Çevirenin notu: ABD’nin ‘derin’ yayın kuruluşlarından Foreign Policy’den Steven A. Cook’un kaleme aldığı analizde, yaklaşan 14 Mayıs seçimlerinde galip gelen tarafın Kemal Kılıçdaroğlu olması halinde “Batı’nın beklemesi gerekenler” konusunda uyarılarda bulunuluyor.
Makalenin yazarının kendisi de bir dönem (her liberal ve dönek ‘Yetmez Ama Evetçiler’ gibi) AKP ve Erdoğan’a açık çek verdiğini itiraf ederken, Kılıçdaroğlu ve Millet İttifakı yönetimindeki Türkiye’nin bazı konularda “belirsizlikler barındırdığı” ifade ediliyor.
Yazıya göre Batı, Kılıçdaroğlu’nun bilinemezliğinden hoşnut değil. Foreign Policy buna vurgu yaparken, öte yandan seçimler sonunda Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı makamından ayrılması durumunda da bir anda “Ankara’da kimse güneşin doğmasının beklenmemesi gerektiği” yorumunda bulunuldu: “Türkler baskıcı, yozlaşmış ve anti-demokratik Erdoğan ve AKP iktidarından bıkmış görünüyor. Yenilirse sevinirler lakin Ankara’da kimse güneşin doğmasını beklemesin.”
Çeviren: Bahadır Batur/Sol Haber
————————————-
Türkiye’nin 2018 cumhurbaşkanlığı seçim yarışı sırasında The New York Times1, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın o dönemki rakibi Muharrem İnce’yi desteklediğini ifade eden bir başyazı yayımladı. Birkaç paragrafın ardından, NYT yayın kurulu, Muharrem İnce’ye ve İnce’nin görüşlerine kıyasla Erdoğan’ı daha fazla sevmediğini açıkça ifade ediyor.
Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) lideri ve altı partili koalisyonun 14 Mayıs’taki seçimlerde cumhurbaşkanlığı için Erdoğan’a meydan okuması için seçtiği Kemal Kılıçdaroğlu için de durum benzer. Seçime sadece bir ay kala Kılıçdaroğlu 72 ile 103 puan arasında önde görünüyor.
Yine de Kılıçdaroğlu’nun muhalefet bloğundaki liderliğinde dahi, Erdoğan’ın kaybedeceğine inanmak zor bir ihtimal olarak görünüyor. Belki bir hayal gücü eksikliğinin sirayeti, lakin 2003’ten beri Erdoğan önce başbakan, sonra da cumhurbaşkanı olarak iktidarda. Erdoğan ve onun Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP), iktidarı ellerinde tutabilmek için siyasi kurumların içlerini boşalttı, işlevsizleştirdi ve yeniden şekil verdi. Türkiye cumhurbaşkanı, rakiplerini kündeden atmak için devlet aygıtlarını kullandı ve her daim sorumluluk sahibi olmasa da Türkiye’nin bir zamanlar şamatacı medyanın büyük bölümünün için artık hükümetin sözlerini ezbere söyleyecek olmasına güvenebilir. Bir zamanlar laik milliyetçi müesses nizamın kalesi olan yargı da şimdi AKP’lilerin elinde. Erdoğan, daha önce sadece modern Türkiye’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün ilkelerine sadık olan askeri yönetime yeniden şekil verdi.
Bu koşullar altında, Erdoğan’ı ancak Tanrı’nın bir ameli yerinden edebilir gibi görünüyor. Belki de 6 Şubat’taki deprem tam da budur.
Kılıçdaroğlu’nun kazanması Türk siyaseti ve dış politikası için ne anlama gelecek? Türk ve Batılı bazı yorumcular, Türkiye’nin bir kez daha4demokratik5, müreffeh, Avrupa Birliği üyeliği peşinde koşmaya hazır ve NATO müttefikleriyle daha uyumlu6 olabileceğine inanıyor. Şüphesiz ki, Erdoğan’ın yenilmesi ve görevi bırakması, milyonlarca Türk’ün rahat nefes almasını sağlayacak. Fakat Türkiye’nin hiç yaşanmamış bir geçmişe dönüş yapması pek olası değil.
***
Kılıçdaroğlu ve ortaklarının neye inandıklarını, ülkeyi nasıl yöneteceklerini söylemek zor. “Altılı Masa” olarak da bilinen ve Kılıçdaroğlu’nun liderliğini yaptığı Millet İttifakı, Erdoğan’a karşı nefretlerinde birleşmiş, ideolojik olarak farklı parçaların bir araya geldiği bir koalisyon. İttifak, sol-merkez/sosyal demokrat ve milliyetçi alanda konumlanan Kılıçdaroğlu’nun CHP’sine ek olarak, Türkiye’nin aşırı sağcı milliyetçilerinin bir kolu olan İYİ Parti, sırasıyla AKP’den ayrılan Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu liderliğindeki iki merkez sağ parti ve bir başka merkez sağ grup olan Demokrat Parti’den oluşuyor. İttifakın diğer üyesiyse, o dönemki hükümetin başka bir İslamcı partiyi yasaklamasının ardından 2001 yılında AKP ile aynı zamanda kurulan dindar milliyetçi muhafazakâr bir oluşum olan Saadet Partisi.
Millet İttifakı, yargıdan madenciliğe, turizmden daha birçok konuya değinen dokuz ana bölüm ve çeşitli alt bölümlerden oluşan, koalisyon yapısının hantal doğası da göz önüne alındığında, ideolojik bir piyango torbası gibi görünen uzunca bir “Ortak Politikalar Mutabakat Zaptı7” yayınladı. Erdoğan ve AKP karşıtlığının yanı sıra, İttifak’ın Türkleri cezbetmesinin en önemli unsur, Erdoğan’ın altı yıl önce kurduğu ve gücünü büyük ölçüde artırmasını sağlayan “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi”nden uzaklaşarak, Millet İttifakı’nın “güçlendirilmiş parlamenter sistem” olarak adlandırdığı yönetim sistemine geçiş konusundaki kararlığı. Bu konudaki bölümler niyet açısından en yüksek notu hak ediyor, ancak aynı zamanda ne yazık ki gerçeklikten ve garip bir şekilde politik derinlikten yoksun görünüyor.
Türkiye’nin siyasi kurumlarında köklü değişiklikler yapmak, Kılıçdaroğlu ve arkadaşlarının öne sürdüğü gibi “anayasal ve yasal değişiklikleri acilen hayata geçirilmesi” kolay olmayacak. Türkiye’nin siyasi kurumlarını kendi çıkarları için kötüye kullanması için AKP’nin elinde 20 yıl vardı. Devleti bu şekilde ele geçirdikten sonra ne parti liderleri ne de bürokrasi ve yargı kademelerindeki icraatçıları bu kadar çabuk pes edecek gibi görünmüyor. Bu durum ülkeyi ya Millet İttifakı’nın çok yükselttiği beklentilerden geri adım atmasına ve yüksek bir siyasi bedel ödemeye zorladığı ya da Türkiye’nin yeni liderlerinin ittifakın aradığı dönüşümü yumuşatmak için hükümet kadroları içindeki AKP icraatçılarını tasfiye etmesine götüren devasa bir mücadele ortamına hazırlıyor.
Türkiye siyasetinde bu çıkarımların emsalleri mevcut. Geçtiğimiz on yıllarda, AB üyeliği ve özellikle ekonomi konusunda Türklerin umutları artmıştı, ancak umutları boşa çıktı. İkincil olarak, özellikle 1990’ların sonlarında siyasi istikrarsızlık tohumları ekildi. Tasfiyeler artık Türk siyasetinin bir özelliği haline geldi. Şubat 1997’de ordu, AKP’nin öncül partilerinden birinin takipçilerinin hükümetteki pozisyonlarından tasfiye edilmesini talep eden “tavsiyeler” yayımladı. Son olarak da AKP’nin eski ortaklarından biri olan Gülen Cemaati hareketinin bürokrasi içerisindeki kadrolarının 2014’ten bu yana devam eden tasfiyesi devam ediyor.
***
Konu daha adil ve demokratik bir siyasi sistem talebine geldiğinde, 74 yaşındaki Kılıçdaroğlu’nun kalbinin doğru yerde olduğuna inanmak için bazı nedenler bulunuyor. Belirtildiği gibi Kılıçdaroğlu’nun tam olarak neye inandığını bilmek zor, ancak ana muhalefet lideri olarak görev yaptığı süre boyunca, Erdoğan’ın iktidarı ele geçirmesi zemininde kendisini sorumlu bir siyasetçi ve demokrat olarak konumlandırdı. Bir keresinde Ankara’dan İstanbul’a adalet yürüyüşü8 düzenledi.
Öte yandan, bazı parti üyeleri CHP’nin iç işleyişinin demokrasiden yoksun olduğu konusunda eleştiriyor. Ayrıca, Erdoğan’ın gerçekçi rakipleri arasındaki en zayıf isim olmasına rağmen kendisini Cumhurbaşkanlığı adayı olarak Millet İttifakı’na dayatma biçimi, mizacı ve demokratik itibarı hakkında soru işaretleri uyandırıyor.
Pek tabii ki, bir toplumda sosyal eylem ve politik davranış için çerçevelerini oluşturan kurumlar, iktidar koltuğunda oturan insanlara komik şeyler yapabilir. Kılıçdaroğlu’nun bir kere cumhurbaşkanlığı konumuna iyice yerleştikten sonra, cumhurbaşkanlığı yetkilerinden vazgeçmek isteyeceğinden nasıl emin olunabilir? Ne de olsa, siyasetçiler genellikle gücü devretmeyi değil, ellerinin altında toplamayı severler. Buna ek olarak, Türkiye’nin yeni cumhurbaşkanı, başarısızlığını görmeye kararlı, gaddar ve kindar bir muhalefetle karşılaşabilir. Cumhurbaşkanlığı makamı AKP ve ortağı MHP ile yaralayıcı karşılaşmada avantaj sağlayacaktır.
Kılıçdaroğlu, Millet İttifakı’nın cumhurbaşkanlığının yetkilerinin kaldırma vaadini yerine getirmek istese bile, hırslı başkan yardımcıları Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş’ın aynı fikirde olacağının garantisi yok. Özellikle İstanbul’un belediye başkanı olarak İmamoğlu, zaman zaman düşmanı Erdoğan’a benzer şekilde sert tavırlar sergiledi.
İmamoğlu da, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Yavaş da becerikli ve başarılı siyasetçiler, lakin demokratlar mı? Belki. Ben de dahil olmak üzere9 pek çok insan Erdoğan’ın reformcu olduğuna ve AKP gibi partilerin otoriter bir etkiye yol açmadan; bir kişinin bir oyla bir seferde sorununu çözmesini sağlayarak güç biriktirebileceği İslamcı Üçüncü Yol’un öncüsü olduğuna inanıyordu.
Diğer büyük meselelerde Millet İttifakı pek de güven telkin etmiyor. Örneğin “düşünce, fikir ve ifade özgürlüklerini güçlendirme” sözü veriliyor10. Bununla birlikte, bu yeni liberal açılımın Kürt milliyetçileri ile Gülencileri de kapsayacak şekilde uzanıp uzanmayacağı belirsiz. Bu konuda, ittifak sessizliğini koruyor. Belki bu iyi bir siyaset lakin Kılıçdaroğlu’nun haksız yere terörist olmakla suçlanan akademisyenler, hukukçular, gazeteciler ve sıradan insanlardan oluşan lejyonların serbest bırakılması ve rehabilite edilmesi gerektiğini doğrudan söyleyememesi çarpıcı.
Muhalefetin konuyu ele alış şekline benzer şekilde AKP ile Kılıçdaroğlu ve ortakları da Suriyeli mültecileri kendi ülkelerine geri göndermek11 istiyor. Türkiye’de popüler bir konumda olmasına rağmen, canlarını kurtarmak için kaçan ve Türk toplumuna katkıda bulunan yoksul Suriyelileri bir düşünün. Kılıçdaroğlu’nun talimatıyla Suriye’nin acımasız rejimine iade edilecekler.
Bir asır önce cumhuriyetin kuruluşundan bu yana Türkiye siyasetinin merkezi bir draması konumundaki Kürt sorunu konusunda Kılıçdaroğlu, partisini Kürtlerle iş birliğine açık hale getirerek olumlu bir değişime öncülük etti. Yine de herhangi bir yaratıcı çözüme sahip görünmüyor. Sözde akil isimlerden oluşacak bir konsey12 oluşturma önerisi ve görünüşte tavsiyeler sunması ilham vermiyor; belki de zorlu bir durumla yüzleşmeyi erteleme çabasıyla sorunları tipik şekilde uzaklara erteleme çabası olabilir.
***
Dış politikaya gelince, Millet İttifakı “iç siyasi hesapların ve ideolojik yaklaşımların” artık dış politikanın etmenleri olmayacağını ilan ederek, Türkiye’nin dış politikadaki aktivizmine son vereceğini söylüyor; bu karşılık ittifak üyelerinden olan ve Erdoğan’ın dışişleri bakanı olarak görev yapan Davutoğlu’nun üstü kapalı olarak azarlanması olarak değerlendirilebilir. İttifakın bu sözlerle kimi kandırmaya çalıştığı belli değil ama siyasetle dış politikanın kesiştiği noktaya ters düşen saçmalıklar bunlar.
İyi haber şu ki, Millet İttifakı AB üyelik sürecini yeniden başlatmak ve Türkiye’yi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin aralarında Türkiye’nin 2017’den beri haksız yere hapsettiği Osman Kavala’nın13 da bulunduğu diğer kişilerin serbest bırakılması da dahil olmak üzere kararlarına uymaya zorlamak istiyor. İttifak ayrıca, muhtemelen Türkiye’nin satın aldığı S-400 hava savunma sistemlerini Rusya’ya iade ederek, F-35 müşterek taarruz uçağı programına geri dönmek için “girişimlerde bulunacağını” söylüyor; lakin S-400’lerin Rusya’ya iadesini taahhüt etmiyor. Türk hükümeti 100 adet F-35 savaş uçağı satın almayı planlamıştı ve savaş uçağını üreten uluslararası konsorsiyumun parçasıydı; ancak Rus sisteminin Türkiye’nin envanteriyle eklenmesiyle ABD hem satışı hem de Ankara’nın programa katılımını sonlandırdı.
Aynı zamanda Kılıçdaroğlu, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad rejimiyle ilişkileri normalleştirmek istiyor. Erdoğan da Esad’la ilişkileri normalleştirmeye yöneldi; ancak bu hamle Suriye iç savaşı boyunca Esad yanlısı olan muhalefetin baskısına yanıt olarak oldu. Kılıçdaroğlu’nun kazanması halinde, Türkiye cumhurbaşkanı olarak ilk ziyaret güzergahlarından birisi Şam olursa kimse şaşırmasın.
Ayrıca, Millet İttifakı sarsıcı bir işaret olarak, yalnızca Türkiye’nin tanıdığı ve uluslararası toplumun dışında kalan “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin müktesep haklarını koruma hedeflerini sürdüreceğini” beyan ediyor. Bu beyanın bir AB üye devletinin devam eden işgali ve potansiyel olarak bölünmesi çağrısında bulunulması anlamına geldiği için, Ankara’nın AB ile ilişkilerini karmaşıklaştıracağı kesin.
İlginç bir şekilde, Millet İttifakı’nın mutabakatında ABD’den söz edilmiyor. Muhtemelen bunun nedeni, Türklerin uzun zamandır ABD’nin dış politikası hakkında açıkça olumsuz yöndeki görüşleri14 olmalı. Kılıçdaroğlu da dahil olmak üzere Türk siyasetçilerinin bu durumdan siyasi çıkar elde etmek için güçlendirip yaygınlaştırdıkları bir olgu. Özel hayatlarında ABD’li muhataplarına doğru olan tüm şeyleri söyleyebilirler, ancak söylemlerinde Amerika Birleşik Devletleri’ne alenen saldırmaya karşı geri adım atamazlar. Kılıçdaroğlu’nun son 10 yılda Washington’u iki kez ziyaret etmesi dikkat çekiyor. Her iki seferde de gezisini Türk basını ve rakipleri açısından küçük göstermeye, hatta saklamaya çalıştığını sezmemek elde değildi. Bu sinsice ziyaretler, Kılıçdaroğlu’nun Ankara’nın en önemli ilişkilerini ele alma biçimini yansıtıyor ve de ikili ilişkiler için pek iyiye işaret değil.
Türkler baskıcı, yozlaşmış ve anti-demokratik Erdoğan ve AKP iktidarından bıkmış görünüyor. Yenilirse sevinirler lakin Ankara’da kimse güneşin doğmasını beklemesin.