Ali Sirmen’in Cumhuriyet gazetesindeki bugünkü köşe yazısı şöyle:
“Nisan sonunda, BM Genel Sekreteri Antonio Gutteres’in girişimiyle Cenevre’de tarafların ve garantör ülkelerin katılımıyla gerçekleşen Kıbrıs ile ilgili görüşmeler, beklendiği gibi herhangi bir ileri adım sağlanmadan sona ermiştir. Zaten çözüme yönelik bir anlaşmanın beklenmediği, salt tarafların son tutumlarının ortaya dökülmesinin amaçlandığı Cenevre görüşmeleriyle igili olarak konuya vâkıf olan arkadaşımız Barış Doster’in cumartesi günkü yazısı, son durumu çok iyi anlatıyor, okumanızı salık veririm.
***
Kıbrıs’a ilk kez 1976 yazında, Makaryos Yönetimi’nin Rum gençlik örgütlerinden birinin düzenlediği, “Küçük Ülkelerin Varlıklarını Koruma Sorunu ve Kıbrıs Örneği” konulu, Türkiye’den konuşmacı olarak çağrıldığım toplantıya katılmak üzere gittim. Adaya Rum kesiminden girdim. Sonra Yeşil Hattı geçip, Türk tarafında kalıp oradan döndüm. İki taraftan da protesto yedim.
Savaş yaralarının henüz taze olduğu Kıbrıs’ta manzara şuydu:
Ada bir tarafı mavi, öteki tarafı kırmızı bayrakların altında toplanmış iki halk arasında ikiye ayrılmıştı.
Mavi bayraklılar, geçmişte kırmızı bayrağa karşı kazandıkları zaferleri ulusal bayram olarak kutluyorlar, aynı tavrı kırmızı bayraklılar mavi bayraklılara karşı benimsiyorlardı.
Maviler ve kırmızılar birbirlerine karşı bu tavırlarını sürdürürlerken, aynı zamanda da adada bir devlet çatısı altında barış içinde bir arada yaşayacak bir çözüm arıyorlardı.
Saptaması kolay ama uygulanması güç olan çözümü, dinleyici ve konuşmacı olarak tek Türkün ben olduğum toplantıda yaptığım konuşmada, dilimin döndüğü ölçüde anlatmaya çalıştım.
Çözüm, mavilerle kırmızıların birbirlerini karşılıklı ötekileştirmeyi bırakıp, zaman içinde “ben ve o”nun yerine “biz”i oluşturmalarıyla sağlanacaktı. Yani eşit haklarla birlikte yaşamak ve ortak bir geleceğe yine birlikte yönelmek arzusuyla birleşen bir toplum yaratılmaya çalışılacaktı.
Bu sağlanmadan çözümü sağlayacak sihirli bir formül yoktu. Rumların toplantıyı yönetmek için çağırdıkları İngiliz sosyolog Prof. Peter Woorsley’in de içtenlikle desteklediği konuşmaya hayret verici bir şekilde salondaki Rum topluluktan olumsuz bir tepki gelmedi.
Zaten yeni bir şey söylemiyor, bir devletin var olmasının ancak birlikte yaşama ve ortak geleceğe yönelme arzusunun oluşturduğu bir ulusa sahip olmasıyla mümkün olacağını vurguluyordum.
***
O günden bu yana Kıbrıs’ta meselenin özü de tarafların davranışı da aynı şekilde sürdü. Londra ve Zurich anlaşmalarının, bağımsız Kıbrıs Devleti’ne can verecek ulusun yaratılmasını sağlayacak, eşit biçimde birlikte yaşama arzusunu doğuracak ve ulusunun oluşmasının güvencelerini oluşturabilecek mekanizmaları getirmiş olmasına karşın, Yunan Rum tarafının Kıbrıs’ta eşit egemenlik tabanından yola çıkarak Kıbrıs ulusunun oluşmasına olanak sağlayacak esnekliği göstermemekte direnmeleri yüzünden çözüme bir türlü varılamamıştı.
Cenevre’deki son toplantının en önemli yönü ise yeni seçilmiş KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ın şimdiye kadar, karşı tarafın inadı yüzünden tek devletli çözümün mümkün olmadığını görerek hazırladığı eşit egemenlik sahibi iki devletli çözüm ile ilgili altı maddelik önerisidir.
Bu yeni öneriyle, KKTC masaya yeni bir görüş getirmiştir.
Yunan Rum tarafının zaman içinde Tatar’ın önerisine olumlu yanıt vermeleri düşünülemez. Ama olsun, artık masada iki devletli bir çözüm vardır. Rum Yunan kesiminin Kıbrıs’ta ulussuz, devlet gibi, olması mümkün olmayanda diretmesi halinde de zaten pratikte sürmekte olan iki devletli statüko da öylece fiilen devam edecektir.”