Rusya, Türkiye ve İran, Suriye’yi demografik olarak homojen bölgelere ayırmak için anlaşmış görünüyor. Soru, Türk devletinin kuzey Suriye’yi ilhak etmeye çalışıp çalışmadığı değil, bu ilhakın ne zaman olacağıdır.
Avrupa ve Ortadoğu konularında uzman olan gazeteci Rauf Baker, Middle East Foruma Türkiye işgali altındaki Suriye topraklarındaki durumu anlatan bir makale kaleme aldı. ArtıGerçek internet gazetesi makalenin geniş bir özetini paylaştı:
“Türkiye, yayılmacı emellerini gerçekleştirme çabası içinde, kuzey Suriye’de kontrolü altındaki bölgelerde sistematik bir Türkleştirme politikası izliyor. Bu çaba, demografik, ekonomik, eğitimsel ve hatta çevresel imhanın düzenlenmesi gibi çeşitli biçimler almış durumda.. Bu stratejinin temelinde, yüz binlerce yerli Kürt’ün etnik temizliği ve yerlerine Arap ve Türkmenlerin yeniden yerleştirilmesi yer alıyor.
Ankara’nın Türkleştirme paketi, diğer şeylerin yanı sıra, tarihi iddiaları ve köylerin ve meydanların adlarının değiştirilmesini içeriyor. Türkiye ve vekilleri, Suriye şehirlerini ve kasabalarını Türk illerine bağlamak ve sakinlerini tamamen Türkiye’ye bağımlı kılmak amacıyla yerel halka çeşitli temel hizmetler sunuyor.
Ankara, muhtemelen gelecekte bir noktada sınırları yeniden çizmeyi amaçlayan bir oldubitti empoze etmeye çalışıyor. Uluslararası toplum bu Yeni-Osmanlı emperyalizmine daha ne kadar gözlerini kapatacak?
Suriye’deki on yıllık savaş boyunca, rakip güçler arasındaki çatışma, bir sonuç yerine bir hedef olarak demografik değişime odaklandı. Savaşlar, savaşan taraflara, rakiplerinin mezheplerine veya etnik kökenlerine mensup yerel halkların kökünü kazımak için fırsatlar sağladı.
Suriye’deki mevcut üç oyuncu -Rusya, Türkiye ve İran – Suriye’yi demografik olarak homojen, özerk yapılara benzeyen etki bölgelerine ayırma konusunda anlaşmış görünüyor. Bu yaklaşım, Sünni Arapların güney ve orta Suriye’den, Kürtler ve Hıristiyanların ise kuzeyden sürülmesi gerçeğiyle tutarlı görünüyor.
DEMOGRAFİK MÜHENDİSLİK
Eşzamanlı olarak, her iki tarafla bağlantılı olan yeni sakinler, işgal altındaki topraklara yerleştirilmek için diğer bölgelerden transfer edildi. Bu strateji, Ankara’nın etkisini pekiştirmek için kademeli bir “yumuşak güç” kullanma sürecine dayalı, topyekün, sistematik bir kimlik değişikliğine maruz kalan kuzey ve kuzeydoğu Suriye’deki Türk kontrolündeki bölgelerde belirgin olarak ortaya çıktı.
Son beş yıl içinde Türk Silahlı Kuvvetleri, kontrolleri altında dört sınır bölgesi kurulmasına yol açan dört askeri operasyon gerçekleştirdi.
Birincisi, Ağustos 2016’da Halep’in kuzey kırsalını hedef alan Fırat Kalkanı’ydı. İkincisi, Zeytin Dalı Ocak 2018’de Halep’in kuzeybatı kırsalının kontrolünü ele geçirdi. Üçüncüsü Barış Pınarı ile, Ekim 2019’da Fırat Nehri’nin doğusundaki bölgeleri kontrolü altına aldı. Bu operasyonlar Suriye Demokratik Güçleri’ni temizleme bahanesiyle Kürt şehir ve kasabalarına odaklandı.
Türk ordusu geçen yıl da, Suriye rejiminin kuzeybatıdaki geniş alanların kontrolünü yeniden kazanmak için düzenlediği askeri saldırının ardından İdlib vilayetinde Bahar Kalkanı Operasyonu’nu başlattı. Bu saldırı, Mart 2020’de Şam’ın müttefiki Rusya ile Türkiye arasında İdlib’de yapılan ateşkes anlaşmasıyla sona erdi.
Bu eylemlerin bir sonucu olarak, Türkiye şu anda Suriye’de 8 bin kilometrekareden fazlasını veya savaşın yıktığı ülkenin yaklaşık yüzde 4,9’unu kontrol ediyor. İşgal altındaki topraklarda 12 bin ila 15 bin Türk askeri konuşlandırıldı. Türk kontrolündeki başlıca şehirler Azaz, Marea, el-Bab, Cerablus, Afrin, Ras al-Ayn (Serê Kaniyê) ve ar-Ra’i kasabasıdır.
Ankara ayrıca 80 bin ila 100 bin savaşçıdan oluşan bağlantılı Suriye milisleri kurdu. Çoğu Türk ve Osmanlı isimleri kullanıyor; “Sultan Murad”, “Fatih Mehmed”, “Semerkant Tugayı” ve “Süleyman-Şah”, “Ertuğrul’un Torunları” gibi…
Türkiye’nin amacına ulaşmak için çeşitli planları var. Türk askeri operasyonları 300 bin ila 350 bin sivil Kürt yerleşimciyi kasabalarından uzaklaştırdı ve daha sonra geri dönmelerini engelledi.
Türk makamları eş zamanlı olarak, Kürt bölgesine yerleşmek üzere Şam, Humus, Hama, Dera ve İdlib kırsallarından yüz binlerce Arap ve Türkmen Suriyeli getirdi. Bu tedbir, İran’ın ve Suriye rejiminin onayını almış bir Türk-Rus anlaşması çerçevesinde gerçekleştirildi.
Türkler, Kürt şehri Afrin yakınlarındaki köylere düzinelerce Türkmen aileyi yerleştirdi ve Afrin kırsalındaki toprakları ele geçirmelerine ve özellikle başta Türkmenler olmak üzere bu insanların yedi “model” köy inşa etmelerine izin verdi.
Projelerden biri olan “Basma”, Kuveyt destekli Beyaz Eller Derneği tarafından destekleniyor. Bir Arap-İsrail derneği olan Alaysh Bkrama’nın (Onurla Yaşamak) desteğiyle bir cami ve bir Kuran kursu merkezi kuruldu.
Bu arada, El Kaide’nin Suriye’deki resmi yan kuruluşu Hay’at Tahrir ash-Sha’m (Levant Kurtuluş Komitesi) liderliğindeki sözde Kurtuluş Hükümeti’nin, Türkiye ile bağlantılı bir nüfus dairesi ve yerel konseyler oluşturmayı planladığı bildiriliyor. İdlib ve kırsalında kontrolü altındaki bölgelerde yeni kimlik kartları çıkartıyorlar.
Türkiye’nin bölgede kullandığı bir demografik mühendislik silahı, yerli Kürt nüfusun geçim kaynaklarını kesmek ve onları göçe zorlamak. Çoğunlukla küçük tüccar ve zanaatkarlardan oluşan Arap ve Türkmen yerleşimcilerin aksine, çoğunluğu çiftçi olan Kürtler için zeytin mahsulleri ana gelir kaynağını oluşturmaktadır. Türk destekli gruplar düzenli olarak zeytin ağaçlarını söküp Türkiye’de yakacak olarak satıyorlar.
ZEYTİN AĞAÇLARINI KESİYORLAR
Kürt bölgesindeki zeytin ağaçlarının tam sayısını hesaplamak zor olsa da, çoğu tahminler bunu yılda 60 ila 70 bin ton zeytinyağı üreten 12-18 milyon ağaç olarak gösteriyor. İnsan Hakları Örgütü-Afrin tarafından yayınlanan bir raporda, 314.400’den fazla zeytin ağacının “yakacak odun ticareti” için kesildiği belgelendi ve son üç yılda tarıma ayrılan alanın üçte birinden fazlasının yakıldığı kaydedildi.
Ayrıca Türk destekli gruplar, Kürtlerin zeytin mahsulünün büyük bir kısmını silah zoruyla ele geçirerek Türk tüccarlarına satmaktadır. Aynı zamanda, Kürt çiftçilerin petrollerini Türk kontrolündeki bölge dışında önceden izin almadan satmalarını engelleyerek fiyatların düşmesine neden oluyorlar.
Yağmalanan petrolün değeri 150-200 milyon dolar, bunun dörtte biri, Kürt çiftçilerin zeytin bahçelerini hasat etmelerine izin verilmesi karşılığında yüzde 10-20 arasında değişen vergiler şeklinde silahlı gruplara ve sivil yönetimlere gidiyor. Bu da yılda kabaca 15-40 milyon dolar kazanç anlamına geliyor.
Tarım Bakanı Bekir Pakdemirli kasım 2018 parlamentoya verdiği bilgide 600 ton zeytinin Suriye’den ülkeye girdiğini söyledi. “Gelirlerin PKK’nin eline geçmesini istemiyoruz. Efrin’den elde edilen gelirlerin bize gelmesini istiyoruz. Bu bölge bizim hegemonyamız altında” dedi.
İlgili raporlar, Türklerin zeytinyağını bir dizi aracı şirket aracılığıyla İspanya’ya sattığını ortaya koyuyor. Bu markalar altında ihraç edilmeden önce Türk yağı ile karıştırılmaktadır. Yeni Şafak gazetesi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Türk Tarım Kredi Kooperatifleri’nin Afrin zeytinlerinin uluslararası piyasada satılmasına yardımcı olduğunu ve “Afrin zeytin pazarının yıllık 200 milyon dolar değerinde olduğunu” söylediğini yazdı.
Demografik mühendisliğin benzer bir aracı açlığa mahkum etmek. Türk makamları, 2021’in başından bu yana Suriye’nin önemli bir içme suyu kaynağı olan ve tarım ve elektrik üretimi için gerekli olan Fırat Nehri’ndeki payını azaltarak bölgeyi kasıtlı olarak aç bıraktı.
Fırat’ın Suriye kıyısındaki çok sayıda sulama istasyonu artık hizmet dışı ve Türkiye’den gelen su akışının saniyede 500 metreküpten 200 metreküpe düşmesi nedeniyle elektrik üretimi artık mümkün değil. Bu eylem yaklaşık 2,5 milyon Suriyeli’nin hayatını doğrudan etkiledi.
Bu önlemler, üç kıyıdaş ülke-Suriye, Irak ve Türkiye arasındaki anlaşmayı ihlal ediyor ve sonunda Kürt topluluklarında gıda güvenliğini tehdit edecek bir çevre felaketine ve insani bir krize yol açması kaçınılmaz.
KÜRTLERİ KAÇIRIP FİDYE İSTİYORLAR
Türkiye ve ona sadık gruplar, geride kalan son Kürtleri kaçırma ve fidye talepleriyle taciz ederek, birçoklarını bölgeyi korkudan terk etmeye zorlayan taktikler izliyor. İnsan Hakları Örgütü’nün Afrin raporu, son üç yılda yüzlerce kadını hedef alan yaklaşık 7343 insan kaçırma vakasının belgelendiğini açıkladı. Geçen yıl, 92’si kadın 987 kişi kaçırıldı. Siviller genellikle kaçırılıyor ve fidye olarak binlerce dolar ödeninceye kadar rehin tutuluyor.
Hizmet ve finans açısından Türk kontrolündeki bölgeler tamamen Ankara’ya bağımlı hale geldi. PTT, Ezaz, Marea, El Bab, Cerablus, Afrin ve Ra’i’de Türk çalışanları ve Suriye vatandaşlarına bankacılık, para transferleri, nakliye ve öğretmen maaşları gibi konularda hizmet veriyor.
Suriyeli çalışanlar, Türk askerleri ve yerel polis, fiili para birimi haline gelen Türk Lirası ile maaş alıyor. Türk hükümeti Cerablus, Ezaz, El Bab, Marea ve Ra’i’de hastaneler açtı ve Halep ve İdlib kırsalında Türk Telekom’a ait baz istasyonları inşa etti. Türk Telekom ayrıca Temmuz 2018’de Azaz’da yüksek hızlı internet sağlayıcılı bir servis merkezi açtı.
Ayrıca Türk elektrik devi Akenerji, Azez’de bir elektrik santrali inşa etti ve Cerablus ve El Bab’da başka bir elektrik şebekesi kurdu. Fiili yöneticiler olan Türkiye’nin bölgeye atadığı valiler, yerel konseylerin başkanlarını tayin ederken, projeler münhasıran her konseyin fonlarının yatırıldığı Türk bankaları tarafından finanse ediliyor. Diyanet İşleri Başkanlığı yüzlerce caminin tadilatını üstlenmişken, hakim ve avukatların atanması bile Adalet Bakanlığı’nın onayını gerektiriyor..
Aynı zamanda, Türk kontrolündeki bölgelerdeki Suriyeliler, ürünlerini dağıtmak için şirketlerin Türkiye’de kaydettirmek zorunda kaldı. Bunu yapmamaları durumunda faaliyetlerine izin verilmeyeceği açıklandı. Türkler, ithalat ve ihracat operasyonlarını kolaylaştırmak için Türkiye ile bağlantılı serbest sanayi bölgeleri kurarken, Mart 2019’da her iki yönde mal taşımak için Zeytin Dalı adlı bir sınır kapısı açtı.
Ankara eğitim sektöründe de genç nesli Türkleştirmeye yoğun bir şekilde yatırım yapıyor. İşgal altındaki Suriye topraklarındaki müfredat, bölgenin “Osmanlı işgali” ifadesini “Osmanlı yönetimi” ile değiştirecek şekilde ayarlandı.
İlköğretim ve ortaöğretim düzeyinde yüz binlerce öğrenciyi kapsayan yaklaşık beş yüz okulda Türkçe öğrenmek artık zorunlu hale geldi.
Eğitim alanındaki bir diğer hamle de Pakistanlı Baitussalam örgütünün devreye girmesi oldu. Eğitim ve vaaz üzerine odaklandığını söyleyen Karaçi merkezli İslam ajansı, Mart ayında, Şanlıurfa Valisi Abdullah Erin’in de katıldığı törenle Rasulayn’da bir okul açtı. Baitussalam geçen Ağustos ayında da Diyanet ile işbirliği içinde İdlib’in güneyinde bir kasabada okul ve cami içeren bir konut projesinin açılışını yaptı.
İkili, Aralık 2019’da İdlib’de Osmanlı İmparatorluğu’nun 34’üncü padişahı olan II. Abdülhamid adlı bir ilkokulun açılışını gerçekleştirdi. Bir yıl önce örgüt, Türk hükümetinin Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) kurumu ile işbirliği içinde Azaz’da dokuz okul açtı. Toplamda, iki yüzden fazla dini okul şu anda Türk kontrolündeki bölgelerde faaliyet gösteriyor.
Yüksek öğrenime gelince… Gaziantep Üniversitesi bölgede üç fakülte açmış bulunuyor: Cerablus’taki yüksek enstitülere ek olarak Afrin’de Eğitim Fakültesi, El-Bab’da İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi ve Azez’de Şeriat İlimler Fakültesi. Ayrıca bir Türk dil enstitüsü ve bir meslek okulu. Fakülteler, eğitimlerine Türkiye’de devam etmek isteyen Suriyeli öğrencilerin Türk kontrolündeki bölgelerdeki merkezlerde Türkçe dil sınavına (YÖS) girmelerine izin veriyor. Merkezi Şanlıurfa’da bulunan Harran Üniversitesi, Türkçe müfredata göre altı bölümde eğitim vermek üzere Haziran 2018’de El Bab’da bir şube açtı.
Türkiye’nin varlığı sahada apaçık ortada. Devlet ve resmi daireler binalarına Türk bayrağı asılıyor, duvarlar Erdoğan’ın portreleriyle süsleniyor. Bölüm ve kurum isimleri hem Türkçe hem de Arapça olarak yazılırken, Türkçe versiyonlarında Arapçadan daha büyük punto kullanılıyor.
Meydanlar, parklar, okullar isimlerini Türkçeleştirildi. Böylece Efrîn’deki Saraya Meydanı Erdoğan Meydanı oldu; Kawa al-Haddad kavşağı Zeytin Dalı kavşağına çevrildi ve Azaz’daki halka açık park şimdi Osmanlı Millet Parkı. Kasaba ve köylerin isimlerinin akıbeti de benzer oldu.
Şimdiye kadar, Suriye’deki Türk kontrolündeki bölgeler, Türkiye ile Esad rejimi tarafından kontrol edilen bölgeler arasında bir “sınır çizgisi” işlevi gördü. Henüz resmi olarak Türk toprağı sayılmıyorlar ama aynı zamanda artık Şam’a da bağlı değiller.
Ankara’nın demografik değişim stratejisinin nihai hedefi, Türk kontrolündeki bölgeleri Türkiye’nin güneyinin doğal bir uzantısı haline getirmek olabilir. Gelecekteki planı, yüz binlerce yerleşimciyi vatandaşlığa almak ve yerel nüfusa Türkiye’nin bir parçası olmak isteyip istemediğine karar verme seçeneğinin verildiği bir referandum yaptırmayı seçebilir.
Türk cumhurbaşkanı, Türkiye’nin güneyindeki Suriyeli mültecileri kuzey Suriye’ye aktararak bu projeyi güçlendirebilir. Çoğunluğu Sünni Arap olan bu mültecilerin yaklaşık 1,5 milyonu sınırın hemen karşısında ikamet ediyor ve bunların 100 binden fazlası son yıllarda vatandaşlığa kabul edildi. İstihbarat raporları ayrıca Ankara’nın Orta Asya ülkelerinden Türk göçmenleri, Çinli Uygurları, Türkiye ve Pakistan’daki Afgan mültecileri ve muhtemelen Suriye’de yerleştirmeyi düşünebileceğini gösteriyor.
Türkiye hedefine ulaşırsa, bir fiyatına iki mal alacak. Uzun vadeli bir hedef olarak, Sünni Araplar ve Türkler olacak yeni vatandaşlar, Türkiye’nin güneydoğusundaki baskın etnik grup olan Kürtlerle demografik bir denge oluşturacak. PKK’ye karşı onlarca yıldır sürdürdüğü kampanya sırasında, Türk ordusu milyonlarca Kürt sivili yerinden etti ve binlerce Kürt köyünü boşalttı. Türkiye, Suriye’deki Kürtler arasındaki özerklik özleminin Türkiye’deki benzer eğilimleri tetikleyebileceğinden uzun süredir korkuyordu.
Batı, uzun yıllar Türklere eylemleri için diplomatik bir koruma sağladı. Nazizm ve komünizme karşı teşvik olarak İskenderun Sancağı’nı ve Kuzey Kıbrıs’ı işgal etmeleri için onlara yeşil ışık yaktı.
Suriye’deki Türk himayesindeki duvarlarda Arapça ve Türkçe olarak “Kardeşliğin sınırı yoktur” ifadesi yer almaktadır. Soru, Türk devletinin kuzey Suriye’yi ilhak etmeye çalışıp çalışmadığı değil, bu ilhakın ne zaman olacağıdır.
Kaynak: ArtıGerçek