Kız çocuklarına eğitim yatırımı yapılmayan bir yöre ve zamanda, meslek edinsin ve aile bütçesine destek olsun diye terziliğe yönlendirilen Veliye Martı, giriştiği tüm işlerde olduğu gibi bu meslekte de işini birinci sınıf yapma tutkusu ile kendisini İstanbul’un ünlü isimleri için sahne/salon kostümleri tasarlarken buluyor. Ama istediği bu değildir. Tesadüf eseri Kıbrıs’ta karşılaştığı Bedri Rahmi Eyüboğlu imzalı mozaik panolar, daha sonra hayatının tutkusuna dönüşecek olan yazmacılıkla tanışmasına vesile olmuş. Yazmacılık için yollara düşmüş, araştırmış ve gelecek nesillere taşınacak kaynaklar hazırlamış. Veliye Martı ile keyifli yazma yolculuğunu konuştuk.
Ben durup dururken kalıp yapıp Kıbrıs’a götürmedim. Kıbrıs’ta da geleneksel yazmanın izleri var ve ben onları da buldum.
Geçtiğimiz ay Yakın Doğu Üniversitesi Atatürk Kültür ve Kongre Merkezi’nde açılan Kıbrıs Sandık Motifleri Yazma Kalıpları serginizle bu geleneksel sanatı bizlere tekrar hatırlattınız ve kalıplarınızı da YDÜ’ne bağışladınız. Bağışladığınız kalıpların hikayesine geçmeden önce; okuyucularımıza sizi anlatmak isterim. Yazma kalıplarını arşivleyen, yazmacılığın farklı boyutlarını anlatan kitaplar yazan, sanatla zanaatı birleştirerek öğreten Veliye Martı’yı bize anlatır mısınız? Nasıl, nereden kesişti yolunuz yazmacılıkla ve yazma sanatı konusundaki hedefleriniz nelerdir?
Benim yazma ile tanışmanın ilk adımları Kıbrıs’ta atıldı. 1989 yılında Kıbrıs’a geldiğim zaman Ortaköy’de bir askeri gazinoda gördüğüm seramik pano parçalarında Bedri Rahmi Eyüboğlu imzasına rastladım. Bedri Rahmi’yi iyi tanıdığım için bu imza benim çok ilgimi çekti. Bu nasıl buraya gelmişti diye araştırmaya başladım. Türkiye’ye döndüğüm zaman bayağı bir araştırma yaptım. Sonra da 1990 yılının Kasım ayında Cevdet Alparslan ile birlikte Kalamış’ta Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun oğlu Mehmet Hamdi Eyüboğlu’nun kullandığı Eyüpoğlu atölyesine gittik. Benim amacım mozaik panoların askeri gazinoda ne işi var diye sormaktı. Atölye bir sanat atölyesiydi ve sanatsal anlamda yazmacılık yapılıyordu ama tabi ki benim o günkü algılamamla baskı yapılıyor diye düşündüm. Benim yazmacılıkla ilk tanışmam orada oldu. Ondan sonra da Mehmet Hamdi Eyüboğlu ile 10 yıl süren yolculuğumuz oldu. Bu süreçte ben geleneksel yazmacılığı araştırmaya başladım.
Aslında Bedri Rahmi Eyüboğlu atölyesinde, öğrencilere maddi destek sağlanması için yazma baskılar yapılmış, satılmış. Bedri Rahmi çocuklara destek olsun diye yapılan bu çalışmalarda geleneksel kalıplar kullanmış. Mehmet Hamdi Eyüboğlu, babası Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun 1976 yılında vefatından sonra kendisine kalan Kalamış’taki baba evine ve atölyesine taşınmış. Mehmet Hamdi röportajlarında, yazmacılığa, tesadüf sonucu bodrum katını su basıp kalıplar suyun yüzüne çıkınca başladığını anlatır. Fakat o çok farklı bir boyuta, sanatsal boyuta taşıyor yazmacılığı ve Bedri Rahmi’nin resimlerini aktarıyor kumaşa. Dolayısı ile geleneksel teknikler kullanıyor olsa bile yaptığı geleneksel yazmacılık değildir. Onun yaptığı sanatı kumaşa taşımak, yani sanatsal yazmacılık.
Benim yolculuğum oradan başlayıp geleneksele doğru yol alıyor. Araştırmalarım sonucunda, o dönem en yoğun geleneksel yazmacılığın Tokat’ta yapıldığını gördüm ve bunun üzerine geleneksel eğitim almak için, hemen hemen 3 yıl süren Tokat yolculuklarına böyle başladım. Bu süreçte Tokat’ın önemli ustalarının atölyelerinde çalıştım. Gelenekselin temelini Tokat’ta aldım. Yazmaya sanatsal bakışım Eyüboğlu atölyesinde gelişti ve bu bana gelenekselde de çok yardımcı oldu. Önce bir atölye kurdum, ticari boyutta başladım fakat o beni tatmin etmedi. Oradan da araştırma boyutuna geçtim. Motifleri merak ettim, hikayeleri merak ettim. Neden bu motif ve neden bu şekilde diye sorguladım. Farklı bir boyuta yani araştırma boyutuna geçmiş oldum. Serüvenim bugüne kadar bu şekilde devam ediyor. Hedefim gelenekseli araştırıp kayda geçirmek ve geleceğe taşımak. Bütün hedefim o. Bugüne kadar her yaptığım araştırmayı kayda geçtim. Kıbrıs da bunlardan biri. Kıbrıs’ı da o yıllarda araştırdım. Ben durup dururken kalıp yapıp Kıbrıs’a götürmedim. Kıbrıs’ta da geleneksel yazmanın izleri var ve ben onları da buldum. Çok fazla derine inemedim Kıbrıs’ta ama izlerini buldum ve bu konuda bir çalışma yaptım.
Tüm topladığım bilgileri kayda geçiyorum ve herkesin kullanabileceği bir şekilde belli ortamlarda sunuyorum. Ben mesela Kıbrıs’ı çalıştım. Kıbrıs’ta o kadar çok derin izler var ki ben o derinlere inemedim.
Siz, kız çocuklarına eğitim yatırımı yapılmayan bir anlayışa sahip bir yöre ve zamandan geliyorsunuz. Geçmişiniz, kendi çabalarınızla ulaştığınız ve bir dönem İstanbul sosyetesi ve ünlüleri için hazırladığınız haute couture moda tasarımcılığı ve üretimine dayanıyor. Bugün ise yazmacılık sanatı alanındaki isimlerin en başında anılıyorsunuz. Özellikle gençlerimiz için sormak istiyorum, böyle bir başarıyı elde etmek için ne yapmaları gerekiyor?
Bir kere öncelikle çok çalışmak gerekiyor ama çok çalışmak yetmiyor. Çalışırken ezber değil, çalışırken araştırmak gerekiyor. Ben yazmacılık yaparken hiç araştırmasaydım, gördüklerimi ezberleyip yine iyi bir yazmacı olabilirdim. Ama araştırmak onu bambaşka bir boyuta getiriyor. Yani çalışmak yetmiyor araştıracaksın. Benim en önemli prensiplerinden biri de öğrendiğini öğreteceksin. Öğrendiğini kendine saklamayacaksın. Ben her öğrendiğimi öğrettim. Hiç kimseden hiçbir şeyi saklamadım. Zaten onun için yazma camiasında pek sevmezler beni her şeyi öğrettiğim için. Bugünlerde çok önemli bir çalışma üzerindeyim. Şöyle açıklamaya çalışayım onu. Diyelim ki siz yazmacı olmaya karar veriyorsunuz ve yazmacı olduğunu düşündüğünüz birine gidiyorsunuz. Ona bir soru soramazsınız, ne soracaksınız. Bir soru soracaksınız öğrenirken ama o size doğru olmayan şeyler de öğretebilir. Dolayısı ile şu anda 3 yıllık bir eğitim programı hazırlıyorum. Bu eğitim programını elinize aldığınız zaman nasıl bir eğitim alacağınızı biliyor olacaksınız. Ben yazmacı olmak istiyorum ama gelenekseli çok iyi öğrenmek istiyorum diyorsanız işte Veliye Martı’nın hazırladığı belgeler elinizde olacak. Bunu hazırlamam üç ay sürmeyecek ve hazırlar hazırlamaz da yayınlayacağım. Günümüzde yapılan çok farklı yöntemler var. Eline bir tane kalıp alıyorsun, boyayı alıyorsun, bir tane de sünger alıyorsun ve basıp satıyorsun. Bu yazmacılık değil. Ama bunları yapan herkes yazmacı olduğunu iddia ediyor. Bu sebeple hem eğitim programları hazırlıyorum hem de kayda geçiyorum. Tüm topladığım bilgileri kayda geçiyorum ve herkesin kullanabileceği bir şekilde belli ortamlarda sunuyorum. Ben mesela Kıbrıs’ı çalıştım. Kıbrıs’ta o kadar çok derin izler var ki ben o derinlere inemedim. Kıbrıs’tan Osmanlı’ya yazma gelirmiş mesela. Bunlar birtakım kayıtlarda var ve renkleri de siyah üzerine sarı diye geçiyor. Bunlar terekelerden kayıtlara geçenler. Hiçbir kaynakta yok. Tabi bu süreçte bu araştırmaları da eşim Metin Martı’ya borçluyum.
Bedri Rahmi’nin öğrencilerinden biri vardı; Yusuf Katipoğlu. Trabzonlu bir ressam. Şimdi rahmetli oldu. Bana iğne sanatçısı derdi. Ben fırçamla sanat yapıyorum sen iğnenle sanat yapıyorsun derdi.
Çok merak ettiğim bir konu da geleneksel yazma ustaları sanıyorum hepsi erkek öyle değil mi? Yani siz, Anadolu’da, Kastamonu, Tokat gibi pek çok şehirde çalıştınız. Ustalarınız hep erkekti sanıyorum. Geçmişte de böyle miydi bilmiyorum ama bunu pozitif ayrımcı bir soru olarak algılayın lütfen. Geleneksel yazmacılık alanında üretim yapan tek kadın yazma ustası siz misiniz acaba?
Geçmişte temel olarak yazma ustaları erkekti. Fakat tabi kadınların adı geçmiyor ama kadınlar da her zaman onların arkasını topluyor. Yazma ustası Şerafettin Usta atölyede çalışıyor, çocuğu okula gidiyor, okuldan geliyor ve 8 yaşında başlıyor babasının yanında ona destek olmak için çalışmaya ama onların çalıştığı kadar eşi Leman Hanım da çalışıyor. Bu yazmaları asıyor, topluyor, yıkıyor… Bunlar çok önemli. Renkli baskılar yapılırken, ki bunlara elvan baskı denir, erkekler karakalemlerini basardı ve renklendirmeleri için kadınlara verirlerdi. Ama temel olarak erkek ustaların adı geçiyor. Mesela ben İstanbul’un üç ustasını yazdığım zaman hanımları yok. Ama günümüzde bu çok değişiyor. Şu anda tek kadın yazma ustası ben değilim. Şu anda zaten hemen hemen bu çalışmalar hep kadınların elinde. Tokat’ta erkek ustalar var ama onlar çok daha farklı, ticari boyutta çalışıyorlar. Kadınlar da ticari boyutta çalışıyor ama kadınların yaptıkları daha basit boyutlarda. Bunlar geleneksel yazma ustası değiller. Baskı yapıyorlar. Kalıplarla süslü süslü baskılar yapıyorlar ve para da kazanabiliyorlar ama eskiye baktığımız zaman bir erkek evini geçindirecek parayı kazanıyordu. Ama günümüzde kadınlar biraz hobi artı iş olarak yapıyorlar. Çok fazla ileri boyutlarda değil yapılanlar. Buna ben de dahil olmak üzere. Zaten dediğim gibi ben ticari boyutu çok çabuk bıraktım. Beni tatmin eden bir boyut değildi.
Aslında bu sanata dikişten geçiş yaptım. Ben Mehmet Hamdi Eyüpoğlu ile tanıştığım yıllarda çok iyi dikiş dikiyordum. Belli bir kesime dikiyordum, sanatçılarla çalışıyordum. Ama bu benim seçtiğim bir meslek değildi. Annemin bana seçtiği bir meslekti çünkü en kısa sürede para kazanmam gerekiyordu aile açısından. En iyi şekilde yaptım. Birinci sınıf yaptım ki istediğim parayı alabileyim. İkinci sınıf iş yaparsan hiçbir zaman istediğin noktada olmazsın. Ben belli bir noktada oldum. Bedri Rahmi’nin öğrencilerinden biri vardı; Yusuf Katipoğlu. Trabzonlu bir ressam. Şimdi rahmetli oldu. Bana iğne sanatçısı derdi. Ben fırçamla sanat yapıyorum sen iğnenle sanat yapıyorsun derdi. O her zaman beni ‘onore’ ederdi ve ben de çok mutlu olurdum. Dediğim gibi seçtiğim bir meslek değildi ama sonra da Mehmet Hamdi Eyüboğlu ile tanışmam benim yeni hedefler edinmemi sağladı. Onun için kendisine minnettarım ve rahmetle anıyorum.
Kıbrıs’a özgü olmasını istediğim için sandıkları çalıştım. Yoksa doğadan falan bir sürü çalışma yapılabiliyor ama şu anda kimse bunlar Kıbrıs motifleri değildir diyemez. Kıbrıs’ta araştırma yaptığım süreç içerisinde Kıbrıs’a özgü, dışarıdan gelmiş denilemeyecek motifler seçtim.
Yakın Doğu Üniversitesi’ne bağışladığınız kalıplara dönersek, Kıbrıs’a olan ilginiz nasıl başladı? Kıbrıs sandık motiflerini içeren yazma kalıpları nasıl oluştu? Varolan motifleri mi topladınız yoksa siz ayrıca bu motifleri ürettiniz mi?
Kıbrıs’a ilgim nasıl başladı? İlk isyan, evden ayrılma isyanı ile başladı… En kolay nereye gidebilirim diye düşündüm. Bana en yakın en kolay yaşayabileceğim yer olarak Kıbrıs’ı düşündüm. 1989 Haziran’da başladım Kıbrıs’a gidip gelmeye. 1990 yılbaşı gecesi uçaktaydım ve gece 12’de Saray Otel’e yerleştim. O dönemde bir tekstil şirketinde işimi bulmuştum. Kıbrıs’ta 2 Ocak’ta işe başladım. Kıbrıs’la tanışmam böyle oldu. Tekstil şirketi beni tatmin eden bir olay değildi ama bir adım atmam gerekiyordu ve adımımı bu şekilde attım. İlk gelişimde bir yıl kaldım. Bedri Rahmi atölyesi ile o süreçte tanıştım. Bir yılın sonunda ailemin ısrarla geri dönmemi istiyordu ve olumsuz olan şeyleri olumluya çevireceklerini söylüyorlardı. Ben de Mehmet Hamdi Eyüpoğlu ile tanıştığım için ve atölye benim için çok cazip olduğundan geri döndüm. Ama 1993 yılında tekrar Kıbrıs’a döndüm. Döndüğüm zaman daha fazla sanatla ve sanatçılarla ilgilenmeye başladım. Eyüboğlu’nda geçen zamanım sonrasında ben Kıbrıs’ta ne yapabilirim konusunu düşünmeye başladım. Neden Kıbrıs’ta yazmacılık ya da yazmacılık ile ilgili bir şey yapmayayım diye düşünmeye başladım. Sonra da bu süreçte gidiş gelişlerimde araştırmalarım başladı. Mehmet Hamdi Eyüboğlu’nun sergisini Kıbrıs’a getirdim. O sergiye ben de giysi tasarımlarım ile katıldım. Önce Doğu Akdeniz Üniversitesi’nde bir sergi oldu. Daha sonra da bizi Lefkoşa’da Atatürk Kültür Merkezi’ne davet ettiler. Dolayısıyla ikinci sergi de orada oldu. İkinci sergide Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun mozaiklerinin sergiye gelmesine önayak oldum çünkü Mehmet Hamdi Eyüboğlu mozaikleri görmek istiyordu. Bu konuda bir kitap yapıldı Kıbrıs’ta. Bunun altına da çizerek belirtmek istiyorum ki maalesef bu kitapta hiç adım geçmedi. Onları ilk bulan, ilk ortaya çıkaran, bunu Mehmet Hamdi Eyüpoğlu’na aktaran, daha sonra da o gazinodaki diğer mozaiklerin ortaya çıkmasını sağlayan ve bu çalışmayı yapan ilk kişi benim. Burada hiç mütevazi olamayacağım. Ama daha sonra da ekonomik yönden daha güçlü kişiler ile birlikte Eyüboğlu ailesi bu kitabı çıkarttı. Ama bu mozaik panolar bana yazmacılıkta bir yol açtı. Bu da önemli benim için.
Tabi bu arada ne yapabilirim diye düşünürken sürekli sandıkları görüyordum. Üzerlerindeki o oymalar, motifler, desenler… Burada Kadir Kaba devreye girdi. Birlikte sandık fotoğraflarını çekmeye başladık. Tabi bu bayağı uzun süren bir çalışma oldu çünkü ben sürekli olarak İstanbul’a gidip geliyordum. O süreçte Kadir Kaba ile sürekli sandık fotoğrafları çektik. Sonra da ben o sandık fotoğrafları üzerinden çalışmak istediğim kalıplarımı hazırladım çünkü Kıbrıs’a özgü kalıplar olsun istedim. O süreçler içerisinde Kıbrıs’ta yazmacılık yapıldığını öğrendim ama bir iz bulamamıştım. Daha sonra eski diplomat Zehra Başaran’ın beni tanıştırdığı bir kişiyle konuşurken onun babaannesinin 1960 yılına kadar Lefkoşa’da baskı yaptığını öğrendim. Çocuklarını onunla büyütmüş. Babaannesinin adı Hayriye Mehmet’ti. 1963 olaylarında tüm kalıpları yakılmış. Bugün de tesadüfen biri ile bir görüşme yaptım. İstanbul’da Kumkapı’da eski ustaların da yoksulluktan sobada kalıplarını yaktıklarını söyledi.
Kıbrıs’ın kuzeyinde yazmacılığa dair hiçbir bir iz kalmamış. Ben gitmedim ama güneyinde izlerin olduğunu öğrendim. Bir müzede bayağı bir kalıp olduğundan Rauf Ersenal bahsetmişti. Zaten Kıbrıs’ta yazmacılık 1571’de fetihten sonra Anadolu’dan getirilen Ermeni ustalarla gelmiş adaya. Anadolu’da da çoğunlukla Ermeni ustalardı yazmacılığı yapan, sanatkârlar onlardı. Dolayısıyla Türkiye’deki araştırmalarımda da 100 veya 80 yıl öncesine gittiğim zaman, hatta belki 60 yıl, hep Ermeni ustalar çıkıyor karşımıza. Tasarımlara baktığımız zaman günümüzde tasarım yok maalesef. Ama eskiye baktığımız zaman müthiş bir tasarım gücü var. İnanılmaz bir tasarım eski yazmalarda ve baskılarda.
Kıbrıs’ın sandıklarına dönersek Kadir Kaba ile yaptığımız fotoğraf çekimlerinin ardından benim yaptığım çizime dönüştürme ve çizimler üzerinden de motifleri seçme süreci… Tabi Kıbrıs’a özgü olmasını istediğim için sandıkları çalıştım. Yoksa doğadan falan bir sürü çalışma yapılabiliyor ama şu anda kimse bunlar Kıbrıs motifleri değildir diyemez. Kıbrıs’ta araştırma yaptığım süreç içerisinde Kıbrıs’a özgü, dışarıdan gelmiş denilemeyecek motifler seçtim.
Kadınlara yönelik bir atölye kurulsun, turizme yönelik çalışmalar yapılsın, üreten kadınlar olsun, yani kadınlara yönelik yapmak istemiştim.
Kıbrıs motiflerini araştırırken yöreye göre veya Türk ve Rum sandık motiflerinde farklılıklar gördünüz mü?
Onları hiç ayırmadım çünkü tek olarak gördüm. Sandık Kıbrıs sandığıdır. Evet bölgeleri var ama ben bölgeye girmedim. Onu da sanırım İsmet Tatar’ın bir kitabında gördüm. Sandıkları bölgesel olarak ayırmış. Ben genel olarak çalıştım ve bunları çalışırken çok planlarım vardı. Kadınlara yönelik bir atölye kurulsun, turizme yönelik çalışmalar yapılsın, üreten kadınlar olsun, yani kadınlara yönelik yapmak istemiştim. 2012’de Sandık Projesi olarak açtım sergiyi. Kıbrıs yazmaları değildi, Kıbrıs sandık motifleri sergisiydi. Bu projeye birinin sahip çıkacağını düşünmüştüm. Ama o süreç içerisinde yanıldım. Herhangi bir talep olmadı dolayısıyla onlar yine benim arşivime geri döndüler. Ama bugüne geldiğimizde hayatımla ilgili şartlarım da değişti. Dolayısı ile ben onları güvenebileceğim, geleceğe taşıyabileceğine inandığım bir yere bağışlamayı düşünürken, Sümer Erek’in önerisiyle ve girişimleriyle Yakın Doğu Üniversitesi’ne bağışladım. Onlar ne yaparlar, projelendirirler mi yoksa kalıp olarak saklarlar mı onu bilemeyeceğim. Ne düşünüyorlar bilemiyorum. Bana şunu sorarsan; sen Yakın Doğu Üniversitesi’nden ne beklersin diye… Hiçbir beklentim yok. Ben zaten onları artık teslim ettim ama bir kitap yapılmalı. Burada bir araştırma var. 100’ün üzerinde Ihlamur ağacından kalıp var. 25 adet strafor ile yaptığım ve Eyüpoğlu atölyesinde aldığım sanatsal eğitimin sonucunda hazırlanmış deneysel baskılar ve kompozisyonlar var. Bunlar bir şekilde yazılı olarak da kayda geçerse mutlu olurum. Bu dönemki şartlarından dolayı şunu yapamadım. Ben genellikle kalıplarla bir veda çalışması yaparım teslim etmeden önce. Yakın Doğu Üniversitesi’nden belki bir gün izin isteyerek bir veda çalışması yaparım. Bunu çok istiyorum.
Şu an yine bir proje teslimine hazırlanıyorum. Yine yaptığım bir çalışmayı bu sefer Kuşadası’nda bir kadın kooperatifine teslim edeceğim. Böylece kadınlar üretecekler.
Kalıplar artık elde yapılmıyor. CNC’lerde yapılıyor. Benim Yakın Doğu’ya verdiklerim tamamen elde yapılmış kalıplar.
Motifleri oyan ustalar hala var mı? Yeni oyma ustaları yetişiyor mu?
Günümüzde artık bu yeni teknoloji ile yapılıyor. Kalıplar artık elde yapılmıyor. CNC’lerde yapılıyor. Benim Yakın Doğu’ya verdiklerim tamamen elde yapılmış kalıplar. Benim yetiştirdiğim öğrencilerim içinde oymacılığı çok iyi yapan Tokatlı iki kız kardeş vardı. Onlar da dini nedenlerle haram olduğunu düşündükleri için dindarlıkları ağır bastı ve bıraktılar. Benim yetiştirdiğim iki öğrencim var Mardin’de, Fatma ve Sakine Dinç adında ve şu an elde kalıp oymak üzerine Türkiye’de bir numara. Kendi atölyelerinde kendi kalıp koleksiyonlarını hazırlıyorlar. Onlara da bir proje hazırladım Mardin’de yaşadıkları için Mardin ile ilgili.
Hangi ağaç oyma için daha iyi. Bugün ağaç dışında, kalıp olarak hangi malzemeleri kullanıyorsunuz?
Ihlamur ağacı. Ama ıhlamur ağacını kullanma, kalıba hazırlama, bekleme süresi gibi teknikleri var. Onun için artık kalıbı elde yapan yok. CNC’ye (Sanayide kalıp yapan makineler) veriliyor.
Kadınlara bir şey bırakmak, sanat öğrensinler, zanaat öğrensinler ve para kazansınlar istedim. ‘Anadolu’da Kadının İzi’nde Anadolu’daki kadın motiflerinden yola çıktım.
Bugüne kadar ulusal ve uluslararası karma sergilerin içinde yer aldınız ve pek çok da kişisel sergi açtınız. Geleneksel yazmacılığı bu sergilere taşıyan ve ona ‘sanat’ boyutunu ekleyen çalışmalarınızdan söz eder misiniz? Örneğin İstanbul’da açtığınız bir yazma sergisinde temanız ‘Anadolu’da kadın’ üzerineydi ve kadının Anadolu’daki serüvenine yazmalarınızla tanıklık ettiniz değil mi?
Benim ilk sergi çalışmam Kıbrıs’tı. Kıbrıs’ı uzun yıllar çalıştım ve proje olarak sundum. Bu sergide tüm örneklemelerimi yapmıştım. Ben hep kadın temalı çalışmayı tercih ettim. Kadınlara bir şey bırakmak, sanat öğrensinler, zanaat öğrensinler ve para kazansınlar istedim. ‘Anadolu’da Kadının İzi’nde Anadolu’daki kadın motiflerinden yola çıktım. Mesela Kütahya’da çinicilikte 1700-1800’lü yıllarda Ermeni ustaların çinilerinin üzerindeki kadın motiflerini ve kadın figürlerini çalıştım ve yine halı ve kilimlerdeki kadın motiflerini kullandım. Bir de tanrıçaları kullandım. Onları stilize ettik çizdik ondan sonra onların kalıplarını hazırladım. Tokat’ta bir ustamla çalıştım proje başlarken. Öyle yola çıkmamıştım ama hep kadınları düşündüğümden bu kalıpları kadınların dokuduğu kumaşlara basalım diye düşündüm. Bir sponsorum vardı bu sergide. Adını anmadan geçemeyeceğim Sahi İstanbul, Çiçekten Yeşilkaya. Bana her türlü desteği verdi. Zaten bu projeyi yaparken Çiçekten Hanım’ın da amacı kalıplarla bir kadın grubuna destek vermekti. Anadolu’nun birçok yerinde kumaş dokuyan kadınlara gittik. Hem çekim yaptık hem onların dokuduğu kumaşları aldık. Hiç ummadığım yerde ummadığım kumaşlar karşıma çıktı. Hep kadınlarla çalıştım, çok güzel bir çalışmaydı. Ama maalesef destek çok az. Mesela kumaş dokuyan kadınlar Fethiye’nin bir köyünde günlerinin bir bölümünü yabancı evlerde hizmetçilik yaparak geçiriyorlar. Çünkü yaptıkları dokumalardan geçimlerini sağlayamıyorlar. Şimdi yine bir kadın projesi çalışıyorum. Proje demeyeyim de yine bir araştırma. Karşıma çıkan 150 yıllık kalıplar. Başta konuşmuştuk hani ustalar hep erkekte diye ama ustaların yanında yetişen kadınlar da var. Bu Kastamonu’nun bir köyünde, hiç köyden dışarı çıkmamış bir kadın. Bir şekilde kalıplarının bağışlandığı bir dernekte ben bu kalıplar ile karşılaştım. Ve sonra da tabi hikayesine daldım. Bu kadının doğum tarihi 1877. Bu kadına ait iki tane örnek buldum 100 yıllık. Şöyle hesaplıyorum ben. Kadın 13 14 yaşlarında başlamış ve biraz geç evlenmiş. Gelin geldiği köyde geçimini bu şekilde sağlamış. Evlendikten sonra kocası askere gitmiş ve 12 yıl gelmemiş. O iki tasarımı görseniz inanamazsınız. O yıllarda bir kadının böyle bir tasarım çıkarması…
O tasarımı okumak gerek. Ben öyle düşünüyorum. Bugünkü yazmacılarda ben yazmacıyım diye geçen kişilerde böyle bir tasarım yok. Kesinlikle ben de dahil olmak üzere.
Peki bu bulduğunuz kalıpları nasıl değerlendirmeyi düşünüyorsunuz?
Bu tarihi kalıplarla ben de bir çalışma yaptım, kendimi yorumladım. Nefise Akpınar kalıpları ve Veliye Martı yorumları olarak. Onlar bağışlandığı yerde sergilenecekler. Ben de bir kitap hazırlıyorum bununla ilgili. ‘Kastamonu’da Bir Kadın Usta Hikayesi’. Yine benim içinde bulunduğum şartlardan dolayı ve Kastamonu’da olan Bozkurt felaketi dolayısıyla bu sergi çok ertelendi. Ben 8 Mart 2022 Kadınlar Günü’ne kitabımı hazırlıyorum. Kadın ustaları anlatan bir sergi düşünüyorum 2022 Mart ayında. Çok net olmamakla birlikte bu sergi Kastamonu’da olacak. Ama o serginin sadece Kastamonu’da kalmasını istemem. İstanbul’da olabilir, Ankara’da olabilir, talep olursa Kıbrıs’ta olabilir, yani her yerde olabilir o sergi çünkü konu kadın ustalar. Mardinli iki kadın usta da bu sergide olacak çünkü güçlü kadın ustaları ortaya koymak istiyoruz. Kimilerini hikayeleriyle ve kimilerini de sergide var olacak şekilde.
Şu konuda da çok şanslıyım ki bu üç ustanın kalıpları da bugüne kadar gelebilmiş. Büyük bir koleksiyon olarak büyük bir bölümü bende.
Yazmacılık üzerine bir kitabınız olduğunu biliyoruz. Bu kitabın içeriğinden söz eder misiniz?
Benim ilk kitabım Kadir Kaba ile hazırladığım ‘İstanbul’un Son Yazma Ustaları’. Henüz çok baskısı yapılıp piyasaya sürümü olmadı. Bu ilk kitap benim araştırma yıllarımda karşılaştığım İstanbul’un üç ustasının hikayesi. Kumkapı’da Arapzade Ahmet Sokağı’nda geçen üç ustanın hikayesi. Şu konuda da çok şanslıyım ki bu üç ustanın kalıpları da bugüne kadar gelebilmiş. Büyük bir koleksiyon olarak büyük bir bölümü bende.
Küçük bir sürpriz planlıyorum yine Kıbrıs için eğer sağlığım ve şartlarım el verirse önümüzdeki süreçte.
Kıbrıs’ta yazma sanatına olan ilgiyi artırmak sizce için neler yapılmalı? Düşüncelerinizi paylaşır mısınız?
Bana göre burada en fazla kadın derneklerine iş düşüyor. Benim Kıbrıs’a ilk geldiğim yıllarda Eyüboğlu sergisi açıldı. Bu serginin adaya gelmesini sağladım. Sergiye ben de Bedri Rahmi motifleri ile hazırladığım giysi tasarımlarıyla katıldım. Daha sonra da Girne’de bir Meslek Lisesi aracılığı ile Kıbrıs’a davet edildim. Girne, Lefkoşa ve Mağusa’da üç tane meslek okulunda yazmacılık üzerine eğitim verdim ama bugün ne yapıyorlar bilmiyorum. Sürdüren var mı bilgim yok bu konularda. Çok da arkası geldiğini düşünmüyorum. Bu konuda çalışacak kadın dernekleri olabilir. Kadınlara iş kurmak amacıyla bir şeyler yapılabilir ya da Kıbrıs’ta yapılacak baskılarla turizme yönelik çok güzel ürünler tasarlanabilir. Bu arada bir parantez daha açayım. Küçük bir sürpriz planlıyorum yine Kıbrıs için eğer sağlığım ve şartlarım el verirse önümüzdeki süreçte. Yine Yakın Doğu Üniversitesi ile bir araya gelme şansım olursa kafamda küçük bir sürpriz var geçmişin yazmaları ve günümüzdeki baskıcılığı ile ilgili.