamanı geldiğini düşünüyorum. Henüz orada değiliz. Birçok sesin, özellikle göç nedeniyle, çok şüpheci olduğunu anlıyorum. Ancak Türk ziyaretçilere, büyük bir bürokrasi olmaksızın birkaç gün boyunca adalara gelmelerine izin vermek gibi küçük şeyler, benim için çok olumlu…
“Erdoğan gerilimin Türkiye’yi bir yere götürmeyeceğini anladı”
Daha önce, iki ülke arasındaki yüksek gerilimden sonra, belki de hatırlarsınız, Cumhurbaşkanı Erdoğan Atina’ya bir gece ansızın gelebileceğini söylemişti. Erdoğan, Atina’ya gelmeden evvel Kathimerini’ye verdiğ bir röportajda Batılı medyanın sözlerini çarpıttığını iddia etti. Siz Erdoğan’ın Yunanistan hakkındaki bakış açısının değişimini nasıl yorumlarsınız?
Son yıllarda Atina’da Erdoğan’ın bazı açıklamaları hakkında çok şüpheliydik. Mesela ansızın geleceğiz gibi ifadeler bize biraz garip geldi. Ancak anlıyoruz ki; bazen liderler karar almaları gereken anlarda bulunurlar. Bu değişikliğin Yunanistan’ın depremler sırasında verdiği sinyal nedeniyle olduğunu düşünüyorum. Bu değişikliği zaten yapmak isteyen Erdoğan’a, Türk hükümetinin bu değişikliği yapmak için beklediği sinyal Yunanistan’ın depreme tepkisiydi. Gerçek nedenlerin, öncelikle Türkiye’nin Amerika Birleşik Devletleri ile ilişkileriyle ve ardından Türk ekonomisiyle ilgili olduğunu düşünüyorum. Türk ekonomisi hala zorluklarla karşı karşıya ve finansmana ihtiyaç duyuyor, bu finansmanın büyük kısmı da Batı’dan gelebilir. Ve ikinci olarak, Amerikan bürokrasisiyle modern silahlar almak konusunda gelecekte F16 gibi silahları almak konusunda Türkiye’nin bazı zorluklarla karşılaştığını anlıyoruz. Bu nedenle, Yunanistan ile gerilimi sürdürmek, Türkiye’ye hem F16 almakta hem de Batı’dan fon bulmakta yardımcı olmaz. Çünkü ABD, Türkiye’nin bu silahları gelecekte nasıl kullanacağı konusunda çok şüpheli. Yani Amerikalılar, NATO müttefikleri arasında gerilim görmek istemezler. Bu nedenle, Türkiye’nin Ege Denizi’nde F16 kullanımına ve Türkiye’nin Rusya ve Çin’e yaklaşımına Amerikalılar çok şüpheci. Bu nedenle gerçekte Yunanistan-Türkiye ilişkileri, Amerikalıların veya Avrupalıların ne yaptığı konusundaki en küçük bir kısmını teşkil ediyor. Ancak Türkiye için Yunanistan ile gerilimi düşük tutmak, yani gerginlik olmadan istikrarlı bir ilişki sürdürmek önemli. Aksi takdirde Türkiye Avrupa ortakları ve Amerikalılarla sorunlar yaşayabilir. Bu nedenle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın mantıklı bir adam olduğunu düşünüyorum. Gerilim yaşamanın hiçbir yere götürmeyeceğini ancak Amerika ve genel olarak Batı ile sorunlara yol açacağını anladı. Bu nedenle şimdi farklı bir şekilde ilerlemenin zamanı olduğunu hissetti ve bu durum aslında Atina’da da çok hoş karşılandı.
“ABD iki ülke için sorun yaratan bir aktör değil, kanıtı Kardak”
Türk-Yunan ilişkilerinin en büyük ve en zorlayıcı engel Amerika Birleşik Devletleri mi?
Hayır, size nedenini açıklayayım. Bazı meselelerimiz var. Örneğin, Kıbrıs’ta büyük bir farklılığımız var. Ege Denizi ve Akdeniz’deki münhasır ekonomik bölgeleri nasıl tahsis edeceğimize dair çok farklı bir yaklaşımımız var. Bu nedenle, ABD’nin ilişkilerimizde nasıl sorunlar yaratabileceğini anlamıyorum. Bu sorunlar 70’lerden, 80’lerden bu yana var. Yani bunlar uzun zaman öncesinden gelen sorunlar. Aksine, dürüst olmak gerekirse, NATO’dan dolayı Amerika, iki müttefik arasında sorun görmeyi istemez. Bu nedenle ben Amerika’nın Türk ve Yunan işbirliğini engellemek gibi bir adım atmak isteyeceğini düşünmüyorum. Tam aksine zaman zaman Amerikalıların her iki ülkeye de gerilimden kaçınmaları için baskı yaptığını düşünüyorum. Bu geçmişte de oldu. Ciddi bir sorun yaşadığımızda durumu çözmek için gelen Amerikalılardı. Örneğin Kardak olayı sırasında, Başkan Clinton ve bakanlarının, Yunan Başbakanı Simitis ve Türk Başbakanı Çiller’i çözüme yönlendirmek için çok baskı yaptığını biliyoruz. Kişisel olarak, Amerika’nın Yunanistan ya da Türkiye’nin arkasında sorun yaratma amacında olmadığını düşünmüyorum.
Doğu Akdeniz’de ne olacak?
Atina zirvesinden sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türk gazetecilere, “Doğu Akdeniz’deki gerilimin Türkiye ve Yunanistan’ı ve bölgedeki en önemli ülkeleri olumsuz etkilediğini” söyledi. Ve “Bu nedenle buradan neler kazanabileceğimizi, ülkelerimizin yararına neler yaratabileceğimizi anlamaya çalışmalıyız” dedi.
Yunanistan ve Türkiye, bölgenin doğal kaynaklarının paylaşımında ortaklaşa hareket edebilir mi? Bu politik olarak mümkün mü değil mi?
Bu benim için tuzak bir soru. Size nedenini söyleyeyim. Uluslararası hukukta, örneğin deniz bölgeleriniz var, münhasır ekonomik bölgeleriniz var. Her ülke kendi münhasır ekonomik bölgesini kullanabilir, bu nedenle ortaklaşa bir münhasır ekonomik bölge kullanamazsınız. Bu nedenle buradaki büyük soru, deniz bölgelerimizi nasıl sınırlayacağımız ile ilgili. Eğer Türkiye’nin iddia ettiği gibi kendi münhasır ekonomik bölgesine sahip olursanız bu Türk balıkçılarının iki Yunan adası arasında gezinmelerine izin vereceği anlamına gelir. Ancak Yunan balıkçıları edemez. Bu yüzden burada çok farklı bir yaklaşım var. Büyük anlaşmazlık, Yunan adalarının münhasır ekonomik bölgelere sahip olup olmadığıdır. Biz Yunanistan’da buna “Evet” diyoruz, orada münhasır ekonomik bölgeye sahip olabiliriz. Türkiye ise “Hayır, orada münhasır ekonomik bölgeye sahip olamazsınız” diyor. Bu nedenle yarı yarıya durumu, Yunan tarafı için kabul edilemez çünkü Yunan adaları ve mevcut hukuki çerçevenin dünya çapında 1982’de imzalanan Deniz Hukuku Sözleşmesi’nden kaynaklanan hakları nedeniyle, -ki bu sözleşme dünya genelinde 100’den fazla ülke tarafından tanınmıştır- biliyoruz ki; Türkiye bu sözleşmeyi imzalamadı ve Türkiye bu sözleşmenin kendisi için bağlayıcı olmadığını iddia ediyor. Ancak hepimiz biliyoruz ki; bu sadece Türkiye’nin katılmak istediği Avrupa Birliği’nin değil, aynı zamanda tüm BM üyelerinin hukuki temeli olan çok somut bir parça oldu. Bu nedenle ortak kullanım işlemi, bizim için Yunanistan’a göre, ortak bir şekilde keşfetmemiz gereken bazı deniz bölgeleri anlamına gelir. İşte bu şekilde görüyoruz. Bu nedenle, bu yaklaşıma çok iyimser değilim.
“Kıbrıs çözülürse diğer sorunlar daha rahat çözülebilir”
Sizce iki ülke arasındaki en büyük sorun ve en büyük fırsat ne?
Kıbrıs hala en büyük sorun. Eğer Kıbrıs sorunu çözülürse, o zaman diğer sorunlar daha kolay çözülebilir, otomatik olarak değil ama daha kolay. Ancak şu anda örneğin, münhasır ekonomik bölgelerimizi netleştirmek konusunda konuşamıyoruz çünkü orada Kıbrıs var ve biz onu bağımsız bir devlet olarak tanıyoruz ancak Türkiye tanımıyor. Bu nedenle orada birçok hukuki karmaşıklıklarımız var. Basit bir sorun çözüldüğünde, yani Kıbrıs sorunu, o zaman diğer sorunların daha kolay çözülebileceğine daha iyimser bakabiliriz şu anda. Şu anda iki ülkenin birlikte çalışabileceği bir dönemdeyiz ve sanırım turizm, endüstriler gibi birçok alanda birlikte çalışabilirler. Ayrıca ikili ekonomik ilişkilerimizi geliştirebiliriz. Son 5-6 yılda ekonomik ilişkilerimizi iki katına çıkardık. 5 milyar Euro’ya ulaşan bir ticaretimiz var ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Atina ziyaretinde belirttiği gibi bu miktar 4 veya 5 yıl içinde 10 milyar Euro’ya ulaşabilir. Bu nedenle, özellikle ticaret sektöründe birlikte çalışabileceğimiz birçok alan var, çeşitli endüstriler ve hizmetlerde sahip olduğumuz çeşitli fırsatları değerlendirebilir ve daha iyi bir ilişki inşa edebiliriz.