Bugün Kıbrıs

Erhürman Meclis’in ilk gününde vurguladı: “Yolsuzluk, yoksulluk ve göçün önüne halkın güçlü iradesi ile geçebiliriz”

Bugün Kıbrıs

Cumhuriyetçi Türk Partisi Genel Başkanı Tufan Erhürman, yeni yasama yılı açılışında Meclis’te yaptığı konuşmada, halkın güvende hissetmediği, ekonomik yoksullaşma ve yoklaşmanın arttığı, gençlerin göç etmek zorunda kaldığı ve yolsuzlukların arttığı bir dönemden geçildiğini belirtti.

Erhürman, konuşmasında özellikle inşaat ve konut sektörünün durumuna dikkat çekerek, Kıbrıslı Türklerin bu sektörden uzaklaştığını ve sektördeki işverenlerin yabancıların şirket kurmasının kolaylaştırılması ile rekabetle karşı karşıya kaldığını ifade etti.

Ayrıca, KKTC vatandaşlığına alınma sürecine yönelik örnekler de veren Erhürman, bu tür uygulamaların ticari faaliyet gösteren KKTC vatandaşı iş insanları için bir tehdit oluşturduğunu belirtti.

Erhürman, hükümetin ekonomik, sosyal, kültürel kalkınma planının hazırlanması sürecini eleştirerek, planın hükümet programı değil, halk planı olduğunu söyledi. Ayrıca, halkın adalete ilişkin beklentilerinin son kırıntılarını yok eden ve gençlerin göç etme durumunda bırakan yolsuzluklara işaret etti.

İRADE YOK, YOLSUZLUK VE CEHALET VAR
“Hükumet, utanılması gereken her ne varsa onunla övünüyor. İrade yok, basiret yok, beceri yok, liyakat yok… Cehalet var, yolsuzluk var, hukuk tanımazlık var, vurdumduymazlık var!” ifadelerini kullanan Erhürman, hükümetin insanların düşüncelerini açıklamaktan korkmasını sağlama ve her şeyi normalleştirme çabalarını eleştirdi.

GİDECEKSİNİZ VE EHİL İNSANLAR GELECEK
Halkın artan yoksulluk, yolsuzluk ve gençlerin göç etmek zorunda kalması durumlarına karşı “Bu zihniyet gitmeli ve herkes bunun için elinden geleni yapmalı” çağrısında bulunduğunu söyleyen Erhürman, “Biz bu halkın seçilmiş temsilcileriyiz ve görevimiz belli. Bu halkın iradesinin gereğini yerine getireceğiz. Gideceksiniz ve bu halk toplumun bütün kesimleriyle birlikte bu ülkeyi yönetmeye ehil olduğunu gösterecek.” ifadelerini kullandı.

YOLSUZLUKLARA VE USULSÜZLÜKLERE GÖZ YUMULDU
Erhürman, hükümetin son dört yılda uyguladığı politikalara ve bu politikaların halk üzerindeki etkilerine dikkat çekti. Eğitim, enerji ve ekonomi alanlarında yapılan yanlışları eleştiren Erhürman, hükümetin bu konularda gereken adımları atmadığını, bunun yerine yolsuzluklara ve usulsüzlüklere göz yumduğunu belirtti.

ELEŞTİRİ ÖZGÜRLÜĞÜ VURGUSU
Erhürman, halkın yoksullaşma, yoklaşma, yolsuzluk ve gençlerin göç etmek zorunda kalma durumlarına karşı direndiğini, bu durumların halkın elinde kalan son şeyler olduğunu söyledi. Bu durumların halkın eleştiri özgürlüğü ve beşeri sermayesi olduğunu vurgulayan Erhürman, hükümetin ise bu durumlara karşı gözlerini kapattığını belirtti.

HALKIN GÜVENİ KALMADI
Erhürman ayrıca halkın, tüm bunların karşısında, halkın iradesinin gereğini yerine getireceklerini ve hükümetin gideceğini belirtti. Hükümetin halkın güvenini kaybettiğini ifade eden Erhürman, hükümetin gitmesinin ardından, halkın toplumun bütün kesimleriyle birlikte bu ülkeyi yönetmeye ehil olduğunu göstereceğini söyledi.

Erhürman’ın partinin basın bürosu tarafından paylaşılan Meclis konuşması şöyle:

“Sayın Başkan, değerli milletvekilleri,
Bugün Meclis açılıyor. Adettendir, açılışta yeni yasama döneminin hayırlı olması dilenir. Hayırlı olsun…
Bu Meclis’te herkesin farkında olduğunu düşünüyorum ki bu halk en sıkıntılı, en karanlık dönemlerinden birinden geçiyor.
Bu halk huzursuz, kendini güvende hissetmiyor, önünü göremiyor… Dahası yorgun… Bu halk, iradesizlikten, yalandan, talandan, basiretsizlikten, partizanlıktan yoruldu…

Alım gücünün her gün daha da düşmesi ile birlikte yoksullaşma diz boyu. Yalnızca yoksullaşmadan söz etmekle yetinebilseydik umutları sıcak tutmak biraz daha kolay olabilirdi belki! Ama gelin görün ki korkunç bir yoklaşma da eşlik ediyor yoksullaşmaya. Pandeminin ardından hız kazanan bir süreçte ülkemizdeki bazı sektörlerde Kıbrıslı Türkler hem işletmeci, hem istihdam edilen, hem de alıcı konumundan uzaklaşıyor.

Şu anda en hareketli sektörlerden biri olan ve yanında onlarca sektörü daha beslediği bilinen inşaat ve konut sektöründe Kıbrıslı Türkler ev alamayan, hatta ev kiralaması dahi mümkün olmayan bir duruma düşmüş durumda. Bu sektörde çalışanların çok yüksek bir oranı KKTC vatandaşı değil. Dahası sektörün ürettiği gelirden ciddi pay alan aracıların ve komisyoncuların gittikçe daha da büyüyen bir kesimi yabancı. Ve nihayet, sektörde işveren konumunda olanlar da, yabancıların şirket kurmalarının kolaylaştırılmasıyla ve son zamanlarda yalnızca şirket sahibi veya hissedarı olmanın istisnai vatandaşlık için yeterli sayılmasına ilişkin örneklerle karşılaşılmasıyla birlikte, varlıklarını tehdit edecek bir rekabetle karşı karşıya kalacaklarını fark etmeye başladılar.

Yeri gelmişken istisnai vatandaşlıkla ilgili bir örnekten burada söz etmek isterim. Bakanlar Kurulu’nun 20.9.2023 tarihli kararı: “… Uzun yıllardır ülkemizde bulunduğu, iş kurma izinli olarak ikamet ettiği, ticari faaliyetlerini yürütebilmek için … (adlı şirketi) kurduğu ve hissedarı olarak ülkemize katkı koyduğu dikkate alınarak … adı geçenin yurttaşlığa alınması zorunluluk arz ettiği değerlendirildiğinden, … KKTC yurttaşlığına alınmasına karar verildi.”

Gerekçe, şirket kurmak ve hissedarı olarak ülkemize katkı koymak. Sonuç? KKTC vatandaşlığına alınması “zorunlu” görüldü!.. Siz bu ülkede şirket kuran kaç yabancı olduğunu biliyor musunuz? Ve bu gerekçeyle vatandaşlığa alınmak “zorunlu” öyle mi? Umarım bu ülkede ticari faaliyet gösteren KKTC vatandaşı iş insanları da bu suyun hızla nereye doğru aktığını anlayacaklardır bu örnekten sonra…

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri,
Bu alanda tedbir almanın en önemli yolunun planlama olduğunu biz yıllardır söylüyoruz ama ülkeyi yönettiğini iddia edenlerden tık çıkmıyor. O “tık” nihayet geçenlerde çıktı. Ama ne “tık”! “Hükumet”, aniden, yalnızca ana muhalefetle değil, toplumun geniş kesimleriyle istişare etmeden, tamamen kendi içinde yürüttüğü sözde bir çalışmayla, sözde ön hazırlıkları tamamladı ve işin şovunu yaparak, beş yıllık ekonomik, sosyal, kültürel kalkınma planının hazırlanması için süreci başlattığını ilan etti.

Herkesin bildiği gibi böyle bir plan “hükumet programı” değil, Meclis planı, dahası halk planıdır. Ama belli ki ülkeyi yönettiğini iddia edenler ya bunun farkında değildir, ya da farkında değilmiş gibi davranmayı tercih etmektedir. Bir nüfus politikası ve katılımcılık olmaksızın böyle bir planın asla yapılamayacağını defalarca söylemiş olmamıza karşın, ortada bunu dikkate alan bir yaklaşım yoktur. Çünkü samimiyet yoktur, şov vardır. İrade yoktur, iradesizlik vardır. Bu halkın yok oluşuna dair bir endişe, gaile yoktur, yok hükmünde sözde bir hükumet vardır. Bu, aynı döneme denk gelen, şirket kurdu diye istisnai vatandaşlık verme pratiğinden de görülmektedir.

“Hızla yabancılaşma” yalnızca inşaat sektörü için geçerli değildir! En küçük işletmeler dahi benzer gelişmelerle birlikte aynı duruma sürüklenmeye başladılar. Bu yalnızca yoksullaşma değil, aynı zamanda ürkütücü bir yoklaşma sürecinin içinde bulunduğumuzun en açık göstergesidir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri,
Üretimde de yok edici sorunlarla karşıyayız. Girdi maliyetleri hızla artarken üretimle uğraşanların üreterek var olma imkanları her gün daha da azalıyor. Bununla ilgili kaygı dile getiren hükumet ne yapıyor peki? Mesela en önemli girdi maliyetlerinden biri olan elektrik alanında ne yapıyor?

Dört yıldır bu görevde olmasına karşın, santrallerin bakım ve onarımının yapılmamasından dolayı güneyden çok pahalıya elektrik almak zorunda bırakıyor KIB-TEK’i. İhalesiz akaryakıt alımlarıyla kurumu zarara uğrattığı Sayıştay raporlarıyla tespit ediliyor.

Ve son olarak sözde sınavla, o yetmezmiş gibi sınavsız, münhalsiz istihdama yönelerek kurumun personel maliyetlerini, verimliliği ve liyakatı hiçbir biçimde gözetmeksizin fütursuzca artırmaya devam ediyor. Eleştirildiği zaman da, “yapacağız, yapmaya devam edeceğiz” yanıtını veriyor.

Size Fasıl 154 Ceza Yasası’nın bir maddesini hatırlatmak istiyorum. 2014’te yürürlüğe giren madde 106: “Kamu personeli istihdam edilmesi konusunda yetkiye sahip olup, ilgili mevzuatın istihdam usulüyle ilgili gereklerini yerine getirmeksizin istihdam yapan veya yapılmasına yol açan kamu hizmetinde görevli kişi ağır bir suç işlemiş olur ve beş yıla kadar hapis cezasına çarptırılabilir”.

Son günlerde sağlıkta “ilaç yolsuzluğu” iddialarıyla “temiz eller” havarisi kesilen “hükumet”, bu madde ile ilgili ne diyor? KIB-TEK’te “yaptık, yine yapacağız” diyerek şaibeli sınavların, sınavı bir yana bırakın, gece yarısı operasyonlarıyla gündeme getirilen münhalsiz, kritersiz, gerekçesiz istihdamların bu maddenin ihlali anlamına gelmediğini mi söylüyor?

“Hükumet”,
1. Ercan’daki 59 milyon Euro’ya, bir sözleşme aracılığıyla KKTC yargısının saf dışı bırakılmasına,
2. herkesten gizlenerek imzalanan elektrik enerjisi ile ilgili sözleşmeye,
3. yabancılara mal satışlarına ilişkin sınırlamaların ve Maliye’nin gelirlerine ilişkin düzenlemelerin kurulan şirketler, başkalarının üzerinden mal alma gibi hukukun arkasından dolanan uygulamalarla ihlal edilmesine,
4. ihalesiz alımlara, ihalelere karıştırılan fesatlara, ihale takipçiliklerine,
5. yasalara aykırı şekilde hava parasına satılan veya kiralanan sanayi, turizm, kırsal kesim arazilerinden elde edilen ranta,
6. partizanca istihdamlara, gözlerini ve gözlerimizi kapatmaya, “ilaç yolsuzluğu”ndaki “temiz eller” operasyonu aracılığıyla bütün bunları temize çekmeye mi çalışıyor?
Bütün bunların “ilaç yolsuzluğu” meselesiyle ilgili süreci desteklemediğimiz anlamına gelmediği konuyla ilgili açıklamalarımızdan bellidir. Ama göstere göstere, bu halkın gözüne soka soka yaptıklarınızdan utanç duymanız gerekirken, bir de “temiz eller havarisi” kesilmenize izin vermeyeceğimizi bilmenizi isterim!

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri,
Bütün bunlar hangi zamanda yaşanıyor? Demokrasi tarihimize müdahalelerle geçen bir Cumhurbaşkanlığı seçiminin yaşandığı dönemde. Tarihimizde ilk defa seçimden galibiyetle çıkan ve “hükumet” kuran bir siyasi partinin genel başkanının başbakan olamadığı bir dönemde!..

“İstikrar” taahhüdüyle iktidara gelenlerin durmadan başbakan, bakan, müsteşar, müdür, yönetim kurulu başkan ve üyesi değiştirerek kurumsal hafızanın son kırıntılarını da tükettiği bir dönemde…

Kıbrıs sorununda iki toplumlu, iki bölgeli, siyasi eşitliğe dayalı federasyon zemininden vazgeçtik denilerek, dünyada kabul görmeyeceği herkes tarafından bilinen bir tezle, yalnızca kapsamlı çözüme ilişkin umutların değil, dünyayla doğru zeminde iletişim kurularak bu halkın hak ve menfaatlerinin savunulmasının da derin dondurucuya kaldırıldığı bir dönemde!

Ne kaldı bu halkın elinde? Sıkı sıkıya sarılmaya çalıştığı bir yargı, üzerine titrediği bir kurumsal yapı, yaptıklarınız karşısında konuşma, düşüncesini açıklama, eleştirme özgürlüğü ve gurur duyduğu beşeri sermayesiyle, “onlar yetişecek, gelecek ve bu cehalet, yalan, talan düzenini değiştirecek” diye umutlarını bağladığı çocukları, gençleri! Farkındasınız değil mi? Elbette farkındasınız! Hiç olmazsa bunun farkındasınız!

Farkında olmasanız, bu memlekette hukuka dair her düzenlemeyi ihlal etmez, “gelin Anayasa’yı birlikte ihlal edelim” şeklindeki ahlaksız teklifleri bu Meclis’in kürsüsünden dile getirerek tarihe geçecek kadar fütursuzlaşmaz, hukuka açıkça aykırı uygulamaları yapıp bizleri, insanlarımızı durmadan mahkeme kapılarına yönlendirerek yargıyı ambale etmez, Başsavcılığı pek çok olayda sizi temsil etmekten vazgeçmek zorunda bırakmaz, durmadan Adalet Bakanlığı nidalarıyla farkında olarak ya da olmayarak yargı bağımsızlığına tehditler savurmaz, imzaladığınız sözleşmelerle yargıyı saf dışı bırakmaya çalışmazdınız!

Farkında olmasanız, bu ülkenin en stratejik kurumlarını, KIB-TEK’i, DAÜ’yü batırmak için bu kadar cansiperane çalışmaz, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarını, sendikaları, ekonomik örgütleri, sivil toplum kuruluşlarını itibarsızlaştırmak, çökertmek için bunca çabanın içine girmezdiniz.

Farkında olmasaydınız, insanlar düşüncelerini açıklamaktan korksun diye, bu kadar davayı, yasalarla özgürlükleri sınırlama girişimlerini, ikide birde insanlara hakaret ederek, onları tehdit ederek insanları susturma çabasını gündeme getirmezdiniz.
Ve farkında olmasaydınız, eğitimi bu hale getirmezdiniz. Çocuklarımızı,
1. fiziksel olarak uygun olmayan okullarda,
2. fırsat eşitliğinin sağlanmadığı koşullarda,
3. tıklım tıkış sınıflarda,
4. tarihsel ve olgusal yanlışlarla dolu kitaplarla,
5. pedagoji eğitimi almamış geçici öğretmenlerle,
6. Türkçe bilmeyenlerle bilenlerin birlikte bulunduğu ortamlarda,
7. özel gereksinimlerini, yeteneklerini ve özel ilgi alanlarını asla dikkate almadan,
8. müfredatı, yöntemleri, teknoloji kullanımını çağa uygun hale getirip getirmediğimizi doğru dürüst tartışmadan,
9. karınları aç mı tok mu diye bakmadan,
10. ekran bağımlılığı ve başka bağımlılıklarla planlı bir biçimde mücadele etmeden sözde bir “eğitim”e tabi tutmazdınız.

Öğretmenlerle durmadan kavga etmez, onları itibarsızlaştırmak için bu kadar çaba göstermez, onların motivasyonunu kırmak için bu kadar uğraşmazdınız.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri,
Yoksullaşmanın, yoklaşmanın, bütün bunlar yaşanırken insanlarımızın adalete ilişkin beklentilerinin son kırıntılarını da yok eden, herkesin konuştuğu, kimileri açık ama kimileri henüz belgelenemeyen yolsuzlukların, usulsüzlüklerin ve hukuk ihlallerinin doğurduğu bir sonuç vardır…

1. Ev alamayan, almayı bırakın kiralayamayan,
2. toplu taşımacılığın olmadığı bu ülkede araba da alamaz duruma düşen, hasbelkader aldıysa trafikte can güvenliği bulunmadığını bilen,
3. iş bulamayan, bulduysa ihtiyaçlarını giderecek bir gelir elde edemeyen,
4. ülkesinde demokrasinin, hukukun üstünlüğünün, adaletin, düşünceyi açıklama özgürlüğünün bulunduğuna inancını yitiren,
5. toplum mühendisliği çabalarıyla karşı karşıya olduğunu gören,
6. artan suç oranları ve suç türleri karşısında kendini ülkesinde güvende hissetmeyen,
7. dünyayla buluşmasının her gün biraz daha ertelendiğini gören,
8. kendi ülkesinde kültürel olarak da, sosyal olarak da, ekonomik olarak da her gün daha da yoklaştığını acı acı hisseden,
9. çevrenin vurdumduymaz bir mirasyedi gibi katledildiğine tanıklık etmek zorunda bırakılan gençler ne yapacak?

Eskiden sorardık 12-13 yaşındaki çocuklarımıza… “Büyünce ne olacaksın” derdik. “Doktor, avukat, mühendis, öğretmen vs.” derlerdi. Şimdi aynı soruyu sorduğumuzda cevap, “bu ülkeden gideceğim” oluyor. Eskiden çocuklarını okumaya gönderirken, “okulunu bitirir bitirmez dön” diyordu anneler-babalar çocuklarına. Şimdi, “dönme, belki biz de senin yanına geliriz” diyorlar. Yani, gençler ne yapacak sorusunu sormaya gerek yok! Yanıt belli!

Farkındasınız… Biliyorsunuz… “Kıbrıs Cumhuriyeti” kimliği varsa güneye, varsa da yoksa da başka bir ülkeye göç etmenin yollarını arayacak gençlerin önemli bir çoğunluğu!

Diyeceksiniz ki bütün bunlar dün mü oldu? Yok, dün olmadı. Bir zihniyet ve onun temsilcileri buldukları her fırsatta bizi bu noktaya ağır ağır ittiler. Ama son beş yılda, özellikle pandemi sonrasında, bazı konularda inanılmaz bir hız kazandı bu halkın yoksullaşma, yoklaşma, yolsuzlaşma ve göç süreci… Her fırsatta, her ortamda uyardık. Son derece somut öneriler getirdik. Diyalog, uzlaşma yoluyla sizi doğruya yönlendirmeye çalıştık.

Ama olmadı. Ve siz bu süreci hızlandıracağının farkında olduğunuz her ateşin üzerine benzinle gittiniz, gitmeye de devam ediyorsunuz. Utanılması gereken her ne varsa onunla övünüyorsunuz. İrade yok, basiret yok, beceri yok, liyakat yok… Cehalet var, yolsuzluk var, hukuk tanımazlık var, vurdumduymazlık var!

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri,
“Hükumet” mensuplarının son günlerdeki açıklamalarına bakıyoruz ve utanç verici pek çok şeyin üstünü örtme, her şeyi normalleştirme çabalarının nasıl doruklara tırmandığını görüyoruz. “Meclis’te birlikte çalıştık, çalışalım” diyorlar. Meclis bu halkın. Biz seçilmiş milletvekilleriyiz ve elbette halkın bize verdiği görev ve yetkinin gereklerini bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da yerine getireceğiz.

Ama halkımız bir şey söylüyor! Her yerde söylüyor. Hangi partiye oy vermiş olursa olsun her bir bireyi söylüyor. Hoşunuza gitmeyecek ama bu halk, yaptıklarınızdan, hallerinizden, kurumlarımızı, insanlarımızı itibarsızlaştırmanızdan, bu ülkeyi, bu halkı içine düşürdüğünüz durumdan utanç duyuyor. “Onlar utanmıyor, biz utanıyoruz” diyor.

Ve bize, yalnızca bize değil, bu halkın tüm örgütlerine, tüm kurumlarına bir görev yüklüyor. “Bu zihniyet gitmeli ve herkes bunun için elinden geleni yapmalı” diyor. “Bir an önce yapmalı” diyor. “Meclis’te de, sokakta da yapmalı” diyor.

Bilin ki bu halk yoksullaşmayı, yoklaşmayı, yolsuzluğu, çocuklarının göç etmek zorunda bırakılmasını kabul etmiyor. “Bir an önce” diyor ve utançtan kurtulmak istiyor.

Biz bu halkın seçilmiş temsilcileriyiz ve görevimiz belli. Bu halkın iradesinin gereğini yerine getireceğiz.

Gideceksiniz ve bu halk toplumun bütün kesimleriyle birlikte bu ülkeyi yönetmeye ehil olduğunu gösterecek.

Teşekkür eder, saygılar sunarım.”

Exit mobile version