Bugün Kıbrıs

BÜYÜKELÇİ DARYAL BATIBAY: İKİ DEVLETLİ ÇÖZÜM AKIL DIŞI!

Rusya’nın Ukrayna’ya düzenlediği harekatının ardından dünya yeni bir Soğuk Savaş döneminin başlayıp başlamayacağını tartışıyor. Yüzünü batıya dönen Ukrayna’yı tehdit olarak gören Rusya’nın yayılmacı politikaları ve Ukrayna’daki Rusya yanlısı ayrılıkçıları desteklemesi Doğu-Batı arasındaki dengeleri derinden etkileyecek gibi görünüyor.

Son dönemde batıdan uzaklaşan ve Rusya ile yakınlaşan Türkiye’nin Ukrayna’dan yana olan tavrı ise ‘Batı ile Türkiye arasındaki yakınlaşmalar’ hanesine artı olarak yazılıyor.

Peki tüm bu gelişmeler toprak bütünlüğü bozulmuş olan Kıbrıs’ta kartların yeniden dağıtılmasına neden olur mu? Türkiye Kıbrıs’ta yeniden federasyona döner mi? Güven Yaratıcı Önlemlerin tartışıldığı bu yeni dönem kapsamlı müzakerelerin kapısını yeniden açar mı? Tüm bunları Türkiye’nin önemli diplomatlarından emekli büyükelçi Daryal Batıbay ile konuştuk…

41 yıl Türkiye Cumhuriyeti’ni temsil eden, Washington, Pekin gibi önemli büyükelçiliklerde bulunan Daryal Batıbay, Kıbrıs sorununda iki devletli çözüm tezinin akıl dışı olduğunu, son bir kez ‘şartlı’ federasyon tezine dönülmesi gerektiğini vurguluyor. 11 yıl Avrupa Konseyi Daimi Temsilcisi olan Batıbay, Maraş’ın Vakıf malı olduğu iddiasını gerçekçi bulmadığını belirterek mimarlarından olduğu Taşınmaz Mal Komisyonu’nun çalıştırılmadığını söylüyor…

Büyükelçi Daryal Batıbay ile yaptığımız röportaj şöyle:

– Rusya Ukrayna’ya işgal harekatı başlattı. Batı güçlü yaptırımlar açıklıyor. Putin bunu neden yapıyor? Sonuçları ne olur?

Rusya açısından Ukrayna’nın yarattığı sorunun askeri veya güvenlik sorunu değil Ukrayna’daki iç siyasal değişim olduğunu düşünüyorum. Ukrayna demokratik toplum olma yolunda epey yol aldı. Şimdiki başkan yüzde 73 oyla ve serbest bir seçimde seçildi. Avrupa Birliği (AB) ile gayet kapsamlı bir ortaklık anlaşması yaptı. Böyle bir Ukrayna, Rusya ekseninden gittikçe uzaklaşıyor ve batıya yaklaşıyor. Bu değişim Putin rejimi tarafından kabul edilemez bulunuyor daha açık deyimle Ukrayna elden kaçıyor. Putin’i bu hukuk dışı ve tamamen hiçbir ciddi haklı gerekçeye dayanmayan saldırıya yönelten neden bu. Nerede duracağını henüz bilmiyoruz. Son konuşmalarına bakıldığında Ukrayna’nın ayrı bir devlet oluşunu sorgular durumda. Eğer Ukrayna’nın demokratik hükümetini kuvvet yoluyla devirip yerine kendi rejimine benzer bir rejim kurarsa Beyaz Rusya’da, Kazakistan’da olduğu gibi o zaman onunla yetinebilir ama bakarsınız Ukrayna’yı tamamen haritadan da silip kendi topraklarına katmaya da girişebilir.

-Putin’in bu hamlesi batıda ne gibi sonuçlar doğurur?

Batının bunu askeri yönden engellemeyeceği belli oldu fakat kısa vadedeki sonuçları ne oldu derseniz Birincisi, NATO ittifakını yeniden güçlendirdi. NATO’nun kuruluş amacı Sovyet tehdidiydi bugün ise Rus tehdidi olarak yeniden canlandı. Yani NATO’nun orijinal misyonu devam ediyor. Bunu göre müttefikler kendi aralarındaki farklılıkları giderip dayanışmayı güçlendirmeye yöneliyorlar, ortada hala ortak bir tehdit var çünkü. İkincisi ise Putin’in bu hamlesi çelişkili bir sonuç doğurdu. NATO Rusya’ya komşu üyelerindeki askeri mevcudiyetini artırmaya başladı. Baltık cumhuriyetleri, Polonya, Romanya olmak üzere asker sayısını artırdı. Halbuki Putin’in savaşa girerken argümanlarından biri Doğu Avrupa ülkelerindeki NATO/Amerikan askerinin artmasından duyduğu rahatsızlıktı. Şimdi bu daha da artan şekilde sürecek. Üçüncüsü de sanırım bu saldırı Ukrayna’nın ayrı bir ulus olduğunu, Rusya karşıtlığı ile güçlendirerektir.

– Bu gelişmelerin Türkiye’ye etkisi ne olur?

Türkiye açısından kısa vadede ağır bir ekonomik fatura çıkıyor. Enerji fiyatlarının hemen yükselmesi gibi… Özellikle doğalgazın fiyatı çok arttı ve Türkiye büyük bir doğalgaz ithalatçısı. Tabii bir de turizme etkisi olacak… Türkiye’nin bu sıkıntılı ekonomik döneminde turizmden beklentisi çok büyüktü. Türkiye’ye gelen turistlerin yüzde 25’i Rusya ve Ukrayna’dan. Bu savaşın nasıl evrileceğini bilmiyoruz ama turist sayısında bir azalma olacağını söylemek mümkün. Ayrıca Türkiye büyük bir tahıl ithalatçısı, Ukrayna ve Rusya’dan ithal ettiği çok yüksek miktarlar var. Bunların fiyatlarında da artış var. Tüm bunlar zaten güç durumda olan Türk ekonomisine enflasyonist baskıları artıracaktır. Öte yandan komşularına saldırıp, kuvvet kullanarak sınırlarını değiştirebilen böyle bir Rusya ile ilişkilerini de er geç gözden geçirecektir diye düşünüyorum. Rusya ile ilişkileri daha dengeli, daha simetrik bir hale getirecek tutuma yönelmesi benim açımdan şaşırtıcı olmayacak.

– Dünyada yalnızlaşan Türkiye’nin son zamanlarda batı ile yakınlaştığını, bir politika değişikliğine gidildiğini düşünür müsünüz?

Evet, 2021’in başından bu yana Türkiye’nin dış politikasında bir değişim göze çarpıyor. Bunun iki önemli boyutu var. Birincisi Batı (ABD ve AB) ile son yıllarda bozulmuş olan ilişkileri düzeltme isteği. İkincisi de bölgedeki komşuları ile ilişkilerini düzeltme isteği. Ermenistan ile normalleşme, Mısır, İsrail, Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan gibi ülkelerle ilişkileri düzeltmeye çalışıyor. Bu da tabii bölgesel yalnızlığın iyi bir şey olmadığının görülmesi üzerine oldu diye düşünüyorum.

– Peki neden bozulmuştu bu ilişkiler, Türkiye nerede hata yaptı ve yalnızlaştı?

Bölge ülkeleri ile Türkiye ilişkilerinin bozulması Arap Baharı ile başladı. Arap Baharı’nda Türkiye kendi kendine aktif rol üstlendi. Ondan sonra da özellikle Arap ülkelerinin iç siyasetlerini etkilemeye yöneldi ki bu Cumhuriyetin geleneksel Ortadoğu’ya yönelik politikasından ayrılıştı. Cumhuriyetin geleneksel Ortadoğu politikası Arap ülkelerinin iç siyasetlerine ve birbirleriyle olan ilişkilerine karışmamaktı. Şimdi bunun olumsuz sonuçları görülmeye başlandı ve bölgede yalnızlığın istenir bir şey olmadığı, Türkiye’nin çıkarlarını korumadığı görüldü.

Avrupa Birliği ile başlıca problem ise 2020’de nükseden Doğu Akdeniz sorunuydu. Türkiye’nin tek taraflı araştırmalar yapması gerek Yunanistan’la gerek Rum yönetimi ile ciddi bir gerginlik yarattı. Türkiye bu tek taraflı faaliyetleri durdurdu ve bunu yaparak AB ve ABD ile ilişkilerindeki o ani pürüzü geri plana atmış oldu.

-Bu olumlu değişim Doğu Akdeniz’e, Kıbrıs Sorunu’na nasıl yansır?

Türkiye tek taraflı araştırmalar yapmak yerine özellikle Yunanistan’la ilgili olarak Ege denizinde var olan tek taraflı hareketlerden kaçınmayı içeren moratoryumu Doğu Akdeniz’e taşıyabilir. Üstelik Akdeniz’de Yunanistan’la sorunlarımız Ege’ye göre daha hafif. Türkiye ve Yunanistan arasında Akdeniz’de münhasır bölge sınırlandırması yapılabilir kanısındayım. Eğer Yunanistan Meis adası konusunda uluslararası hukuk çizgisine gelirse Türkiye de Libya ile imzalamış olduğu Girit’i yalayarak geçen münhasır bölge tutumunu gözden geçirebilir. İki ülke uluslararası hukuka uygun şekilde uzlaşırsa Doğu Akdeniz’de iki ülke arasında münhasır bölgeyi sınırlamak güç olmaz diye düşünüyorum. Bu konuda Merkel görevden ayrılmadan ara buluculuk yapmak istedi ama maalesef bu fırsat kaçırıldı. Yine de şimdi Doğu-Batı gerginliği NATO ülkeleri açısından dayanışmayı beslediği için Türk-Yunan ilişkilerine yansıması da olabilir.

– Amerika East-Med projesini desteklemeyeceğini açıkladı. Doğu Akdeniz gazının akıbeti ne olacak? Yeni denkleme göre Türkiye üzerinden Avrupa’ya ulaştırılması gündeme gelebilir mi?

Yunanistan, İsrail, Kıbrıs arasında imzalanan bu proje ekonomik aklı bulunmayan siyasi bir projeydi. Bu kadar uzun bir boru hattının derin ve engebeli bir satıhtan gitmesi teknik, ekonomik ve güvenlik gibi ciddi sorunlar getiriyordu. Şimdi uluslararası ortam da değişti. Bu projedeki amaç Avrupa’nın Rusya’ya bağımlılığını azaltmaktı ama şimdi AB’nin Yeşil Mutabakat politikası ortaya çıktı. Çıkarılması hem çok masraflı hem de çevre dostu olmayan fosil yakıttan uzaklaşma durumu var.

Doğu Akdeniz’de en büyük rezerv Mısır’da ve kendi bölgesindeki doğalgazı kendi sahilinde kurulu olan iki tane sıvılaştırma tesisine taşıyacak. Avrupa’nın zaten azalan bir talebi var ama artan gaz talebi Asya’da. Yani Mısır sıvılaştırılmış gazı Asya piyasalarına ulaştırmayı hedefliyor. İkinci büyük doğalgaz rezervi ise İsrail’in… Bu konuda da farklı görüşler ortaya çıkıyor. İsrail’in anayasasında doğal kaynakların belli bir oranını içeride tüketme hükmü var. Yani ihraç edebileceği gaz miktarı belli iken bunun Türkiye’ye bir boru hattı döşeyerek Avrupa’ya ulaştırılmasını gerekli kılıyor mu pek emin değilim. İsrail kendi gazını daha kısa bir yoldan Mısır’daki sıvılaştırma tesislerine gönderebilir. Ayrıca Ürdün’e satma hesabı da yapıyor yani Türkiye’ye bir boru hattı döşemekten daha ucuz alternatifleri var.

En az olan gaz da Kıbrıs’ın etrafındaki. Bir ara sıvılaştırma tesisi kurmayı düşündüler ama rezervin miktarı ve çıkarmanın maliyeti hesaplandığında enerji şirketleri tarafından rasyonel bulunmadı. Yani beklenmedik bir siyasal değişim olmazsa Kıbrıs’ın etrafındaki gaz denizde kalacak gibi duruyor.

– Son birkaç aydır Güven Yaratıcı Önlemler (GYÖ) yeniden gündeme geldi. Ne buradaki yönetim ne de Türkiye bunları tartıştı, tartıştırdı… Siz bu önerilere nasıl yaklaşıyorsunuz? Önerilen şeyler Kıbrıs Türk Toplumunu bu içinden çıkılamaz sosyo-ekonomik durumdan kurtarmaz mı?

Kuzeye hava ambargosunun kaldırılması ve Maraş’ın iadesi konusu her genel çözüm arayışı çöktükten sonra ortaya atılan bir paket. 1979 Anglo-Amerikan Planında da vardı. O tarihten Annan Planına kadar yedi kere gündeme geldi. Yedi keresinde Türk tarafı ya bunu kabul etti ya da kendisi önerdi. Rahmetli Denktaş da 2003’te Annan Planını engellemek amacıyla bunu önermişti. Yedi kez de Rum tarafı bunu reddetti. Peki şimdi ne oldu da şimdi onlar bunu öneriyor?

Cevap, Maraş’ta atılan adımlar tabii ki… Maraş’ta olanların ardından Kıbrıslı Rumlar AB’ye giderek Türkiye’ye karşı yaptırımlar istedi ancak istedikleri sonuç çıkmadı. Hele şimdi Avrupa’daki yeni güvenlik ortamında hiç şansları kalmadı, Türkiye’nin bir NATO üyesi pozisyonu nedeniyle ortam yine değişti. Dolayısıyla yaptırım çabası beyhude uğraş olarak kaldı. Yeniden Dışişleri Bakan olan Kasulidis de bu çabaların beyhude olduğunu söylüyordu. Onun da gelmesiyle ve ‘Maraş elden gidiyor’ sebebiyle GYÖ’ler yeniden gündeme geldi.

Bana göre bu mutlaka ama mutlaka müzakere edilmeli. Karmaşık yönleri olduğunu biliyorum ama hukuki, teknik yanını ve Kıbrıslı Rum hükümetinin ne kadar esneklik gösterebileceğini anlamak açısından bunu mutlaka müzakere etmek lazım. Onun için Kasulidis’in bunu batıya pazarlamak yerine buradaki muhataplarıyla konuşması gerekiyor. Buradakilere “müzakere edilsin” dediğimde ise hemen şu cevabı alıyorum: “45 yıldır federasyon müzakere ediyoruz, 45 yıl da Ercan-Maraş mı edeceğiz?”… Bu müthiş bir güven problemi olduğunu gösteriyor. Müzakereden kaçınmamak gerek. Müzakere her zaman anlaşma ile sonuçlanmayabilir ama muhataplarınızın niyetlerini, esneklik sınırlarını belirlemeyi sağlar.

– GYÖ’leri biraz açar mısınız? Yani ne getirir, ne götürür, gerçekleşmesi mümkün mü?

Maraş’ın Birleşmiş Milletlere (BM)’ye devri ile Ercan’ın BM gözetimine verilmesi önerisine bakacak olursak… Ercan’ın uluslararası trafiğe açık bir havaalanı olarak tescil edilmesi için bunu Kıbrıs Cumhuriyeti adına Rum tarafı yapacak ve “BM’ye devrettim” diyecek. Fiilen uygulamada bir kulübe ve birkaç mavi bereliden ibaret olacak. Buradaki anlayış bu mu? Bu noktadan sonra cevaplanması gereken bazı sorular var… Bu tescil bir genel çözüm oluncaya kadar geçerli olacak mı? Yani Türk tarafı Maraş’ı BM’ye devrettikten sonra Ercan’daki tescili geri çekme gibi bir durumun olmayacağının garantisi olmalı. Bu mutabakatı nasıl formalize edeceğiz, nasıl resmileştireceğiz. İşte bunları konuşmak lazım.

Sonra FIR konusu var. Bu hizmeti kim verecek? Bunun güneyden verilmesi buranın fiili kontrolünün kuzeye teşmili anlamına gelir ev kabul edilmez. Türkiye’nin FIR hattının teşmili de güney de kabul edilmez. Bu hizmet BM’ye verilebilir mi gibi karmaşık konular var.

Bir diğer öneri de AB kontrolünde Mağusa Limanı’nın tanınması… Bunun karşılığında da Kıbrıs uçaklarına Türkiye hava sahasının açılması, Kıbrıs bayraklı gemilerin Türkiye limanlarına girmesi gibi talepler var. Bu talepler işi büyütüyor aslında ve bence çıkmaza sokuyor. Çünkü Mağusa Limanı kuzey açısından önemli bir liman değil, bugün artık Girne var ama Kıbrıs Cumhuriyeti bayrağı denizcilikte bir sürü ülkenin bayraklarının kaydedildiği bir yer. Panama gibi… İşte bu noktada buna Türkiye limanlarını açmak dengesiz bir talep oluyor. Kıbrıs Rum tarafına fazla avantaj sağlıyor, Kıbrıs Türk tarafına sağladığından… Bence bu talepleri ada dışına taşırmamak lazım. “Türkiye hava sahasını, limanlarını açsın” demek dengeleri bozuyor ve zaten şüpheyle yaklaşılan bir projeyi baştan öldürüyor. Kapsamlı çözüm olduğunda zaten Kıbrıs Cumhuriyeti’ne bütün bunlar açılacak.

Elbette bu önerilerin kuzeye getirisi müthiş olur. Rakamlara baktığınızda 1979 yılında Havaalanı-Maraş önerisi geldiğinde kuzeye gelen yabancı sayısı (hepsi Türkiyeli) 83 bin küsurdu, pandemiden önceki son yılda 2019’da gelen yabancı sayısı ise 2 milyona yaklaşmış. Yaklaşık 2 milyon yabancının 463 binin üçüncü ülkelerden geliyor. Yani bu Kıbrıs’ın kuzeyindeki ciddi ekonomik krizi aşmak için müthiş bir yol olur. Türk Lirası nedeniyle ithal edilen ciddi bir kriz var burada. Türkiye de eskisi kadar para yollamıyor çünkü Türkiye ekonomik bakımdan çok sıkışık durumda, bu son krizlerle daha da sıkışacak. Kısacası bu önerilerin müzakere edilip, kabul edilmesi Akdeniz’in ortasındaki bu cennet adayı uçurur. Müthiş bir turizm patlaması, turistik yatırımı teşvik eder. Mülk fiyatları çok artar ve böyle olursa gelen turist kalitesinde ciddi artış olur. Yani sadece sayısal değil kalite artışı da sağlayacak. Onun için ben kuzeyin ekonomisini düzeltmekten bundan daha etkili ve kolay bir yol düşünemiyorum. Bunun için de mutlaka müzakere etmek lazım.

– Ancak Türkiye ve Kıbrıs Türk tarafı iki devletli çözüm ve egemen eşitliği tanımadıkları sürece masaya oturmam diyor… Türkiye yeniden federasyon tezine döner mi?

Bir anekdot paylaşayım… TC Dışişlerine giren yeni meslek memurlarına meslek içi eğitimde Dışişleri Müsteşarı, “Birinci ders, birinci konu; Diplomasi mümkün olanı becerme sanatıdır” derdi. İki devlet tezi bu ilkeye aykırıdır. Kimse bunun başarı şansı olduğunu söyleyemez. Ta başından bu işten bir şey çıkmaz demektir. Kabul edilemezdir. Çünkü BM Güvenlik Konseyi’nin Kıbrıs’ta çözüm için belirlediği bir temel vardır. Bu temeli değiştirmeye hiçbir konseyin daimi üyesinin hazır olmadığı ortadadır. Onun için bu tezde ısrar etmek müzakere sürecini yeniden başlatmak için “non-starter”dır. Olmayacak bir şeyde diretmeyi yanlış buluyorum.

Diplomaside olmayacak şeyleri öne sürmek dünyada birçok kez görülmüştür. Ama bu niçin yapılır? Statüko benim lehimedir, herhangi bir çözüm istemiyorum değerlendirmesine dayanarak yapılır. Yani statükoyu korumak için benimsenen tutumdur. Halbuki statüko Kıbrıslı Rumların lehine işliyor, devamından zarar görenler ise Kıbrıslı Türk tarafıdır ve bu yüzden bu tezi akıl dışı buluyorum. Hem statükoyu devam ettiriyoruz hem de aleyhimize olan statükonun devamından sorumlu görülen taraf pozisyonuna düşüyoruz.

Yapılması gereken iki şart koşarak son bir kez federasyon masasına oturmaktır. Birincisi ucu açık olmayacak ve taraflar bir odaya kapanıp çözüm olana kadar çalışacak, ikincisi de eğer çözüm olmazsa uluslararası gözlemcilerin tescili ile Türk tarafı çözümü isteyen taraf olarak kayda geçirilerek Kıbrıslı Türklerin üzerindeki ambargoların kaldırılacağı peşinen kabul edilecek.

– Peki son olarak, Kapalı Maraş’ın şimdiki durumu ve Taşınmaz Mal Komisyonu konularına gelirsek… Kapalı Maraş açıldı mı? Komisyon çalışıyor mu?

Hayır, Kapalı Maraş açılmadı. Burada hukuken iki temel konu var. 2004’te Taşınmaz Mal Komisyonu’nu kurduk. Saçlarım beyazladı o komisyonu kurarken… Bir malı kamulaştırmak için iki asgari şart gerekir; biri kamu yararı, diğeri bedelini ödemek… “Yaptık oldu, aldık bizimdir” demek gibi bir şey dünyada olabilir mi? Komisyonu da işte bunun için kurduk. Komisyon bunu çözdü. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) bir Rum başvurusu seçti. Şans eseri Xenides-Arestis Maraş’taki evi çıktı. Bakalım bunu nasıl uygulayacaksınız diye deneme yaptı. Birden buradaki “Maraş’ı aldık, bizimdir” diyenler harekete geçti. 2004’te Mağusa Kaza Mahkemesi’nde karar çıkardılar. O mülkü 1974’te terk etmiş Kıbrıslı Rum sahibine haber bile vermeden, tarafları dinlemeden usul hatası yaparak karar aldılar. Dediler ki; “Vakıf malıdır”… Onun üzerine görüş geldi ve “Vakıf malıdır, Arestis denen kişi mağdur değildir” denildi.

AİHM’de 7 hakimli Daire bunu görüştü ve Türkiye’yi ilgilendiren her davada bulunan Türk hakim dahi ‘hayır’ dedi ve oybirliği ile karşı karar geçti. 17 hakimli büyük Daire’de de karar oybirliği ile geçti. Gelelim 2019’da… KKTC Yüksek Mahkemesi Maraş’la ilgili bir karar verdi ve “1974’teki tapular geçerlidir” dedi. Yani bu konu hukuken çözümlenmiştir. Yani “Kapalı Maraş Vakıf malıdır” demek, “Maraş’ı vermeyelim”in formüle edilmesidir. Bir yandan da resmi ağızlardan “74’te terk edenler geri gelip mülklerini alabilirler bunun için açıyoruz” deniyor… Hem Vakıf malı, hem yasal sahipleri var, nasıl oluyor? 7 kere Maraş’ı vermeyi ya kabul ederken ya da teklif ederken neredeydi Evkaf? “Benim malımı kime veriyorsun” diye niye kimse bir şey demedi?

Taşınmaz Mal Komisyonu (TMK) emin olun 1974’ten beri uluslararası alanda Türk tarafının elde ettiği en büyük başarıdır. Yani mülkiyet sorunundaki Rum tezlerini tamamen çökertmiştir. Ne diyor? Üç yöntemle; iade, tazminat, takas ile yapabilirsin diyor. Kim karar verecek? İlgili otorite. Yani TMK. Başvuran Rum değil karan veren. 11 bin sterlin dönümüne ödeniyor kamulaştırma için. Hatırlayın 5 Mart 2010 Demopoulos kararını… AİHM, TMK’yı tanıdı. Bu büyük bir başarıdır Kıbrıs Türk tarafı için ancak maalesef bu elde edilen başarıyı uygulamada hayata geçiremiyoruz.

Exit mobile version