Gerek bir eğitimci gerekse gerekse bir araştırmacı olarak Kıbrıs Türk Fotoğrafına yapmış olduğu çok değerli katkıları ile tanıdığımız Kadir Kaba’nın fotoğraf yolculuğunun anlatıldığı ve yakında yayımlanacak olan ‘Kadir Kaba: Seyreyleyen ve Seyreylenen Bir Alem’ kitabı hakkında Kadir Kaba ve kitabın editörü Sevinç Baloğlu ile konuştuk. Kadir Kaba ile Kıbrıs’ta fotoğrafın geçmişini ve bugününü değerlendirdik.
Bir arkadaşımdan fotoğraf makinesi ödünç aldım. Bu bende birçok şeyi altüst etti. Fotoğraf öğrenmeye yollara düştüm.
Kıbrıs’ta fotoğraf alanında çok uzun yıllardan beri yaptığınız çalışmalar ve gerek bir eğitimci gerekse bir araştırmacı olarak Kıbrıs Türk Fotoğrafına yapmış olduğunuz çok değerli katkılarınız var. Öncelikle fotoğraf yolculuğunuzun nasıl başladığını kısaca anlatabilir misiniz?
Kadir Kaba: Çocukluğumdan beri fotoğrafa meraklıydım ve her makine bulduğumda kullanır ve fotoğraf çekerdim ama İngiltere’ye gittiğim zamanlara kadar hiç makinem olmamıştı. Zaten o dönemde toplumun büyük bir genelinde fotoğraf makinesi hayaldi. Ankara’da İktisadi ve İdari İlimler Akademisini bitirip askerliğimi yaptıktan sonra muhasebe üzerine yüksek lisans yapmak için İngiltere’ye gittim. Burada bir arkadaşımdan fotoğraf makinesi ödünç aldım. Bu bende birçok şeyi altüst etti. Fotoğraf öğrenmeye yollara düştüm. Önce ucuz bir fotoğraf makinesi aldım ve fotoğraf çekmeye başladım. Tabi bu süre içerisinde bir taraftan fotoğraf çekerken bir taraftan da niçin ve neden diye sorguluyordum. Kafamda bir sürü sorular vardı ve bunları öğrenmem gerektiğini düşünüyordum. Kitap dergi karıştırmaya başladım ama o dönemde eğitim verici kitap yoktu. Var olan kitaplar da kendi bildikleri bir şeyleri anlatırlardı. Ben de bunun okuluna gitmem gerekir deyip, Paddington College School of Photography’ye kaydoldum. Bazı okullar fotoğrafın sanatsal kısmına önem veren okullardı ama bizim okulda mesleki kısmını öğretmek ön plandaydı. Okuldayken hocalarım fotoğraflarımı çok beğenirdi. Bir hocam ki benim abim gibi olmuştu beni teşvik etti, yüreklendirdi. Okulda sergim açıldı ki okul prensip olarak öğrenci sergilerini açmazdı çünkü okuldayken kimin ne olacağı daha belli değildir. Bu sergi benim ilk kişisel sergim oldu. Okulu bitirdim ve sonrasında Kıbrıs’a geri döndüm.
Üniversite yıllarından tanıdığım Mustafa Akıncı o dönemde belediye başkanıydı. Beni yemeğe davet etti. Muhabbet sırasında ona neler yaptığımı anlattım. Ben ortam ararken o bana birlikte bir şeyler yapmayı teklif etti.
Kıbrıs’a geri döndüğünüz zaman 1980li yılların başıydı. O yıllarda Kıbrıs’ta nasıl bir fotoğraf ortamı vardı?
Kadir Kaba: İnsanlar her şeyi bildikleri veya gördükleri kadarıyla değerlendirebilirler. Tabi ki İngiltere’deki gibi olmayacağının farkındaydım ama Kıbrıs’ta da bir fotoğraf aktivitesi bulacağımı düşündüm. Ama bu geldiğim yıllarda fotoğraf namına hiçbir şey yoktu. Fotoğraf çeken vardı ama ortada kimse yoktu, kimse bilinmezdi. Sanat anlamına fotoğrafla ilgilenen de yoktu. Mesleki olarak fotoğraf çeken kişiler vardı ki onları yarışmalara katılma ve sergi açma konusunda yüreklendirdik. Ne yapabilirim diye düşünmeye başladım. Sanatçıların ortamını buldum onların arasına katıldım. Üniversite yıllarından tanıdığım Mustafa Akıncı o dönemde belediye başkanıydı. Beni yemeğe davet etti. Muhabbet sırasında ona neler yaptığımı anlattım. Ben ortam ararken o bana birlikte bir şeyler yapmayı teklif etti. Haziranda Belediye Tiyatrosu’nun şenlikleri vardı. Şubatta konuştuğumuz için yarışma yapmaya vaktimiz yoktu. Ümit Ali Esinler ile konuştum ve sergiler düzenledik. Sergi beklemediğimiz bir etki yaptı. Bu etkinlikten böyle bir etki alınca ertesi seneye yarışma düzenledik. O dönemki fotoğrafların düzeyi oldukça düşüktü ama bu büyük bir olaydı çünkü adada olmayan bir şey başlıyordu. Bu anlamda önemli bir etkinlikti. Tabi bu yarışmalar her yıl devam etmeye başladı ve şenlik içerisinde bazı fotoğrafçıların da sergileri yer aldı. Tabi bu etkinlik başka kurumların da yeni yarışma organizasyonları düzenlemelerine önayak oldu. Bugün hala daha devam eden Devlet Fotoğraf Yarışması da böyle bir dönemde başladı. Şunu söyleyebilirim ki o dönemlerde sanatın Kıbrıs’ta oturması için herkes canı gönülden uğraşırdı. Birbirini çekememezlik, birbirinin kuyusunu kazma falan yoktu. Ama yarışmalar ve ödüller insanları değiştirdi. Tabi bundan sonra 1995 yılında Yakın Doğu Üniversitesi Fotoğraf Günleri adı altında etkinlikler yapmaya başladı.
Tabi ben ve birçok sanatçı arkadaşım adada Marksist temeller üzerinde bir sanat anlayışı oturtmak perspektifi ile yola çıktık. Sol görüşlü toplumsal sanat anlayışını oturtma çabası içindeydik. Benim kişisel olarak ayrıca adam kayırmacılık, etik değerlerden uzak bir ortamın oluşmaması için çabalarım da vardı. Çünkü İngiltere’de böyle bir ortam vardı ve bunun Kıbrıs’ta oluşmasını önlemek istedim. Ben ilk baştan ödüle karşıydım ama ödül özendirici olur daha çok insan katılır diye ödül kondu. Adada daha fotoğraf sanatı yok sıradan fotoğraflarla ödül alan insanlar kendini bir şey zannedecekler diye karşı çıkıyordum. Özendirici oldu, olmadı değil. Ama benim dediğim de oldu. Kavgalar sataşmalar zıvanadan çıktı. 1997’de ilk kez bir dijital fotoğraf ödül alınca da tepkiler doğdu ve yer yerinden oynadı. 90lı yılların sonunda artık ben bu tantanalardan yoruldum, bu ortamlardan çekildim, daha küçük gruplarla ilişkilerimi sürdürdüm, bu arada bir galeri açtım ve sergiler organize ettim ve araştırmalara ağırlık verdim.
Bilgi alabileceğim herkese ulaştım ve bölük pörçük topladığım bilgileri birleştirdim. Yani hiç yazılı kaynak olmadığından hep sözlü tarih ile bilgilere ulaştım birçok araştırmamda.
Toplum olarak araştırma, arşivleme ve saklama konularına yıllarca çok da önem vermedik. Son 20-30 yıl gibi bir zaman diliminde, ki toplumsal tarihimize baktığımız zaman çok kısa bir süreyi kapsamaktadır, özellikle de birçok akademisyenin katkısı ile genelde Kıbrıs konusunda veya özelde Kıbrıs Türk toplumu ile ilgili olarak çok çeşitli konulardaki araştırmalar hız kazanmıştır. Sizin de Kıbrıs Türk Fotoğraf tarihi konusunda yapmış olduğunuz çok değerli birçok araştırma vardır. Sizden önce Kıbrıs Fotoğraf tarihi konusunda pek bir kaynak olmadığını göz önünde bulunduracak olursak, bu araştırmaları hangi yöntemle sürdürdünüz?
Kadir Kaba: Kıbrıs’ın güneyi dahil Kıbrıs’ta Kıbrıs Fotoğraf Tarihi üzerine hiçbir kaynak yoktu. Güneyde sadece Kıbrıslı Rum fotoğrafçılar üzerine araştırmalar var şimdilerde ama Kıbrıslı Türk fotoğrafçılar üzerine yazı yazan tek kişiyim ben. Ben İngiltere’de okurken önce fotoğraf tarihi okuduk. Ben döndüğümde de burada bu konuda kaynaklar bulacağımı düşündüm. Bu arada şunu da ekleyim, Avrupa’da da bu konuda kitap çok fazla yok. Kaynak çok kısıtlı. Ama İngiltere’de Royal Photographic Society’nin (RPS) fotoğraf konusunda çok kapsamlı araştırmaları vardı ve her ay bülten çıkarırlardı. Adaya döndüğümde ve araştırma konularına eğilmeye karar verdiğimde soruşturmaya, araştırmaya başladım. Örneğin ilk Kıbrıslı Türk fotoğrafçı kimdi onu araştırmaya başladım. Kime sorsam Fevzi Akarsu cevabını aldım. Tesadüfen bir gün bizim kahveci Andız ile kahvehanesinde sohbet ederken, ki fotoğrafla yakından uzaktan hiçbir ilişkisi yok kahveci bir adam, ilk fotoğrafçı kimdir diye sordum. ‘İlk fotoğrafçı falanca yerde dükkanı vardı, beni 7 yaşındayken 1917’de fotoğraf çekti, fotoğrafım vardır’ dedi. Böylece tesadüfen öğrendiğim bu ismin peşine düştüm. Koku yapan ve kokucu diye bilinen Refik Talan’a gittim. Ayaklı tarih kitabı gibi bir adamdı. Onunla konuştum. O da aynı ismi çocuklarının ismine kadar verdi. Ama bilgiler çok kopuk kopuk olduğu için bir şey oluşturamıyorum. Ailesi Türkiye’ye göç etmiş orada yaşıyor. Gittim onları buldum. Ailesinden bilgi aldım. Fotoğraflarını buldum. Bilgi alabileceğim herkese ulaştım ve bölük pörçük topladığım bilgileri birleştirdim. Yani hiç yazılı kaynak olmadığından hep sözlü tarih ile bilgilere ulaştım birçok araştırmamda. Tabi bu tahmin edersiniz ki çok zor. Hem tam ve gerçek bilgiye ulaşabilmek anlamında, hem de bilgilerin güvenilirliği anlamında toplanan bilgilerin çeşitli yöntemlerle süzülmesi gerekiyor. Bazı aile fertleri örneğin bana eksik bilgi verdi.
Onun fotoğraf üzerine yüklediği anlam ve kitlelerle paylaşma serüveni, bana hep, Kadir’in kendi geçmişi ile adanın çalkantılı yakın tarihini iç içe geçiren bir açık hava sergisi gibi göründü. Sokak aralarına gerilen iplere asılan beyaz çamaşırlar üzerine basılmış fotoğraflar gibi.
Sevinç Hanım, size dönecek olursak bu adanın bir vatandaşı ve birçok önemli belgesele imza atan bir yönetmen olarak yıllardır Kıbrıs Türk toplumu ile ilgili birçok belgesel yaptınız. Uzun yıllardan beri tanıdığınız Kadir Kaba, Kıbrıs Türk Fotoğrafı için çok önemli bir isim. Kadir Kaba’nın fotoğraf yolculuğunun anlatıldığı ve çok yakında yayımlanacak olan ‘Kadir Kaba: Seyreyleyen ve Seyreylenen Bir Alem’ kitabının editörü olarak bir kitap editörlüğü fikri ve bu kitabın fikrinin nasıl geliştiğinden bahsedebilir misiniz?
Sevinç Baloğlu: Kadir Kaba’yı 1986 yılında tanıdım. Onun Londra’dan Ada’ya dönüşünün dördüncü yılına, bir başka deyişle, Kadir’in Ada’nın kültürel yaşamının düzeyinin yükselmesi için kafa yorduğu yıllara denk geliyor. Türkiye ile Kıbrıs arasında, gelmeli-gitmeli yolların, vedalı-kavuşmalı yılların birbirine eklendiği otuz beş yıl öncesinden bugüne uzanan dostluğumuzun öznesi ise hep fotoğraf oldu. Bu süreç içinde onun fotoğraf üzerine yüklediği anlam ve kitlelerle paylaşma serüveni, bana hep, Kadir’in kendi geçmişi ile adanın çalkantılı yakın tarihini iç içe geçiren bir açık hava sergisi gibi göründü. Sokak aralarına gerilen iplere asılan beyaz çamaşırlar üzerine basılmış fotoğraflar gibi. O kadar sahici, o kadar insanın ve yaşamın içinden… Çamaşırlar kuruyup ipten alınmadan, bu muhteşem illüzyonu kalıcı hale getirmeyi aramızda pek çok kez konuştuk. Zaman hızlı akıyordu ve malum adanın havası sıcak, her şey çabuk kuruyup buharlaşıyordu. Aslında bir belgeselci olarak, Kadir’in hikayesi ve fotoğrafları üzerinden ada ve insanını anlatma isteği, zihnimde hep bir film olarak oluşsa da onun adanın fotoğraf tarihine yaptığı katkılar sırasında öne çıkan yayıncı kimliği, projenin bir kitap olarak doğmasına yol açtı. Belki de bu nedenle, bugüne kadar yayınlanmış fotoğraf albümleri ve kataloglarından farklı bir içeriği oldu bu kitabın. Kadir’in bir masal gibi akan hayat hikayesi, adanın geçmişini belgesel bir anlatımla sardı, fotoğraf albümü ile de görsellik kazandı. Kuşkusuz bu akışı kitaba aktaran Tijen Erol’un tasarımı ile Kadir’in fotoğraflarındaki bakışı derleyen İsmail Gökçe’nin seçimleri kitabın farklılığını yaratan önemli dokunuşlar oldu.
Kadir Bey, siz ne söyleyebilirsiniz bu kitabın fikir olarak başlayıp kitaba dönüştüğü bu süreçle ilgili olarak?
Kadir Kaba: Aslında bu kitap fikri Sevinç’in de dediği gibi çok eskiye dayanıyor. Bu konuyu Sevinç, Sevinç’in eşi Rıza ve ben, üçümüz bir araya gelerek konuştuk. O zamanlar konuşulan fotoğrafları toparlayıp bir sergi ile birlikte bu kitabın çıkması fikriydi. Tabi bu fikir o şekilde kaldı hayata geçiremedik. Arada bir gündeme geldi ama bunun için bir zaman ayarlayamadık. En sonunda bu hareketi ben başlattım. Hep konuşuyoruz artık hayata geçirmemiz lazım. Sevinçle konuştuk. Ben metni hazırlayıp Sevinç’e gönderdim. Sevinç benim gönderdiğim metni aldı özümsedi ve kendi dili ile yazdı. Sevinç aslında bir editör olarak bu kitabı yayıma hazırlayacaktı ama bir baktık ki Sevinç aslında benim verdiğim bilgilerin ışığında kitabın yazarı oldu. Senin grafik tasarım tecrüben ve İsmail’in de fotoğraf editörü olarak gruba katılımı ile ekibi tamamladık ve kitap ortaya çıktı. Tabi bunun öncesinde İsmail (Gökçe) ile fotoğraf seçimlerimizi yapmıştık ve aslında pandemi öncesi İsmail’in küratörlüğünü yapacağı retrospektif bir sergi açılışı planlamıştık ama pandemi dolayısı ile hayata geçemedi. Planlanan sergi ile birlikte kitabı çıkarmaktı. Bu şekilde hazırlanmış bir de Zehra Şonya ile benim birlikte hazırladığım Ümit Ali Esinler’in kitabı var. Yine aynı şekilde Ümit Ali Esinler ile röportaj yaptık ve fotoğraflarını da toparlayıp bir kitap çıkardık.
Sevinç Hanım, bir yönetmen olarak daha önce editörü olduğunuz kitaplar var mı? Yoksa bu ilk mi?
Sevinç Baloğlu: Bu çalışma, editörlük mü yoksa yazarlık olarak mı adlandırılır bilemedim ama bu ilk. Belki de onun için nasıl isimlendirilir onu dahi bilmiyorum. Uzun yıllar çalıştığım Türsak Sinema Vakfı’nın yayınları olan Sinema Yıllıklarında, Festival kataloglarında, içerik tasarımı, yazarlık, redaktörlük gibi işleri üstlenmişliğim var ama Kadir’in kitabında yaptığımız çalışma çok daha farklı. Bu benim için biraz belgesel yazma gibi oldu. İzlediğim, tanıklığını yaptığım bir süreçti çünkü.
Kadir Kaba’nın kitabı da her ne kadar bir fotoğraf kitabı olarak öne çıksa da özünde biyografik bir eser olma özelliğini de taşıyor. Bu nedenle biyografisini yazacağınız kişiyi her yönüyle çok iyi tanımayı; uzun soluklu tanımayı gerektiren bir hassasiyet taşıyor.
Sizin için nasıl bir deneyimdi bu kitap deneyimi?
Sevinç Baloğlu: Bu gerçekten kritik bir soru. Çünkü türü ne olursa olsun, biyografik bir eser yazmak gerçekten büyük sorumluluk. Kadir Kaba’nın kitabı da her ne kadar bir fotoğraf kitabı olarak öne çıksa da özünde biyografik bir eser olma özelliğini de taşıyor. Bu nedenle biyografisini yazacağınız kişiyi her yönüyle çok iyi tanımayı; uzun soluklu tanımayı gerektiren bir hassasiyet taşıyor. Bu hassasiyet, Kadir’le arkamızda bıraktığımız 35 yıla rağmen, kitabı yazma sürecinde sık sık Kadir’i arayıp yeni sohbetler yapmamı gerektirdi. Onun yazdığı notları, draft metinleri defalarca okuyup, özümseme ihtiyacı duydum. Onun hikayesi ile ada tarihinin kesişme noktalarında, farklı belgelere bakıp, Kadir’e yeni sorular sordum. Tabi Kadir’in özellikle adanın çalkantılı tarihi içinde oluşan kimliğine ve de Türkiye, İngiltere ve Kıbrıs üçgeninde oluşan fotoğrafik gelişimi üzerine olan engin deneyimine bir kaya gibi sırtımı yaslamak pek çok şeyi de kolaylaştırdı. Ve inanıyorum ki Kıbrıs için çok önemli bir kitap yayına hazırlanmış oldu. Umarın en kısa zamanda okuru ile buluşur.
Her fotoğraf çeken kendini sanatçı her fotoğraf da sanat eseri olarak kabullenilmeye başlandı. Ben bu kadar madalya aldım ben sanatçıyım noktasındayız. Madalya almak başka bir şey sanat yapmak başka bir şey.
Kadir Bey, adaya geldiğiniz dönemde Kıbrıs’ta fotoğrafın durumunu konuştuk. İsterseniz biraz da Kıbrıs Türk Fotoğrafının şu anda geldiği noktayı konuşalım. Nasıl görüyorsunuz şu anda Kıbrıs Türk toplumunda fotoğrafın geldiği noktayı?
Kadir Kaba: Biz o zamanlar fotoğraf yarışmaları düzenlemeye başladığımızda amacımız fotoğrafın yaygınlaşması ve bir dil olarak fotoğrafı sanat olarak uygulayacak fotoğrafçıların ortaya çıkmasına imkan vermekti. Önce öyle bir seyir izledi. Çok da başarılı fotoğrafçılar çıktı aradan. Fakat Kıbrıs Türk Fotoğrafı FIAP batağına battı. Sonra bu uluslararası yarışmalar konusunda her şeyin FIAP olmadığını daha farklı fotoğraf yarışmaların da olduğunun bilincine vardılar. Oralara açılamaya başladılar. Böylece fotoğrafı iki açıdan bozdular. Bunlardan birincisi; etik değer kalmadı, ne koşullarda olursa olsun bir şey elde et düşüncesi gelişti. Yalancılık sahtekarlık dahil her türlü şey olabilir. İkincisi; kim ne kadar madalya aldı kavgası. Fotoğrafı bu noktaya getirdiler. Bu da fotoğrafı öyle bir noktaya getirdi ki sanat ortadan kalkıyor. Bizim beklentimiz olan yayıldıktan sonra belli bir sanata düzeye ulaşması gerçekleşmedi. Sanata kaçan bir grup var, çok başarılı çocuklar var ama bu azınlıkta ki onlar bile yol ayrımını bulup çıkamıyorlar FIAP batağından. Madalya sevdasına kapıldılar ve giderler. Her fotoğraf çeken kendini sanatçı her fotoğraf da sanat eseri olarak kabullenilmeye başlandı. Ben bu kadar madalya aldım ben sanatçıyım noktasındayız. Madalya almak başka bir şey sanat yapmak başka bir şey. Kaliteye gelince, zaten dijital fotoğrafın getirdiği kalite korkunç. Bir grup gayet iyi kullanıyor dijital teknolojiyi. Ama onun dışında bu bir çıkmaz sokak. Bir labirente dönüştü ve çıkar yol bulamıyorlar. Ödül, pohpohlama çok tatlı geldi. Hala daha kendi içlerinde rekabetleri var. O bu kadar madalya aldı, öbürü falanca yerden sertifika aldı kavgaları. Ben RPS’den Associate Member sertifikası aldım adaya geldim. Ne? Kime ne yararı var? Bu adada fotoğrafın gelişimi için çalışmaya başladım çünkü olması gereken buydu.
Bana göre Kadir Kaba modern dervişlerden. Gözümü biraz kısarak baksam, onu 15. yüzyılda, dilinde bilge sözü, sırtında hırkası, elinde değneği ile gezen seyyahlar gibi görürüm.
Sevinç Hanım, son olarak çok eski zamanlara dayanan dostluğunuz bulunan Kadir Kaba’yı birkaç cümle ile anlatacak olsanız…
Sevinç Baloğlu: Bana göre Kadir Kaba modern dervişlerden. Gözümü biraz kısarak baksam, onu 15. yüzyılda, dilinde bilge sözü, sırtında hırkası, elinde değneği ile gezen seyyahlar gibi görürüm. Bu çağda da onun ince bedeninde bir hırka var, parmakları değnek yerine deklanşörde, kelimeleri ise fotoğraf olmuş. Bir sohbetimizde Haydar Haydar türküsündeki ‘Kâh çıkarım gökyüzüne, seyrederim âlemi, Kâh inerim yeryüzüne, seyreder âlem beni’ sözlerini kendisine ne kadar yakın bulduğunu söyleyince, zihnimdeki Derviş Kadir de postuna oturdu. Gerçekten onun fotoğrafları hem onun alemi seyrettiği hem de kendisinin seyredildiği bir alemdir.
Felsefe bileceksin, sanat tarihini, uygarlık tarihini bileceksin, fotoğraf üzerine kitap okuyacaksın, bunlar sana fotoğrafa bakmasını öğretecek. Eğer fotoğrafı okumasını bilirsen yazmasını da bilirsin.
Kadir Bey, sizden de bir son söz olarak, adada fotoğraf sanatının gelişimini çok fazla önemseyen bir kişi olarak genç fotoğraf sevdalılarına önerilerinizi alabilir miyiz?
Kadir Kaba: Öncelikle bu kişilerin fotoğraf derneklerinin çevresinden kopması lazım. Bu bir dernek düşmanlığı değildir. Bu dernekler yanlış yönlendiriyor çocukları. Bu gençlerin serbest bırakılması lazım. Benim öğrencilerimle çalışma prensibim de buydu. Tekniği bilecek, nasıl yapılması gerektiğini bilecek, ne yapmak istediği kendine ait. Kişilerin yalnızlığı yaşaması, kendine yabancılaşması, sorunları olması lazım ki kafa yorabilsin. Tabi yine gençlerin çevresinde fikir verebilecek kişilere de ihtiyaç vardır. Bir kişi bir fotoğrafa baktığı zaman kişi o fotoğrafın ne anlama geldiğini kavrayabilmesi için veya kendisi bu şekilde anlam yüklü fotoğraflar üretebilmesi için çevrelerinde gençlere yol gösterecek birileri olması lazımdır. Bir sanat fotoğrafına baktığında hikayeyi bilmezsen yorumlayamazsın. Dernekler eğer bu çocuklara faydalı olmak isterlerse bu gibi kurslar düzenleyip sohbetler organize etmeleri gerekiyor. Her zaman söylediğim bir şey vardır. Felsefe bileceksin, sanat tarihini, uygarlık tarihini bileceksin, fotoğraf üzerine kitap okuyacaksın, bunlar sana fotoğrafa bakmasını öğretecek. Eğer fotoğrafı okumasını bilirsen yazmasını da bilirsin. Yeni gençliğe önerim, madem ki fotoğrafa gönül verdiler genel kültürlerini artıracaklar, sanat tarihi, fotoğraf tarihi okuyacaklar, bol bol fotoğraf görecekler, bol bol resim görecekler. Bunun başka yolu yoktur.
Kadir Kaba kimdir?
“1947 yılında Mora-Lefkoşa’da doğdu. 1971 yılında Ankara İTİA İşletme Muhasebe’den mezun oldu. Sanatsal fotoğrafa 1975 yılında Londra’da başladı. 1978- 1981 yıllarında Londra’da Paddington College School of Photography’de fotoğraf eğitimi
gördü. İlki 1980 yılında Londra’da olmak üzere, sekiz kişisel sergi açtı. Uluslararası “Beyond The Lines”; “Off Limits” ve yerel “Perspectives” grup sergileri yanında birçok grup, karma sergilere ve video-art çalışmalarına katıldı.
Ulusal ve Uluslararası fotoğraf sergilerinin küratörlüğünü yaptı. Uluslararası ve ulusal seçici kurul üyeliklerinde bulundu. Özgün tarzı ve Kıbrıs Türk Fotoğrafı’na katkılarından dolayı 1999 yılında K.K.T.C. Milli Eğitim ve Kültür Bakanlığı tarafından Devlet Onur Ödülü’ne layık görüldü. 2002 yılında Cypriot Photographer’s Gallery’yi kurdu.
Londra’da ve Lefkoşa’da olmak üzere 46 yıl fotoğrafçılık yapmış, 1974-1990 yılları arasında Özgürlük ve Barış, Demokrasi, Söz, Bozkurt (AN) gazetelerinde dizgi, pikaj-montaj, yazar, sayfa sorumlusu, film-fotoğraf tenik bölüm müdürlüğü, skaner operatorlüğü, renk süzümcülüğü gibi çeşitli görevlerde bulunmuştur. 2002-2008 yılları arasında bağımsız galericilik yapmıştır.
1998-2001 yılları arasında Mustafa Erkan ile fotografsanat bültenini yayımladı. 2003 yılında AB’nin sponsorluğunda projelendirmesini ve kuratörlüğünü Özgül Ezgin’le birlikte yaptığı “Perspectives” sergisi kataloğunu yayımladı. Kıbrıs Türk Fotoğrafı üzerine Kongre ve panellere katıldı, seminer ve konferanslar verdi, bildiriler sundu, çeşitli yayınlarda makaleleri yayımlandı.
1996 yılından itibaren Kıbrıs Türk üniversitelerinde ve özel kolejlerde Temel ve İleri Düzey fotoğrafçılık; Basın Fotoğrafçılığı; Masa Üstü Yayıncılık ve Gazete ve Dergi Yayıncılığı dersleri verdi.
2014 yılında akademisyenlikten ayrılarak tamamen araştırmalarına yöneldi. 2017 – 2020 yılları arasında DAÜKAM (Doğu Akdeniz Üniversitesi Kıbrıs Araştırmaları Merkezi Yönetim Kurulu üyeliği görevinde bullundu.
2006 yılında Lucie Bonato ve Haris Yiokoumis ile birlikte hazırladıkları L’ile de Chypre Itinéraire Photographique du XIX au XX Siécle kitabı Fransa’da Kallimages yayınları arasında yayımlandı. Kitab 2007 yılında En Tipis Yayınevi tarfından İngilizce ve Rumca dillerinde yayımlandı. Türkçe ve İngilizce dillerinde Ahmet / İsmet Şevki: İlk Kıbrıslı Fotoğrafçılar / Ahmet / İsmet Şevki; The First Ever Cypriot Photographers, (2007, Cypriot hotographers’ Galleri Yayınları); The Origins of Turkish Cypriot Photography, (2010, Yazarlar Birliği Yayınları); Kıbrıs Türk Fotoğrafı’nın Kökeni / The Origins of Turkish Cypriot Photography, (2013, Cypriot Photographers’ Galleri Yayınları); Kıbrıs Türk Basın Fotoğrafçılığı’nın Kökeni, (2015, Cypriot Photographers’ Galleri Yayınları); M. Fevzi Akarsu; Modern Kıbrıs Türk Fotoğrafı’nın Kurucusu / Founder of Modern Turkish Cypriot Photography (2016, Doğu Akdeniz Üniversitesi Kıbrıs Araştırmaları Merkezi Yayınları); The Origins of Turkish Cypriot Photojournalism, (2018, Cypriot Photographers’ Galleri ayınları); Zehra Şonya ile birlikte Ümit Ali Esinler, (2019, Doğu Akdeniz Üniversitesi Kıbrıs Araştırmaları Merkezi Yayınları); Kıbrıs Fotoğraf Tarihi 1839-1939; Yüz Yılın Öyküsü (2020 Cypriot Photographers’ Galleri Yayınları); History of Cypriot Photography 1839-1939 Story of a Century, (2020. Nicosia, Cypriot Photographers’ Gallery yayınları. eBook); Kıbrıs Fotoğraf Tarihi 1839-1939 Yüz Yılın Öyküsü, (2021. Lefkoşa, Cypriot Photographers’ Gallery yayınları, eBook); Kıbrıs Türk Basın Fotoğrafçılığı’nın Kökeni, (2021. Lefkoşa, Cypriot Photographers’ Gallery Yayınları. eBook) kitapları yayımlandı.”
Sevinç Baloğlu kimdir?
“Ankara Üniversitesi, İletişim Fakültesi Sinema TV bölümünü bitirdi. Okul yıllarında iki arkadaşı ile birlikte yazdığı Kula’da Üç Gün adlı belgesel senaryosu Kültür Bakanlığı’nın birincilik ödülünü aldı. Süha Arın’ın kendisinin de aralarında olduğu 40 öğrencisi ile çektiği belgesel, Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde En İyi Belgesel ödülünü alınca, sektöre de girmiş oldu. Türkiye (TRT Ankara ve İstanbul) ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (BRT)
televizyonlarında senaryo-metin yazarı, yönetmen ve yapımcı olarak çalıştı. TRT Ankara ve İstanbul Televizyonu’nda Çocuk Kanalı için çalıştığı günlerde *Bekleyiş” ile TRT- EBU ortaklığı ile yapılan “Mardin’den Bir Ses” adlı kurmaca televizyon filmlerinin senaryolarını yazdı. Aynı yıllarda Emlak Bankası tarafından desteklenen 13 bölümlük çocuk dizisi Platoş’un senaryo yazarlığını ve yönetmen yardımcılığını üstlendi.
Süha Arın’a asistanlık yaptığı 1984-96 yılları arasında çekilen 7 bölümlük Topkapı belgeselinin senaryosunu yazdı. TÜRSAK Vakfı’nın genel müdürlüğünü yaptığı 2000-2009 yılları arasında ise ‘Topkapı’dan Versailles’e, Troia, Yeşilçam’ın İstanbul’u, Savaş ve Barış, Padişahın Portresi belgesellerine yazar ve yapımcı olarak imza attı.Aynı yıllarda Vakfın düzenlediği sinema atölyelerinde senaryo yazımı dersleri verdi. Vakfın çıkardığı Sinema Yıllıklarının ve festival kataloglarının editörlüğünü yaptı.
2009 yılında, özellikle azınlık kültürleri ve göçmenler üzerine yapmak istediği filmleri gerçekleştirmek üzere SU FİLM’i kurdu. TRT Türk’te yayınlanan Bi Dünya Tasarım (139 Blm) adlı TV tasarım programı dizisini; Yaşayan Bellek adlı sözlü tarih belgesellerini (39 bölüm) ve TRT Belgesel kanalında yayınlanan şehir ve kültür içerikli Şehrengiz (13 bölüm) programlarının metin yazarlığını üstlendi, yönetmenliğini yaptı. 2006-2018 yılları arasında Garanti Bankası’nın Kadın Girişimci Yarışması projesi kapsamında Türkiye’nin dört bir yanındaki ‘başarmış kadın portrelerinin’ belgesellerini çekti. 2015 yılında başkanı olduğu Medya Araştırmaları ve Kültürel İletişim Derneği MAKİ çatısı altında pek çok AB projesinde yazar ve yönetmen olarak yer aldı. 2016 yılında Kuzey Kıbrıs’ta Köklere Yolculuk ve. 2017 yılında Karaköy’ün Tonları adlı belgeselleri yönetti. 2019 yılında vizyona giren ve CNC tarafından Fransa hakları satın alınan ‘Onun Filmi’ belgeselinin yapımcılığını üstlendi.
2018 yılında AB Türkiye Delegasyonu tarafından desteklenen; buğdayın Anadolu’dan başlayıp Avrupa’ya uzanan yolculuğunu. Türkiye, Bulgaristan, Yunanistan ve İtalya’daki arkeolojik kazı rotasını izleyerek 3 bölüm olarak TOHUM adı altında belgeselleştirdi. Belgesel CNN Türk’te, İZ TV’de ve beIN Connect’te yayınlandı. Belgeselin festival kopyası ise Ankara ve İzmir’deki festivaller ile Eskişehir, Antalya ve Datça’daki özel gösterimlerle izleyici ile buluştu. 2021 yılında ABD’deki The Archaeology Channel (TAC) International Film Festival’i tarafından yarışmalı bölüme seçildi. Baloğlu, şu günlerde EDN-Lizbon atölyesine ve Antalya Film Forum’a seçilen, çekimleri tamamlanmış oyun uzun metraj belgeseli ‘ADA’nın post işlemleri üzerine çalışmaktadır. ”