Serbest piyasa ekonomisinin temeli arz ve talep ilişkisidir. Ekonomi dersinin girişinde size talep ve arzın buluştuğu yerin fiyat olduğunu öğretirler. Ekonomide emtia ve hizmete olan talep arzın üzerinde seyrederse o ülkede enflasyon yani hayat pahalılığı oluşur. Dolayısı ile ekonomideki üretim ve hizmet potansiyelinin enflasyonla ilişkisi vardır. Üretim yoksa arz da düşüktür ve yüksek talep fiyatları yani enflasyonu artırır. Ekonomiler her türlü emtiayı yerel olarak üretemediklerine göre olmayanları ithal ederler ama kendi fazla ürün ve hizmetlerini de ihraç ederler. Böylelikle serbest piyasa ekonomisinin belli bir istikrar içinde gitmesini sağlarlar.
Yerel arzı ve ihracatı ithalatından yüksek olan ülkelerin para birimleri de güçlü olur. Çünkü paranın fiyatı da bir arz talep dengesine oturur. Yani sizin ürettiğinizi almak için paranıza talep ne kadar yüksekse paranızın değeri de o kadar yüksek olur. Üretim ve hizmette yaşanan sıkıntılar dolayısı ile değer kaybı yaşayan para birimlerine olan talebi ve diğer para birimlerine karşı değerini faizler dengeler. Yani yüksek faizin asıl nedeni bir para birimine olan gerçek talebin ve güvenin düşmesidir. Faizlerin artırılmadığı ya da düşürüldüğü hallerde ilgili para biriminin değeri ve alım gücü de düşeceği için bu durum fiyatların daha da artması ve enflasyonun stagflasyona dönüşmesini hızlandırır. Düşük faizin yatırım ortamına katkısı bu gibi durumlarda geçerli değildir. Ucuz krediyle iş yapmaya çalışan firmaları bu kez girdi maliyetlerinin kurdaki yükselişi ile karşı karşıya bırakır. Bu kısır döngü içindeki işletmeler ya küçülmeye ya da iflasa zorlanır, işsizlik artar enflasyon yükselir. Bu stagflasyon durumu ekonomilerin içine düşeceği en kötü durumdur.
Türkiye ekonomisinin içine düştüğü durum budur. Bundan çıkış yolu çok yüksek miktarda yeni sermayenin yatırıma yönelik ekonomiye enjekte edilmesidir. Fakat eğer siz borç limitlerini doldurmuş bir kamu ve özel sektörle yürüyorsanız bu sıcak paranın gelmesi mümkün değildir. Dış yatırım ise ekonomisi güven veren ülkelere yapılır. Türkiye’nin içinde bulunduğu siyasi ve ekonomik durum, hukuk ve özgürlükler alanında yaşanan sorunlar dış yatırımın önünü tıkamaktadır. Bu durumda dıştan gelecek sermayenin tek ilgi alanı, ülkenizin doğal kaynaklarını ve gayrı menkulünü hatta stratejik öneme sahip işletmeleri ucuza kapatmak olur. Bunu da sadece Katar gibi elinde çok parası olup sizin ülkenizdeki değerleri kendi ayrıcalıklı zümresinin emrine almak isteyen ülkeler yapar.
Türkiye, içine düştüğü bu durumdan çıkmak isterse mevcut iktidarın ikinci on yılında uygulamaya koyduğu zihniyeti ve rejimi değiştirmek zorundadır. Yani hukuk ve özgürlükler alanında siyasi nedenlerle uyguladığı otokratik baskıyı kaldırıp elindeki imkanları ilk on yıldaki gibi üretime ve ihracata kanalize etmenin yolunu bulmalıdır. Mevcut imkanları siyasi ve kişisel maksatlarla küçük bir zümrenin elinde toplamak için, belli müteahhitler üzerinden yandaş medyaya ve kişilere kaynak akıtmak ve buna dini ve milli ideolojik kalıplar uydurmak ekonomiyi iflas noktasına getirir. İflas eden ülkeler IMF kapısına dayanır ama eğer siyasi rejim yaptığı yanlışların hesabından ve kontrolü kaybetmekten korkarsa o zaman da Kuzey Kore örneğinde olduğu gibi içine kapanıp demir yumrukla ve ideolojik söylemlerle halkının sadece emeğini değil, varını yoğunu da elinden almaya yeltenir.