Ahval gazetesinden Ali Ağcakulu, “Erdoğan Kıbrıs’ı verir mi?” başlıklı son makalesinde Türkiye’nin dış politikası ele aldı.
Yazı şöyle:
“Türkiye Cumhuriyeti’nin yüz yılda, bin bir zorlukla inşa ettiği dış politikasını, şahsi emelleri uğruna bir çırpıda yerle yeksan eden Erdoğan’ın, yine kendi ikbalini teminat altına alacağını umduğu yeni bir dış politika dengesi kurmak için 180 derecelik dönüşünü, bütün dünya, ibretlik bir olay gibi seyrediyor.
Eğer Erdoğan, Türkiye’nin uluslararası ilişkilerini 2002’de devraldığı seviyede yeni bir iktidara devredebilir ise bu durum çok büyük başarı olarak değerlendirilecektir. Korkarım ki o noktaya varmak için, avam ifadesi ile, yüz fırın ekmek yemesi gerekiyor.
Acil olarak çözülmesi gereken NATO, ABD, AB, Kıbrıs, Yunanistan, Doğu Akdeniz, Libya, Mısır, Suriye, Suudi Arabistan ve İsrail ile yaşanan sorunların hemen hepsi birbiri ile bağlantılı ve iç içe geçmiş durumda. Bu sorunlardan hiçbiri artık müstakil olmayıp, diğerlerinden bağımsız olarak tek başına çözülebilecek sorunlar değildir.
Bütün bir dış politikayı bir sorunlar yumağı haline getirmenin başlı başına bir başarı(!) olduğunu da ifade etmeliyim. Başka bir iktidar bunu başaramazdı(!). Üstelik bu sorunların hemen hepsi iç politikayı ve en çok da ekonomiyi etkilemektedir.
Erdoğan içine düştüğü sorunlarından kurtulmak için, kendi ürettiği herhangi bir sorunu, bir başka sorunun ya da bütün sorunların çözümünde bir kaldıraç olarak kullanmaya çalışmaktadır. Bu durum Erdoğan’ın, bütün sorunların birbirine bağlı olduğunu gördüğünü göstermektedir. Orman yangınlarını söndürmek için, rüzgârın yönü hesaplanır ve bir “karşı ateş” yakmak suretiyle iki yangının birleşmesi sağlanarak yangın söndürülür. Orman yangınlarında geçerli olan bu strateji, esen rüzgarların yönü ve zamanı doğru hesaplanarak uluslararası ilişkilerde de kullanılabilir.
Bir önceki yazıda “Mavi vatan hikayesinin bir ‘sahte bayrak operasyonu’ olduğunu” söylemiştim. Mavi vatan doktrini bir yönüyle Suriye’deki yangına karşı Doğu Akdeniz’de çıkarılan bir karşı yangındır. Böylece Suriye’deki çıkarlarını korumak isteyen Erdoğan, Doğu Akdeniz’de yaktığı ateş ile Türkiye’nin Kıbrıs’taki kazanımlarını tehlikeye atmıştır. Mavi Vatan doktrinindeki temel hata ise Rodos ve Girit adaları ve onların kıta sahanlığı yokmuş gibi bir harita çizilmesidir. Yunanistan’ın egemenliğine saygısızlık olan bu değerlendirme uluslararası kamuoyunun Türkiye aleyhine dönmesine sebep olmuştur.
İlk defa 1974 yılında uygulanan bu stratejinin 2020 yılında tekrar uygulanmaya konması, zamanın değişen şartlarını anlayamamaktan kaynaklanmaktadır. Kıbrıs’ta çözüme ulaşılamaması üzerine, Mayıs 1974’te dikkatleri Kıbrıs’tan Ege’ye çevirmek için Çandarlı isimli araştırma gemisi Ege Denizi’nde -Türkiye’ye göre uluslararası sular, Yunanistan’a göre Yunan kıta sahanlığı- petrol aramaya başladı. Yunanistan’da darbe ile yönetime gelen Albaylar Cuntası’nın meşruiyet sorunu vardı ve muhalifler Sovyet Rusya tarafından destekleniyordu.
Cunta bir taraftan Kıbrıs’ta “Sampson Darbesi” ile iyice köşeye sıkışmışken diğer taraftan Ege’de yeni ortaya çıkan bu “kıta sahanlığı” sorunu ile uğraşmak zorunda kalmıştı. Yunanistan, Kıbrıs’tan sonra Türkiye tarafından yakılan ayrı bir ateş arasında kalınca Kıbrıs Barış Harekâtı başarıya ulaşmıştı. Ege’de petrol yoktu. Sadece sahte bayrak operasyonu yapılmış ve Yunanistan bunu anlayamamıştı. Türk hükümeti kuzeyden esen yıldız ve poyraz rüzgarlarının yangını Yunanistan tarafına sürükleyeceğini hesaplamışlardı. Öyle de olmuştu. (Yangınlardan evvel Yunanistan NATO’dan ayrılmış, Albaylar Cuntası darbe yapmış ve Sol muhalefet güç kazanmaya devam ediyordu.)
Mavi Vatan doktrini iddiası ile Doğu Akdeniz’de yakılan ateş Türkiye’yi büyük bir yangının ortasında bırakmıştır. Çünkü bu sefer esen rüzgarlar kuzeyden değil, batıdan ve güneyden esen lodos ve keşişleme rüzgarları idi. (Yunanistan artık hem AB hem de NATO üyesidir.) Lodos ve keşişleme ise Erdoğan’ın yaktığı ateşleri Türkiye’ye doğru sürüklemektedir. Doğu Akdeniz ateşini birçok sorunun çözümünde kaldıraç olarak kullanmak isteyen Erdoğan, bu sefer baltayı taşa vurmuş ve Türkiye’nin karşısından büyük bir uluslararası koalisyonun kurulmasını sağlamıştır.
AB, ABD ve Rusya’nın desteğini alan Yunanistan ile Arap Birliği’nin desteğini alan Mısır arasında Türkiye’ye karşı, üstesinden gelmenin mümkün olmadığı güçlü bir ittifak kurulmuştur (lodos). Binaenaleyh Yunanistan, Kıbrıs ve İsrail arasından kurulan ikinci bir ittifak ile Türkiye tamamen kuşatılmıştır (keşişleme). Türkiye AB, Yunanistan ve İsrail’e bir NOTA vererek bu kuşatmayı yarmaya çalışmıştır. Suudilerin Yunanlılarla ortak tatbikatı, Erdoğan akılsızlığının son meyvesidir. Erdoğan ürettiği girdabı ise “kimin eli kimin cebinde, belli değil” diyerek sorun karşısında acizliğini ifade etmiştir.
ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken’ın “Kıbrıs’ı iki bölgeli ve iki toplumlu bir federasyon içinde birleştirecek kapsamlı bir çözümü destekliyoruz” beyanı ile yukarıda bahsettiğim “kıta sahanlığı” konusuna yaptığı atıftan dolayı Erdoğan, dikkatleri bu sefer Doğu Akdeniz’den Suriye’ye çevirmek ve Suriye’yi diğer sorunların çözümünde bir kaldıraç olarak kullanmak için Bloomberg için bir makale kaleme aldı.
Makalede dile getirdiği iddialar ile Erdoğan, 10 yıldır devam eden Suriye iç savaşında oynadığı rolü inkâr etmeye ve farklı bir gerçeklik oluşturmaya çalıştırmaktadır. Sanki Erdoğan, Suriye iç savaşına “MİT tırları” diye maruf binlerce tır silah göndererek teröre destek vermemiş, sanki Şam’da Cuma namazı kılma hülyalarına kapılmamış, sanki Suriye topraklarını fiilen işgal etmemiş, Kürtlerin IŞİD ile mücadelesini sanki kendisi vermiş gibi bazı iddialar gündeme getiriyor.
Yunanistan sınırına göçmenleri gönderen kendisi değilmiş gibi, Avrupa’yı göçmenlerden koruduğunu iddia ederken bile, zımnen tekrar gönderebileceğini ima edecek kadar da pervasız davranabiliyor. Bu makaleyi okuyan biri, artık Erdoğan’ın Mavi Vatan konusunu gündeme getirmeyeceği ve Yunanistan ile yaşanan sorunların çözümü için bir irade ortaya koyacağını düşünebilir. Ama aslında bu makale Batı ile yapacağı pazarlığa zemin hazırlamak için yazılmıştı.
Erdoğan’ın mezkur makalesi aynı zamanda Mısır ve Arap Birliği’nin “Suriye’den çekil” taleplerine karşı, Batı’dan destek almak ve işgalini barışçıl gerekçelerle izah etmek gayretinden kaynaklanmaktadır. Elbette Türkiye’nin Kıbrıs’taki “iki devletli çözüm” talebine karşılık Suriye’yi pazarlığa koymak isteyebilir. Erdoğan bunun gibi daha birçok hesap ve kitap içine girip, bu hesap ve kitaplara dayalı politikalar üretmeye çalışabilir.
Ama bütün bu sorunların çözümünün önünde, üretilen mevcut sorunların hepsinden daha büyük olan problem ise Erdoğan’ın güvenirlilik meselesidir. Gördüğüm kadarıyla hiçbir ülke Erdoğan’a ve söylemlerine güvenmemektedir. Herhangi bir konuda vereceği herhangi bir taahhüdün hükmünün çok kısa süreli olacağını biliyor.
Erdoğan’ın sürekli dönüşleri yeni dönüşlerin de teminatıdır. Bundan dolayı onun döneminde üretilen sorunların kalıcı olarak çözüleceğini beklememek gerekiyor. Bugün herhangi bir ülke ile yaşanan herhangi sorun geçici olarak çözülse bile, yarın aynı ülke ile benzer veya aynı sorunun tekrar yaşanmayacağını kimse garanti edemez. Erdoğan durduğu sürece sorun üretmeye ve hem Türk vatandaşlarının hem de başka ülkelerin başını ağrıtmaya devam edecektir.
Bir hafta önce Biden’a Suriye konusunda çağrı yapan Erdoğan, bir hafta sonra Putin ile Biden arasında yaşanan bir krizde sert bir şekilde Biden’ı eleştirmesi onun duruşunun en net ifadesidir. Şimdi Erdoğan Putin’in kuzeyden sert bir rüzgar estirmesini bekliyor. Ancak bu şekilde güneyde yaktığı ateşlerin paçalarına sıçramasını engelleyebilir.
Bir soru ile bitireyim: Erdoğan, II. Mahmut gibi, yangından kurtulmak için Rusları davet eder mi, Türkiye’deki iktidarının devamı karşılığında, II. Abdülhamit gibi, Kıbrıs’ı verir mi? Ya da ne verir?”