Gürcanlı’nın yazısı şöyle:
“Türkiye, istese de istemese de Avrupa Birliği ile yeni bir ilişki türüne doğru ilerliyor. Tam üyelik hedefiyle çıkılan yolda, AB açısından varılacak noktanın adı, Avrupa Birliği’nin iki tepe ismi, AB Konseyi Başkanı Charles Michel ile AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen’in Ankara ziyaretinde konuldu; “Açık ve dürüst ortaklık…”
Oysa AK Parti hükümetinin ilişkilere “tam üyelik” hedefi doğrultusunda baktığı bizzat Cumhurbaşkanı Sözcüsü İbrahim Kalın tarafından dile getirildi.
Belli ki Erdoğan görüşmede bu perspektifi ortaya koymasına rağmen, AB tarafı bu konuda herhangi bir taahhüt altına girmekten özellikle imtina ediyor.
“Gümrük Birliği Artı” formülü yeniden masada mı?
AB’nin iki tepe yetkilisi, görüşmeler sonrasındaki basın toplantısında Türkiye’nin tam üyelik hedefinden hiç bahsetmezken, uzun uzun Gümrük Birliği konusunu anlattılar. Belli ki 1990’larda ortaya atılan, ancak o dönem Türkiye tarafından çok sert şekilde karşı çıkılan “Gümrük Birliği artı” formülü yeniden masaya konmaya çalışılıyor.
AB tarafı mevcut Gümrük Birliği’ni daha iyi işler hale getirip, ilerde işin içine sınırlı serbest dolaşım, dijital ticaret ile tarım ürünlerini de katmayı planlıyor.
Bunun yanında Türkiye’ye iklim gibi, mülteciler gibi konularda “üst düzey temaslarla” azıcık işbirliği imkanı tanımak da var elbette. Hepsi bu kadar.
Gümrük Birliği konusu Türkiye açısından zorlu
Ancak tam üyelik perspektifi içermeyen bu işbirliği bile şartlara bağlı görünüyor. AB Komisyon Başkanı von der Leyen’in Ege ve Doğu Akdeniz meseleleri ile Kıbrıs sorunu konusunda “Türkiye yapıcı şekilde ilişki kurma isteğini gösterdi” cümlesi tersten okunmaya müsait; Türkiye Doğu Akdeniz’deki petrol/doğalgaz arama, Yunanistan ile Ege’de iyi geçinme, ya da Kıbrıs’ta müzakerelerde sıkıntı yaratmadığı sürece ilişkiler olumlu ilerler mesajı veriyor AB yetkilileri.
Sadece bunlar değil; Gümrük Birliği’nin kendisinde bile AB’nin “görünmeyen” şartlarını dile getirdi iki AB yetkilisi; Kıbrıslı Rumlar’a liman ve havaalanlarını açmak mesela, “görünmeyen” şartlardan biriydi AB açısından. İkincisi şart ise Türkiye açısından yapılması çok güç bir alanda, çevre konusunda geldi. Von der Leyen’in Türkiye ile üst düzey diyalog çerçevesine iklim değişikliğini de koymuş olması, Gümrük Birliği’ne AB’nin çevre dostu üretimi önceliklendiren “yeşil ticaret” stratejisinin de dahil edilmesi açısından bir ön adım niteliğinde. AB’nin yeşil stratejisine adapte olmak, Türkiye’de üretim kalıplarının büyük ölçüde değişmesi anlamına geliyor; Çok zor, çok masraflı.
“Şapkadan çıkan” Libya şartı
Bir de Ankara’ya Trablus’a yaptığı ziyaretten hemen sonra gelen AB Komisyon Başkanı Michel’in adeta “şapkasından çıkarttığı” Libya şartı var elbette; Michel’in “Libya konusunda bütün yabancı askeri güçlerin bu topraklardan çekilmesi gerektiğini hatırlatıyoruz” cümlesi, doğrudan bu ülkedeki Türk Silahlı Kuvvetleri varlığına yönelik.
Neden Erdoğan ile ortak basın toplantısı yapılmadı?
AB yetkililerinin ziyaretinde ilginç “protokol notları” da yaşandı;
İlki, AB Komisyon ve Konsey başkanlarının Ankara’da, ABD Büyükelçisi David Satterfield ile bir araya gelmeleri oldu. AB, Türkiye konusunda ABD ile koordinasyon konusunu çok sıkı tuttuğunu bir kez daha gösterdi Ankara’ya. İkinci protokol notu, rutin uygulamanın aksine basın toplantısını iki AB yetkilisinin yapması, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın buna katılmaması oldu. Belli ki bu durum Türk tarafı ile görüşülüp, hesaplanmış;
Hem Ankara’nın, hem de iki AB yetkilisinin basın toplantısında haklarında salıverilmeleri için AİHM kararları bulunan Kavala ve Demirtaş’ın durumu ya da İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme gibi soruların geleceğini tahmin etmemeleri imkansız. Nitekim, geldi de o sorular. Belli ki Cumhurbaşkanı Erdoğan, zar zor pozitif bir ivme yakalanan AB’nin iki yetkilisinin yanında muhatap olmak istemedi ne Demirtaş/Kavala, ne de İstanbul Sözleşmesi sorularına.
Protokol gafı
Protokol açısından üçüncü not ise Ankara açısından bir “gaf” barındırıyor;
AB hiyerarşisinde Konsey Başkanı ile Komisyon Başkanı arasında bir “alt-üst ilişkisi” bulunmuyor. Her ikisi de aynı düzeyde görülüyor.
Oysa Cumhurbaşkanlığı’ndaki görüşmede oturma düzeni, Erdoğan ile Konsey Başkanı Michel’i “aynı seviyede” tutarken, Komisyon Başkanı von der Leyen’i Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu ile karşı karşıya oturttu.
Nitekim görüşmeye ilişkin dağıtılan görüntülerde, Ursula Von Der Leyen’in buna tepki gösterdiği, bir süre ayakta durduğu, adeta protokol yanlışının düzeltilmesini beklediği de görülüyor. Belli ki işi büyütmek istemedi ki, Von Der Leyen de gösterdiği tepkinin ardından kendisine gösterilen yere oturdu. –Diplomatik protokol uzmanlarına göre doğru olan, Michel’in Erdoğan’ın sağına, Von Der Leyen’in ise soluna oturtulması, ya da Von Der Leyen’in karşısına Çavuşoğlu yerine Cumhurbaşkanı Yardımcısı Oktay’ın oturtulması olabilirdi. Komisyon Başkanı’nın bir kadın olması protokol gafını biraz daha görünür kıldı; Erdoğan ve Michel’in arkalarına bakmadan –Von Der Leyen’i beklemeden – sandalyelerine oturmaları, onun tepkisini görmezden gelmeleri AB kamuoyunda Konsey Başkanı Michel’in de sert şekilde eleştirilmesini sağladı. Belki de bu yüzden Ursula Von Der Leyen Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çıkmasını bir değil, birkaç kez dile getirdi; Sanki daha bir sert ifadelerle, daha çok üzerine basa basa eleştirdi…”